Hüseyin Sağlam / Doğruhaber
Gerekçeler hep aynıydı; ya nükleer malzeme taşıdığından kuşkulanılırdı, ya da HAMAS ve Hizbullah’a silah taşıdıklarından şüphelenilirdi.
Ancak siyonist rejimle yaşanan siyasi sorunlar ve Türkiye’nin bölgede oluşturmaya çalıştırdığı yeni vizyon sonrası bu uygulamaya son yıllarda pek rastlanmıyordu. Ta ki hafta içerisinde yeniden bir İran kargo uçağının D.Bakır havaalanına indirilip tekrar aramadan geçirilene kadar.
Unutmamak gerekir ki, İran uçaklarının indirildiği zamanlar, Afganistan ve Irak işgaliyle başvurulan insan kaçırma operasyonlarında Türk hava sahası ve havaalanlarının korsanlık üssü gibi kullanıldığı zamana denk gelmekteydi. Guantanamao veya diğer bazı ülkelerdeki işkence üslerine insan kaçıran korsan uçakların varlığı ve Türk havaalanlarını kullanmasının bile inkar edildiği bir dönemde İran uçaklarına karşı korsanca uygulamalar yapılıyordu.
Uzun süredir terk edilen bu uygulama, bu hafta içerisinde yeniden baş gösterdi ve İran uçağı tekrar inişe zorlanarak aramadan geçirildi.
Bu tür uygulamaların Türkiye’nin bölgesel menfaatleriyle elbette ilgisi bulunmamaktadır. İsrail’in Akdeniz’de yeniden korsanlığa soyunduğu bir dönemde Türkiye makamlarının da benzer uygulamalara girişmesi, bozulan ilişkilere rağmen İsrail’le aynı güvenlik konseptinin devreye sokulduğunun işaretleri gibi gözüküyor.
Ortadoğu’da baş gösteren halk ayaklanmalarının israil ve ABD’yi endişelendirmeye başladığı, İran’da beklenirken ayaklanmaların ABD’nin en sadık müttefiklerini hedef almaya başladığı bir dönemde Türkiye’nin yeniden eski politik davranışlara yönelmesi, bölgede yaşanan gelişmeler karşısında aktörlerin pozisyonlarını netleştirme politikasıyla ilgili bir durum gibi görünüyor.
Özellikle Bahreyn merkezli gelişmeler, Suud ve diğer ufak tefek civar ülkelerin Bahreyn’e asker göndermeye başlaması, ister istemez gözleri İran’a çevirmiş bulunuyor. ABD’nin gayrı resmi deniz üssü fonksiyonunu üstlenen Bahreyn krallığı için tehlike çanları çalıyor. Nüfusun çoğunluğunun Şii olması, diktatörlüğe karşı halk ayaklanmasını mezhep çatışmasına dönüştürerek kendi menfaatlerini koruma peşinde olan bir ABD şeytanlığı söz konusu.
Aynı şekilde Bahreyn’deki gelişmeleri saltanatları için dönüm noktası olarak gören başta Suud krallığı olmak üzere diğer krallıklar da olaya mezhebi bir boyut katarak kendilerini sağlama alma derdine düşmüş durumda. Zaten askeri müdahalede bulunmaları da olaya verdikleri önemin göstergesi.
Olayın diğer ucunda da ister istemez İran bulunuyor. Tıpkı Saddam zamanında olduğu gibi İran’ı bölgesel gelişmelerden izole etmek için haklı halk talepleri mezhepsel çekişmelerle örtbas edilmeye çalışılıyor. Doğal olarak İran da Bahreyn’deki soruna ilgisiz kalamıyor. Asker müdahalesi de İran’ın Suudi vasıtasıyla bölgesel gelişmelerden izole etmenin en ciddi adımı olarak görülüyor.
Kısacası Bahreyn özelinde bölgeye Suudi ve diğer krallıklar eliyle israil ve ABD politikaları dayatılmaya çalışılıyor. Tüm bölge aktörleriyle iyi ilişkide bulunmakla iftihar eden Türkiye’nin bu kritik zamanda bölge zararına olacak şekilde garip davranışlar sergileme yoluna gitmesi ise en başta oluşan kendi iyimser imajına darbe vurmuş oluyor.