Türkiye’de belli dönemlerde kitapları okunan yazarların sonraki yıllarda hatırlanmasında çoğu zaman nostalji duygusu önde olmuştur. Hal böyle olunca yazarların vefatı sonrasında ‘yazarların yazarı’ veya ‘hocaların hocası’ klişesinin yakınında bulunan sıfatlarla kaleme alınan yazıların ana malzemesi ne yazık ki arama motorlarında bulunan Türkçe bilgilerden öteye geçememektedir. Oysa entelektüel geleneklerin serpilip gelişebilmesi için bu tür cılız adımların uzun soluklu koşuya dönüşmesi gerekir.
Geçtiğimiz günlerde vefat eden Meryem Cemile hakkındaki yazılar bu yargımı doğrulayan örneklerden biri olması bakımından üzerinde durulmaya değer. On yıllar boyunca Meryem Cemile’ye veya eserlerine atıf yapan herhangi bir ismin/yazının olmaması; Türkiye’de İslâmcı fikirlerin süreç içinde birikmediğini; bir nesilden diğerine gerektiği aktarıl(a)madığını bundan dolayı da gelişip boy atamadığının en önemli göstergelerinden biri. Ve bu süreç sadece Meryem Cemile için değil pek çok kişi için daima böyle işler. Bu ilgisizliği farklı bakış açılarıyla izah etmek gerekmektedir. Üstelik Müslümanlığını önemseyen yazarların bile onun için ‘hayatını kaybetti’ ifadesini kullanmış olmaları gündelik hayatta karşılaştığımız seküler ifadelerden biri olarak kaydedilmelidir.
“Zamansız” Okumak
Bilindiği gibi farklı ülkelerde yaşayan Müslüman yazarların eserleri altmışlı yıllardan itibaren Türkçe kültür dünyasına daha yoğun olarak kazandırılmaya başlanır. Müslümanların haklılığını, vazifelerini ve savunusunu içeren pek çok kitap değerli olup olmadığına bakılmaksızın yayınlanır. Kaynaklara dönüş düşüncesinden oryantalizme kadar ‘çelişkilerle’ dolu bir yayın ortamı oluşur. Elbette bu çelişkiler çeviri eserlerin bütününe ilişkin hatalı, düşmanca ve küçümseyici bir bakışa sebep olmamalıdır.
Müslüman olan pek çok Batılının geçtiği yoldan geçen Meryem Cemile Batı’yı bilmesinden dolayı materyalizm ve oryantalizm başta olmak üzere batıyı kuran çitlerde delik açmaya çalıştı. Ben, kendi döneminin pek çok öncüsü gibi, oldukça farklı ve geniş alanları kapsayan konularda söz alan Meryem Cemile’yi ‘zamanında’ okumadım. Daha doğrusu okuyamadım, zira yetmişli ve seksenli yıllar boyunca ‘yoğun’ okunmuştu onun eserleri. Oysa ben doksanlı yıllara doğmuştum. Benim onunla ilgilenmem de farklı bir yoldan gerçekleşti. İlki Mevdudi ile olan mektuplaşmalarında ortaya konulanlar oldu. İkincisi ise Said Halim Paşa’yı oldukça erken bir dönemde fark edişi dikkatimi çekmişti. Büyük ihtimalle onun Said Halim Paşa’yı fark edişi Müslüman oluşunu etkileyen Muhammed Marmaduke Pickthall sayesinde oldu. Yani benim de onun eserlerini fark edişim başkalarını okurken gerçekleşti. Bu konuda kendimi şanslı saymam gerekir mi bilemiyorum tabii.
Meryem Cemile’nin Türkçeye farklı zamanlarda farklı amaçlarla el yordamıyla çevrilen eserlerini dikkate aldığımızda onun düşünce dünyasını ancak seksenli yıllara kadar izleyebiliriz. Seksenli yılların başında kaleme aldığı eserlerin seksenli yılların sonunda çevrilmiş olması bu bağlamda zikredilebilir. Ne var ki, bu ilgiye rağmen onun Türkiye İslâmcılığına etkileri ‘düşünür’ seviyesinde görülebilecek ‘kurucu’ bir etki değildir. Kiminle karşılaştırılırsa karşılaştırılsın bu etkisizlik ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla bazı konulardaki dikkatini önemsediğim Meryem Cemile’nin ‘düşünür’ kategorisinde değerlendirilmesi bence abartılıdır. Cemile olsa olsa İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki İslami uyanış sürecinin önemli isimlerinden Mevdûdi silsilesinin ‘cılız’ bir varisidir. Bu nedenle onun hakkında değerlendirme yaparken ihtiyatı elden bırakmamak gerekirdi. Zihni de çağına hâkim olan düşünceler ve tabii ki tecrübeleriyle yoğrulmuştur. Nitekim, kendisiyle iki binli yıllarda yapılan bir söyleşi bunu açıkça ortaya koymaktadır. Buna karşın Türkçeye çevrilen eserlerinden sonraki hali “kapalı kapıların en kapalısı” deyişini doğrular niteliktedir.
Plautus Buğday Kurdu’nda “İyileri kötülemeye kalkmak kötü şeydir ama kötüleri de kötülemeyecek değiliz. Hakkını vermeli herkesin…. Kötüleri kötülemek bence iyilik etmektir…” der. Buradan yola çıktığımızda Meryem Cemile’nin, İslam ve Çağdaş Öncüleri’nde iyilerin iyiliğini İslam ve Oryantalizm kitabında ise kötülerin kötülüğünü ortaya koymuştur diyebiliriz. Ben burada ikinci eserinden yola çıkarak bazı hususlara dikkat çekmek istiyorum.
Cemile, İslam ve Oryantalizm kitabını öğrencilere Avrupa’da, Müslümanların inançları ve tarih boyunca da bu inanç doğrultusunda yaptıkları şeyler hakkında bilgi artışından hareket eden oryantalistlerin yaptıklarını eleştirmek amacıyla yazmıştır: “İslâm’ı kabul ettikten sonra, çocukluğumdan beri çevremi sarmış olan (…) anti-İslami propaganda karşısında donup kaldım. Sonra, bu kötü niyetlerini ve önyargılarını korkmadan açığa vuran oryantalist yazarların kitaplarından bir demet ortaya çıkardım. İşte bu kitap, New York ve Lahor’da uzun yıllar yaptığım çalışmaların bir ürünüdür.”
Oryantalizm, Ortadoğu ve Modernleşme Kuramı
Cemile’ye göre, oryantalistlerin hakikati çarpıtma ve İslâm’ı tahkir etme sürecinde üzerinde en çok üzerinde durdukları konu, Hz. Muhammed’e hiçbir şeyin vahyedilmediği ve ona izafe edilen inanç sisteminin günümüz dünyasına yani modern dünyaya ters düştüğü için terk edilmesi gerektiğini vurgulamalarıdır. Bu bakımdan o oryantalizmle modernizmi birbirinden ayırmaz. Oryantalizm hakkında şunları söyler: “Oryantalizm, İslam’ın objektif ve tarafsız bir incelemesi değildir. Çünkü oryantalistler, derin ve orijinal araştırma için gerekli ilmi geleneklere samimi bir şekilde bağlı kalmamışlardır. Fakat gençliğimizi inançlarına karşı isyan ettirmeye teşvik etmiş, İslâm tarihini ve kültürünü çağdışı olarak görerek tahkir etmişlerdir. Gaye şüphe ve fesat tohumları ekerek kemâle ermemiş insanlar arasında mümkün olduğu kadar İslâm’ın tutarsız olduğu fikrini yaymaktır.”
Oryantalizm değerlendirmelerinde öne çıkardığı eleştirilerden biri İkinci Dünya Savaşı sonrası oryantalistlerinin yazdığı kitapların çoğunun Müslümanların modernizasyonu beklentisini esas almış olmaları hakkındadır. İslam’ın çağdaş ve stratejik incelemesini içerme iddiasındaki bu çalışmalar Cemile’ye göre klasik oryantalizmin kalitesini düşürmüştür. İslam tarihi ve kültürünün temel kaynaklarını inceleyerek eserler ortaya koyan Alman oryantalistlerin aksine günümüzdeki Amerikan oryantalistleri meseleleri tamamen sosyolojik perspektiften ele almaktadır. Çünkü bu yeni oryantalistler genel olarak Arapçaya vakıf olmadıklarından İslam’ın klasik kaynaklarına inceleyecek bir birikimden yoksundurlar. Bu yüzden Amerikalı oryantalistler daha çok Ortadoğunun modernizasyonu konusuyla ilgilenirler, bu doğrultuda makaleler yazarlar ve seminerler verirler. Emek, zaman ve gayret gerektiren yetkin çalışmalardan uzak olan oryantalizmin bu kolu Müslümanların kültürel tarihinin değerli eserlerini arka plana attıklarından basmakalıp düşünceleri tekrar etmenin ötesine geçememiştir. İslam ve Oryantalizm’in kaleme alınmasının üzerinden otuz yıl geçmesine rağmen bazı noktalarda hâlâ güncel olduğunu ifade edelim. Malum Ortadoğu ve modernlik konusu hâlâ gündemde.
Yazılı metinlerin tanımlanmasında karşımıza çıkan güçlükler, bunların yorumlanması sürecinde karşılaşılan çapaklı anlatımlar oryantalistlerin sadece soyut bir düzlemde çalışmadıklarını gösterir. Meryem Cemile İslam ve Oryantalizm kitabıyla, oryantalistleri bazı eserlerden hareketle dönemi için ayrıntılı sayılabilecek bir biçimde ortaya koyan bir görevi yerine getirmiştir. Cemile, Charles Adams’ın Modernizm ve İslam, Albert Hourani’nin doksanlı yıllarda Türkçeye çevrilen Liberal Çağda Arap Düşüncesi gibi önemli metinlerden de haberdardır. Dönemin önemli oryantalistlerini, onların eserlerini ve bu tür yayınları yaygınlaştıran dergileri mercek altına alan yazar, yapılan araştırmaların altında yatan emperyalist niyetlere özellikle dikkat çekmektedir. Philip K. Hitti, Kenneth Cragg, Solomon David Goitein, Montgomery Watt, Wilfred Cantwell Smith, Nadav Safran, H.A.R. Gibb ve Freeland Cornell Abbot tarafından yazılan kitapların önemli noktalarını en ince ayrıntısına kadar eleştiren Cemile’nin bu eleştirilerinden bugüne dek ayakta kalabilenlerin olduğu söylenebilir. Fakat bu eleştirilerin oryantalizm hakkında yapılan çalışmalarda dikkate alındığını söylemek mümkün değildir. Burada hemen Cemile’nin eleştirdiği isimlerden Hitti, Watt, Goitein ve Gibb’e özel bir ilgi duyduğumu belirtmeliyim, zira bu isimlerin bazı eserlerinin doksanlı ve iki binli yıllara denk gelen süreç içinde peyderpey Türkçeye kazandırılmış olması da dikkat çekmektedir. Artık oryantalist metinler sadece kuşku ile bakılan eserler olmaktan çıkmıştır.
“Entelektüel İzolasyon”
Meryem Cemile, değerlendirdiği isimlerin/eserlerin tümünü aynı kategoride ele almaz, H.A.R.Gibb tarafından kaleme alınan İslâm’da Modern Yönelimler kitabını entelektüel doğruluğundan dolayı önemli bulur. Onun pek çok araştırmacıya nazaran İslâm’ın kültür değerlerine daha çok aşina olmasından dolayı eserlerindeki kusurların az oluşuna dikkat çeker. Sonuçta onun da Müslümanların modernizme adapte olmaları gerektiğine dönük bir inanca sahip olduğuna da değinir. Gibb’in öğrencisi olmamakla birlikte, düşüncelerinden önemli ölçüde etkilenen Marshall Hodgson’ın İslâm’ın Serüveni adlı kitabını yazabilmiş olması bu silsilede Gibb’in yerini ve önemini ortaya koymaktadır. Cemile’nin, Gibb’in çalışmasından yapmış olduğu alıntılar Muhammed İkbal’in İslâm’da Dini Düşüncenin Yeniden Doğuşu kitabı hakkında Türkçedeki ilk eleştiriler olması bakımından da önemlidir. Fakat kitap dikkatli okunmadığı için hem yayınlandığı dönemde hem de sonraki yıllarda İkbal üzerine herhangi bir eleştirel metin kaleme alınmamıştır. Müslüman liberal neslin öncülerinin gaybi bazı konular başta olmak üzere çeşitli konularda yapmış odluları yorumların günümüzde daha da yaygınlaşmış olması üzerinde durulması gereken bir başka bahistir.
Meryem Cemile, oryantalistleri eleştirirken “entelektüel izolasyon” adını verebileceğimiz bir tavrı da süreklileştirir. Hindistan ve Pakistan’daki düşünsel gelişmeleri değerlendirirken Ekber, Seyyid Ahmed Han, Mirza Gulam Ahmed ve Perviz gibi isimleri eleştirir. Fazlur Rahman’ın da destek verdiği Eyyüb Han’ı “modern ve liberal İslamcılığın şampiyonu” olarak görür. Eyyüp Han’ın Mevdudi’nin yaklaşımlarını bir geriye kaçış, boş ve ümitsiz bir davanın takipçiliği olarak görmüş olduğunu hatırlatır. Fakat zamanın pragmatist Eyyüb Han’ı düşünceleriyle beraber tarihin karanlıklarına gömdüğünü buna karşın Mevdudi’nin düşüncelerinin dünya çapında önemli bir hizmeti ifa ettiğini belirtir. Oryantalistlerin gelenekçiler ve modernistler arasında yapmış olduğu ayırımın hatalarına değinir. Bilindiği gibi dinde modernizm, dinin esaslarını çağdaş düşüncenin ışığında yeniden ele alınma teşebbüsü olarak tanımlanabilir. Müslüman dünyadaki modernistler bir bakıma bir imkânsızlığı gerçekleştirmeye çalışır. Cemile haklı olarak, modernistlerin ifade edildiği gibi gerçekten batı felsefesine inanıyorlarsa neden İslam sıfatını taşıma gereği duyduklarını sorar.
Meryem Cemile, Gibb’in 1945’te yayımlanan kitabından yola çıkarak Müslüman dünyadaki modernist harekete değinir. Ne var ki bunu yaparken düşünürleri, farklı eğilimleri yerli yerine oturtan bir dikkatle yola çıkmaz. Sözgelimi Muhammed Abduh’u Seyyid Ahmed Han’la birlikte anar. Oysa her iki isim arasında büyük ve esaslı bir fark vardır. Şunu anlıyoruz ki Meryem Cemile, Menar Ekolü hakkında genel olarak olumsuz düşünmektedir. Bu yüzden Muhammed Abduh ve Reşit Rıza’nın sadece ‘özür dileyici’ tutumlarından hareketle genel bir değerlendirme yapmaktadır. Öyle ki bu durum Reşid Rıza’nın Hilafet kitabını değerlendirirken Nadav Savran’dan yapmış olduğu şu alıntıyla nakzedilmesine rağmen değişmemiştir: “Reşit Rıza’nın politikaya yaklaşımının son derece ahlaki ve idealist olduğunu belirtmek gerekir.
Bu yaklaşım eski Müslümanların tecrübelerinden hiç ders almamış görünür. Şu bir gerçektir ki, İslam’ın siyasi uygulanışı 1400 yılın ancak ilk kırk yılında başarıyla uygulanmıştır.Bu gerçek yazarı bir an bile olsun başarısızlığın sebeplerini İslam’ın prensiplerindeki aksaklıklarda aramasına sebep olmamıştır. Reşid Rıza’nın görüşleri tamamen dinidir.” Muhammed Esed’in Mekkeye Giden Yol ve Yolların Ayrılış Noktasında İslam kitaplarından etkilenen Meryem Cemile’nin, Esed’in Kur`an Mesajı meal ve tefsiri hakkındaki kanaatleri de tartışmaya açık. Meryem Cemile, Esed’in mealinin tümüyle Muhammed Abduh`un Menar Tefsiri üzerine kurulu olduğunu ifade ediyor. Elbette Muhammed Esed , Muhammed Abduh`un büyük bir hayranıdır ve ondan çok etkilenmiştir ama bu etkilenme durumu Esed’in ‘özgünlüğünü’ göz ardı etmeyi gerektirmez. Bu bakımdan Esed’in orjinalitesi hakkında Türkçede yazılan akademik yazıların temelsizliğini görmek bakımından Hikmet Zeyveli’nin Marife dergisindeki kriterli kritik yazısı mutlaka okunmalıdır. Kanaatimce, Cemile’nin, Mehmet Akif’in bazı yazılarını tercüme ettiği Ferid Vecdi’yi Batı karşısında aşağılık duygusu taşıdığını düşünmesi de bu konuyla yani değerlendirdiği bazı isimlere nüfuz edememesi veya tümüyle Mevdudi etkisiyle alakalıdır.
Müslüman adı taşıyan modernistlerin taklitçi ve özür dileyici yaklaşımlarına değinirken içinde yaşanılan zamanların değişkenliklerini de dikkate almaz. İslam’ı çağdaş bir dille taviz vermeksizin anlatan yazarlar arasında Mevdudi, Ebul Hasan Nedvi, Mevlana Ali, Muhammed Hamidullah, Seyyid Hüseyin Nasr’ı anar. Hamidullah ve Nasr’ın eserlerinin pek çoğunun Batı dillerine yayınlamış olmasının İslam’ın Avrupa ve Amerika’nın akademik ortamlarında tanınmasına katkı yaptığına dikkat çeker. İslami uyanışta etkisi olan İhvan ve Cemaati İslami gibi örgütlü yapılara kitabın farklı yerlerinde sıkça değinmesi önemlidir. Cemile, temelinde sistematik düşüncenin olmadığı düşünülen İhvan literatürünün polemik ve sathi bir romantizmle yüklü olduğu şeklindeki oryantalist iddiaları reddeder. Tarık Ramazan’ın babası Said Ramazan, Abdulkadir Udeh, Seyyid Kutub’u İhvan düşüncesi içinde anar. Fakat şu var: Onun andığı isimlerden ikisi İhvan’dan ayrılan isimlerdir. Diğer taraftan bugün kırklı ve ellili yıllardaki İhvan söylemi hakkında sadece oryantalistler değil pek çok çevrenin de benzer değerlendirmede bulunuyor olması değişim sürecini anlamak bakımından üzerinde durulması gereken bir noktadır. Gibb’in Müslüman dünyanın kurtuluşu için umudun ulemada olduğu şeklindeki yaklaşımına katılmaz. Oysa Gibb’in beklentisinin aksine bugün İslami uyanışı omzunda taşıyan ulema değil, modern eğitim gören isimlerdir.
Pakistan’da, İslami bilgiden yoksun isimlerin “İslami devlet” “İslami ideoloji” gibi sloganları kullanmalarını tenkit eden Cemile, bu kavramları kullananların samimi ve inançlı olsalar, gerçekten ciddi bir iş yaparak dört başı mamur, saygın ve etkin bir İslami devlet kurma konusunda gayret etselerdi Müslüman dünyanın kaderinin bugünkünden farklı olacağını ifade eder.
Kitabın çevrildiği dönemin bazı özelliklerini taşıdığını da ifade edebiliriz. İslami hareket kavramı başta olmak üzere pek çok ifade bu çerçevede değerlendirilebilir. İslami hareketlerin Arap dünyasında ve Türkiye’de bastırıldığını buna karşın Habib Burgiba, Cemal Abdunnasır, Mustafa Kemal gibi isimlerin Müslüman toplumların sözcüleri olarak oryantalistlerce öne çıkarıldığını belirtir. Çeviride Mustafa Kemal yerine M.K. kısaltmasının kullanılması, Yahudilik ve Siyonizm kelimelerinin yerli yersiz kullanılması da dönemsel kullanımların metnin çevirisine yansıması olarak görülebilir.
Son olarak şunu tekrar ifade edeyim: Meryem Cemile’nin İslami hareketlere bakışını eleştirdiği oryantalistlerin bu konudaki çoğu yaklaşımının bugünün Müslümanlarınca da savunulabiliyor olması yaşanan hayatla kavramların çelişkisinin bariz bir göstergesidir. Yoksa Müslümanları romantizm, aşırı duygusallık ve ütopyacılıkla suçlayanların hüsnü kuruntuları nasıl açıklanabilir.
Meryem Cemile’nin hayatı boyunca yazdıkları arasından yapılacak bir seçkinin yayımlanması onun mirasını hatırlamak bakımından bir vefa örneği olacaktır. Kabul edelim ki, yukarıda sözünü ettiğimiz vefasızlıktan kurtulmak pek kolay olmayacaktır.
Asım Öz /Dünya Bülteni