Abdulhelim Almalı - Fikret Özkan / Van
Rize doğumlu Van Valisi Münir Karaloğlu Kürtlerin yaşadığı bir ilde ilk defa görev alıyor. Van’a ilk atandığı günden bu güne yaşadıklarını ve doğu halkı ile ilgili izlenimlerini Doğruhaber ile paylaşan Vali Karaloğlu Kürd sorunundan, son günlerde büyük mağduriyetlere sebep olan kepenk kapatma eylemlerine, deprem sonrası Van’ın durumundan özellikle Valilik ile ilgili yolsuzluk iddialarına kadar birçok konuda sorularımızı yanıtladı.

İşte Van Valisi Münir Karaloğlu’nun sorularımıza verdiği yanıtlar;
Van’a gelirken ne bekliyordunuz, ne ile karşılaştınız?

Biz, çok sık görev yeri değiştiren bir meslek mensubuna aitiz. Gittiğimiz yerlere dersimizi çok iyi çalışarak gitmeye çalışırız. Van’a gelmeden önce de Van’la ilgili uzun süre araştırmalar yaptım ve dersime çok iyi çalıştım. Çok önemli tarihi bir şehre, bir medeniyet şehrine vali olarak geldiğimin farkındaydım. Evet, şehrin sorunlarına tam olarak vakıf değildim. Fakat her şehir gibi bu şehrin de sorunları var. Türkiye’nin belki en uzak ama Türkiye’nin de doğuya açılan bir kapısı, Serhad şehri. Gerek ekonomik gerekse toplumsal, karşılaştığım sorunlar karşısında hiçbir zaman ümitsiz olmadım. Sadece yapısal anlamda değil beşeri unsurlar, yetişmiş insan gücü açısından da söylüyorum, Van’ın yarını, bugünden daha iyi olacak.
Van’a geldiğinizde karşılaştığınız şehirde öncelikleriniz nelerdi ve bu önceliklerinizi yaparak hedeflerinize ulaşabildiniz mi?
Van’a geldiğim zaman elbette ki önceliklerim vardı. Sağlık, eğitim, kentleşme, turizm gibi alanlarda hedeflerim vardı. Hedeflediğim her konuda Rabbim öyle bir bereket verdi ki inanamazsınız. Niyetlenip de şunu da yapayım dediğim ve yapamadığım hiç bir iş olmadı. Müthiş bir bereket var. Bazen öyle işlere giriştik ki biz bile o işlerin nasıl bu noktalara ulaştığına hayret eder olduk. Rabbim, istediğimizle beraber onun yanında birçok imkân da verdi. Daha iyileri olamaz mıydı? Mutlaka olabilirdi; Ama hedeflediğim birçok şeyin gerçekleştiğini söyleyebilirim ve bundan dolayı da Allah’a hamd ediyorum.

DOĞU İNSANI FARKLI TANINIYOR

Bu bölgeye geldiğinizde bölge insanına karşı bir önyargınız var mıydı?

 
Bölge insanına karşı maalesef bir önyargı var. Bizim medyamız, aydınımız; Batı insanının zihninde Doğu, Doğu insanı nezdinde de Batı insanıyla alakalı yargılar, algılar oluşturuyor. Bazen o algıları maalesef kıramıyorsunuz. Çizilen köşelerin ve algıların içinde kalırsanız gerçeği görmeniz mümkün olmaz. Nihayetinde ben de Rize de doğmuş, görev olarak da doğuda sadece Şanlıurfa’da çalışmıştım. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölge olarak ilk kez Van’a geldim. Keskin ön yargılarım yoktu. Ama olaya bugün baktığım gibi bakmıyordum. Buradaki insanlarla hemhal olduktan sonra o konudaki düşüncelerimin müspet olarak değiştiğini söyleyebilirim.

Kürd sorunu gibi bir sorunun yaşandığı ve çok büyük sıkıntıların olduğu bir bölgeye vali olarak gelmek sizin için ne ifade ediyordu?

Bugün yaşanan terör sorunu çok farklı bir şey. Ama bir de olayın Kürt sorunu boyutu var. İkisini birbirinden ayırmak ayrı düşünmek zorundayız. Bu iki sorunu birbirinden ayırdığınızda bölgede yaşananları anlamak daha kolay olur. Bu açıdan Van’a geldikten sonra hem Kürt sorununa, hem de terör sorununa bakışım değişti. Kürd sorununun mutlaka çözülmesi gerektiğini düşünüyorum. Ama Kürd sorununu çözerken de mutlaka temel hak ve özgürlükler temelinde çözülmesi gerektiğine olan inancındayım. Türkiye’de şuan var olan terörün, Kürd meselesiyle uzaktan yakından alakasının kaldığına inanmıyorum. Kalmış olsaydı, son 10 yılda Türkiye’deki bu değişimi, dönüşümü bu insanlar da görür, ona göre pozisyon değiştirirlerdi. Bir kesim bunu hiç görmüyor ve görmek istemiyor. Van’a geldiğimde Kürt meselesiyle ilgili yazılmış bütün raporları çıkardım. 1995,1996, 1998,1999’daki bu bölgedeki vatandaşın talepleri raporlara yansımış. O taleplerin büyük çoğunluğu gerçekleşmiş durumda. Sanki; bugün birileri hiç bu iyileşme yokmuş gibi hâlâ teröre başvuruyorlarsa, hâlâ fakir fukara Kürd çocuklarının dağda ölmesine sebep oluyorlarsa, buna da “Dur” demek gerekir diye düşünüyorum. Hala önyargılar devam ediyor ve iş başka mecralara çekilmeye çalışılıyorsa, o zaman “Senin derdin, bu sorunları çözmek değildir” demek lazım. Şunu demeleri gerekirdi: “Biz 15 senedir şunları istiyorduk. Şükür bunlar, şunlar çözüldü. Şu kadar meselemiz kaldı. Bunun için dağda insanların ölmesine gerek yok.” Bugün terör örgütü, çilingir örgüt haline gelmiştir. Uluslararası kim kullanmak istiyorsa, kullandı. Kesinlikle, halkı terör örgütünden ayırıyorum. Vatandaşla terörü ve örgütün yaptıklarını tamamen ayrı düşünüyorum.
 
ZULÜMLE ÖZGÜRLÜK GELMEZ
Bdp’nin sizi eleştirmesi ve siyasi bir partinin temsilcisi gibi hareket ettiğinizi iddia etmeleri konusunda neler söyleyeceksiniz?

BDP siyasi bir parti ve bir vali olarak siyasi bir partiyle diğeri arasında ayrım yapamayız. Benim için her siyasi parti eşittir. Benim uzaklığım yakınlığım onlar açısından fark etmez. Ama onlar şunu görüyorlar: Benim, halkla diyalog kurmakta bir sorunum yok. Halkla onların arasına girdiğimi varsayıyorlar. Onun için bu kadar saldırıyorlar. O sokaklarda gezip küfreden ve sayıları üç beş kişiyi geçmeyenlerin metotları daha çok bizim halka daha yakınlığımızdan duydukları rahatsızlıktandır.
Geçmişte bu bölgede güvenlik adına yaşanmış haksızlık ve sıkıntılar aşılabildi mi? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Düğününde Kürtçe parçalar okunduğu için insanlar karakola götürülüp hesaba çekilip dayak yediği bir ortamdan, Van Valiliği’nin önünde Kürtçe konser verilen bir duruma gelinmiş. Bunu halk da görüyor ve değerlendiriyor. Halkla bir araya gelebilme adına Kürtçe öğrenme gayretine girdik ve ilk defa bir Kürd aydını olan Faqiye Teyran ile ilgili festival yaptık. Terörün yapılanları anlamama gayreti toplumun bir kesiminde de var. Siz ne yaparsanız yapın sizin yaptığınızı yanlış gösterme, yaptığınıza muhalefet etme ile kendini görevli sayan insanlar var. Onlara da saygı duyuyoruz. Herkes aynı şeyi düşünecek, aynı şeyi konuşacak, aynı giyinecek diye bir beklentimiz de yok. Biz sadece şunu bekliyoruz: Şiddete başvurmadan, baskıya ve zulme başvurmadan her kesin fikirlerini ifade etmesi lazım. Geçmişte akıllarından bile geçiremeyecekleri şeyler, bugün bölgede çok rahat bir şekilde tartışılıyor, konuşuluyor. Şuan an en büyük sorun birilerinin kendi düşüncelerini, kendi yaşam tarzlarını şiddetle ve cebirle başka insanlara dayatmalarıdır.

Son dönemlerde yaşanan kepenk kapatma olaylarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Halkın yüzde kaçı kendi isteğiyle kendi kepengini kapattı? Bunun neresi özgürlük, demokrasi, insan hakları? Bunu yapanlar; “Biz bunu özgürlük adına yaptık, demokrasi adına yaptık” diyebilirler mi? En temel haklardan biri can ve malının güvencede olması hakkıdır. İnsanların ticaret, alışveriş yapma hakkıdır. Ben hakkımı ararken, sizin hakkınızı ihlal edebilir miyim? Böyle bir hak arama olabilir mi?

DEPREMİ HEP BİRLİKTE YAŞADIK

Peki, Van’da geçtiğimiz yıl iki büyük deprem oldu. Siz hem vatandaş olarak hem de mülki idare amiri olarak bu depremi yaşadınız. O süreçten söz edebilir misiniz?

Ben de tüm Vanlılarla beraber iki büyük depremi de bütün artçıları da yaşadım. Vanlılar bir şekilde bu şehirden çıkabildiler. Benim öyle bir şansım da olmadı. 29 saniyelik Van depremi, var olan her şeyinizi, başta psikolojinizi yok ediyor. Elinizdekini götürüyor. Bir de gelecekle ilgili ümitlerinizi de götürüyor. Biz de ilk etapta çok etkilendik. İnsanız nihayetinde. Deprem olduktan yaklaşık 3 dakika sonra şehre doğru hareket ettim. Erciş’le temas kurabildik. Çok sayıda bina yıkıldığı haberini aldık. Helikopterle Erciş’e geçtim. Helikopterin iki tarafına iki arkadaş koydum ve yıkılan binaları saymalarını istedim. 68 bina saydık. Sonradan da 86 oldu. Durum çok kötüydü. Erciş merkezine araçla giremediğimizden yürüyerek girdik. Herkes yardım istiyordu. Anlatılacak gibi değil.

Deprem ile ilgili bazı çevrelerce dillendirilen şehir idaresindeki çift başlılık vanlıları mağdur etti görüşüne katılıyor musunuz? Valilik ve belediye arasında neler yaşandı?

Kriz merkezi, afet olduktan hemen sonra herhangi bir çağrı olmadan duruma vaziyet eder. Dolayısıyla depremden hemen sonra kriz merkezine gittim. Benden sonra TSK adına bir albay geldi. Vali yardımcısına da, belediyeden de başkan ya da başkan yardımcısı gelsin diye telefon açtık. Sonra o gün belediyeden Abdurrahman Doğan Bey geldi. Fakat iki üç gün sonra “Vali kriz merkezine belediyeyi davet etmemiş” diye bir söylenti yayıldı. Kriz merkezinde davet diye bir şey olmaz. Sen, kriz merkezinin en asli unsurusun. Belediye Başkanısın. Resen hiçbir çağrıya gerek kalmadan, koşarak oraya gelirsin, alman gereken inisiyatifi alırsın. Şimdi çift başlılık bunun neresinde?

İhaleler konusuna gelecek olursak. İhalelerin usulüne göre yapılmadığı, yolsuzluklar yapıldığı iddiaları gündeme geldi. Bu hususlar ile ilgili usulsüzlük yaşandı mı?

Afet zamanlarında afetin kendine özgü metotları vardır. Bu dönemlerde ihale koşulları farklıdır. İhale ile ilgili 22b yasasında belli şeyler tanımlanmış. Bu koşullar olunca ihalenizi davetiye usulü yapabilirsiniz. Bunun süresi de yok. Çünkü acelesiniz. Düşünün, aş evinde bulgura ihtiyacınız var. Normal ihale koşullarına göre yapsanız ihalesi 2,5 ay sürer. Millete, “Siz 2,5 ay bekleyin bulgur gelecek, yemek yapacağız” diyebilir misiniz? Çadır alacaksınız veya konteyner yerleştireceksiniz. Nakliye yaptıracaksınız. Bunlar valinin koyduğu kanunlar değil. Bunlar yöneticiye, “Sen her istediğini istediğin rakamla alabilirsin” hakkını da vermez. Orada sadece süreyi kısaltan, idarecinin elini güçlendiren, acil iş yapmasını sağlayan metotlar var. Mayıs’ta ihalesini yaptığımız okula şimdi öğrenci yerleştirdik. Normal açık ihale yapmış olsam, bunun sadece ihale süresi 120 gün sürer. Birileri; “Hizmetin hızlı yapılması, sorunların hızlı çözülmesi önemli değil kardeşim! Sen, ihaleyi bizim istediğimiz gibi yap, yerel gazetelere de ilan ver, biz memnun olalım” diyorlarsa, kusura bakmasın. Ben toplumun menfaatini 3-5 kişinin menfaatine değiştirmem. Ayrıca biz AFAD’ta, bize verilmiş bu hakkı kullanırken sanki açık ihale yapıyormuş gibi her yeni ihalemizi VATSO’ya gönderdik. Onları, internet sitesinde ilan ettik. Bizim internet sitemizde de ilan ettik. “Bunu duyan, buna teklif vermek isteyen herkes teklif versin” dedik. İhalelere 30-40 teklifle girdik.
 
“AHLAKSIZCA İFTİRALAR ATILDI”

Peki, ulusal bir gazetede yazan Emre Uslu’nun yerel gazetecilere dayandırarak söylediği, “Muhammen bedel üzerinden indirime gidilmeden ihalelerin verilmiş olması, gazetecilere 100 adet sus payı ev verilmesi, yapılan ikinci kavşakta yüksek fiyat verilmesi” gibi iddialar ile ilgili neler söyleyeceksiniz?

Muhammen bedel ifadesi doğru değil. Bunları söyleyenlerin kendi iddiaları doğruysa gelip muhammen bedelin altında fiyat verselerdi ya. Diğer meseleye gelince; şimdi bunu dile getiren ahlaksızlar olmamış bir şeyi olmuş gibi göstererek iftira ediyorlar. Bu gizli değildir. Bunu topluma sanki “100 tane gazeteci seçilmiş, Van’da da yolsuzluk ayyuka çıkmış, siz bunları konuşmayın; ama birer daire verelim” gibi topluma yansıtanlar ahlaksızdır. Bu proje Van Gölü Gazeteciler Cemiyeti’nin projesiydi. Dönemin başkanı Yahya Bey, ekip olarak, “Bizim gazetelerde çalışanların tamamına yakını asgari ücretle çalışan insanlar. Bunların birçoğunun evi yok. Bu kadar konut yapılıyor. 17 bin konutun yapımına başlandı. Bizim üyelerimiz arasında tespit yaptık. İhtiyacı olan gazeteci arkadaşlara biz TOKİ’den uygun koşullarda, taksitlerle ev alabilir miyiz” dediler. Ben de, “Sizinki bir teklif, ben aracı olurum size. Sizi TOKİ Başkanı ve Beşir (Atalay) Beyle bir araya getiririm. Bunu yapacak olan vali değil” dedim. Sonra bir otelde Yahya Beyle yönetimden 3-5 arkadaşı bir araya getirdim, konuştular. TOKİ başkanı da buna olumlu baktı. “Ama öncelikli hedefimiz hak sahiplerinin evini yapmaktır” dedi. O zaman Mayıs gibiydi. Sonra Beşir Bey basın toplantısı yapınca gazetecilerden Salih Geçken “Gazetecilere böyle bir şey yapılamaz mı?” diye sordu. Beşir Bey de çok olumlu yaklaştı. Kimse haraç istemiyor veya rüşvet istemiyor veya sus payı istemiyor. Parasını verip ev almak istiyor TOKİ’den. Sadece istedikleri şey, bunların kuraya tabi tutulmaması, bir de uygun taksit yapılması. Herkes gibi TOKİ’den daire satın alacaklar. Ama olay daha çözülmedi. Bir şeye de bağlanmadı. Benim üzüldüğüm şu: Gazeteciler aylarca bir çadırda çalıştılar. Hepsi Van’da çalışan Vanlı depremzede olan gazetecilerdir. Bunların kendi paralarıyla daire almalarına kim ne diyebilir?

Yapılan ihalelerde usulsüzlük iddialarına gelince... Biz ilk deprem günlerinde müteahhit bulamıyorduk. O gün herkes Van’dan kaçıyordu. Ama birileri de gelip burada halka hizmet ediyordu. Her toplumda iyiye düşman bir kesim vardır. Bunların sesi çok çıkar; ama sayıları azdır. Ayrıca iki kavşak diye mukayese olur mu? Kavşağın bir tanesinde tünel kısmı 20 metredir, diğeri 100 metredir. Birisinde alt yapı hiç yoktur, birisinde çoktur. Birisinde baks vardır, birisinde yoktur. Birisinde yan yollardaki işlem daha azdır, birisinde daha çoktur. Bunu söyleyen adam da cahil, bunu yazan adam da cahil. Bu sadece iki kavşakla, iki rakamla açıklanamaz. Yine bazı yöneticilerin araçlarını devlete kiraladığı iddiaları var. Kimmiş o yönetici? Orada yazacak. Bütün yöneticileri töhmet altında bırakma hakkı yok. O ahlaksızın, o yönetici kimse onun ismini vermesi lazım.

Yaptığınız bir çalışma sonrası ortaya koyduğunuz kitapta ‘Van’da Hayat Yolun’da diyorsunuz. Gerçekten öyle mi? Van’da hayat yolunda mı?

Van’da hayat yolunda. Bunu inanarak söylüyorum. Bugün bunu söylemek için elinizde verilerin olması lazım. Ben Van’da ekonomik hayata bakıyorum. Van sokakları şu anda 23 Ekim’den daha mı az kalabalık yoksa daha mı çok kalabalık? Ticaret çok daha fazla canlı. Bankadaki mevduat miktarı şu anda 23 Ekim’e göre 2 katına çıkmış. 1 sene içinde 17 bin konut yapılmış. 60-70 tane okul bitmiş. Tek bir öğrenci bile açıkta yok. Sorunlarımız yok mu? Elbette var. 23 Ekim’den önce de sorunlar vardı, bugün de var. Ama sorunların büyük çoğunluğunu çözdük. Bugün hayat yolundadır Elhamdulillah.