Ömer Kılıç tarafından verilen seminerde Yahudilik ve İsrail tarihi şu şekilde özetlendi.

Yahudilerin tüm dünyadaki toplam nüfusları 30 ile 50 milyon arasında iken, tarih boyunca ve günümüzde haklarında en çok konuşulan millettirler.

Yahudilik tarihi, tahminen MÖ.2000’li yıllarda yaşayan İbrahim (s)’ın oğlu İshak (s) ile başlamakta olup; İshak’ın kardeşi İsmail (s)’de Arapların atası kabul edilmektedir. Yani Yahudiler ile Araplar amcaoğlu konumundadırlar.

Yahudiler tarih boyunca ve günümüzde Arapları küçümsemişlerdir. Bunun sebebi ise, Arapların atası sayılan İsmail (s)’ın, İbrahim (s)’in, eşi Sara’nın zenci bir kölesi iken, eşinin isteğiyle ikinci hanımı olan Hacer’den; Yahudilerin atası sayılan İshak’ın ise İbrahim (s)’in ilk ve hür eşi olan Sare’den olmasıdır.

Yahudilik tarihi, İshak (s)’ın ardından, her biri birer peygamber olan Yakup, Yusuf, Musa, Harun, Zekeriya, Yahya ve İsa (s) ile bunların aralarında yaşamış pek çok peygamber silsilesi ile devam eder.

İshak (s)’in oğlu Yakup (s)’ın diğer adı İsrail olup, Yahudi milletinin esas ismi Kur’anda da sık geçtiği üzere İsrail Oğullarıdır (beni İsrail). Yakup (s)’ın oğullarından birinin adı olan Yahuda’ya nisbetle, Yahudi olarakta isimlendirilmektedirler.

Kur’anı Kerimin 12.Yusuf Suresinin tümünde ayrıntılı olara anlatılan Yusuf (s) peygamber zamanında Mısır’a yerleşen ve burada iyi bir mevki kazanan Yahudiler, zamanla Mısır’a hakim olan firavun yönetimince köleleştirilip, işkence ve eziyetlere maruz bırakıldılar.

Musa (s) zamanında Mısır’dan hicret ettirilen Yahudiler, çölde geçen uzun yılların ardından; Davut (s) zamanında, bugün Filistin olarak bilinen, merkezi Kudüs olan Kenan diyarında güçlü bir tevhidi devlet kurdular. Bu devlet, Yahudilerce peygamber kabul edilmemekle beraber, Kur’ani Kerimde peygamber olduğu bildirilen Süleyman (s) zamanında en güçlü ve parlak devrini yaşadı.

Musa (s) ve sonrasında kendilerine verilen nimetlere sık sık nankörlük yapan Yahudiler, Süleyman (s)’ın vefatının ardından, tahminen MÖ.500’lü yıllarda zayıflayan devletlerinin ardından, 2’si büyük olmak üzere defalarca yıkıma ve kıyıma uğradılar. Bu hususa 17.İsra Suresi 4’ten 8’e kadar olan ayetlerde değinilmektedir.

İlk büyük yıkım ve kıyımı gerçekleştiren Asurlular, Yahudilerin kıyımdan kurtulanlarını Irak’a götürdülerse de, Asurluların zayıflamasının ardından Kudüs’e geri döndüler. İkinci büyük yıkım ve kıyımı gerçekleştiren Babilliler de Yahudileri Kudüs’ten sürdülerse, ilk fırsatta geri döndüler. Bilahare İskender ve en son Romalılar Yahudileri ezdi.

Bu sürekli yıkım ve kıyımlar Yahudilerde, muhtemelen Zerdüşt dininden öğrendikleri kurtarıcı Mesih inancının oluşmasına sebebiyet verdi. Mesihlik benzeri mehdi inancı, Yahudilikten Roma zulmüyle inleyen Hıristiyanlara, onlardan da Emevi, Abbasi ve Moğol zulmüyle inleyen Müslümanlara geçti. Bilhassa, Hüseyin (ra)’tan itibaren devamlı baskı ve kıyıma uğratılan Şia mezhebinde, 12 masum imam ve beklenen mehdi anlayışı olarak, mezhebin – dinin itikat esaslarından biri haline geldi.

Yahudiler Roma İmparatorluğu zulmü altında ezilmekte iken, İsa (s) peygamber olarak gönderildi. Mesih beklentisinde olan Yahudiler İsa (s) peygamber kabul etmediler. Çünkü Yahudiler ve din adamları, hakkı ve ahireti değil, dünyevi çıkarları ve seçilmiş Yahudi kavmini önceleyen bir din anlayışında idiler. Dolayısıyla, İsa (s)’in getirdiği mesajlar, hakkı ve ahireti esas aldığından, işlerine gelmedi.

Özellikle, dini pozisyonları bozulan din adamları İsa (s) çok şiddetli karşı çıktılar ve Romalı müşriklerle değil, İsa (s) ve ona inanan ve sayıları çok az olan havarilerle mücadele ettiler. Hatta, ülkelerini işgal altında bulunduran müşrik Roma yönetimi ile işbirliği yapıp, İsa (s)’i ortadan kaldırmaya uğraştılar.

İsa (s)’ın getirdiği tevhid ve adalet vurgulu mesajdan rahatsız olan Romalı işgalciler, Yahudi din adamlarının yardımıyla İsa (s)’ı ortadan kaldırmaya çalıştılar isede, muhtemelen İsa (s)’e benzeyen birini çarmıha gererek işkenceyle öldürdüler ve İsa (s)’ı öldürdüklerini sandılar.

İsa (s)’dan yaklaşık 70 yıl sonra Romalılar Kudüs’teki Yahudileri çeşitli yerlere, bilhassa Batı Avrupaya sürgün edip dağıttılar (Diaspora). Bu sürgünden günümüzdeki işgalci İsrail devletininin kurulduğu 1948 yılına kadar bir daha toparlanamadılar ve devlet kuramadılar.

Yahudiler bu sürgün boyunca sadece islam ülkelerinde insanca muamele gördüler ve yaşadılar. Diğer yerlerde ve özellikle Avrupada ise, hayvana yakın bir muamele görüp, eziyet ve işkencelere, kıyım ve katliamlara uğratıldılar.

Avrupada toprak ve ev almaları yasak olduğundan, tefecilik ve mücevhercilik gibi parasal işlerle uğraştılar ve zenginleştiler. Bu işlerin onlara bırakılmasının nedeni ise, 1800’lere kadar Avrupada (ve Osmanlıda) ticaret ve benzeri işlerin hor görülüp, toprak sahipliği ve devlet memurluğunun revaçta olması idi. Ancak 1789 Fransız ihtilalinden sonra durumları iyileşmeye, statüleri yükselmeye başladı.

Neredeyse ikibin yıl süren sürgün boyunca Yahudiler merkezi Kudüs olan İsrail devleti idealini hep yaşattılar. Osmanlının zayıflamaya başlaması üzerine, ileride yıkılacağını hesap eden Siyonist (Yahudi milliyetçisi) örgütler ve ileri gelenler; ileride bir devlet kurabilecekleri ümidiyle dünyanın dört bir yanındaki Yahudilerin Kudüs’e göçünü özendirdiler ve teşvik ettiler.

Lakin bu göç hiçte kolay ve hızlı olmadı. Çünkü ana dilleri olan İbranice unutulmuş olduğu gibi, Yahudiler bulundukları memleketlerde rahat yaşamayı arzuluyordu.

1894’te, Fransız ordusunda görevli Dreyfus isimli Yahudi asıllı bir subay, Alman casusluğu ithamıyla, düzenlenen bir törenle aşağılanarak subaylıktan atıldı. Bu duruma şahit olan ve etkilenen Theodor Herzl isimli Yahudi asıllı bir gazeteci, Siyonizm idealiyle dünya Siyonist kongresini Basel’de topladı.

Yazmış olduğu “Yahudi Devleti” isimli kitabı kongrede okuyup, en geç 50 yıl içinde İsrail Devletinin kurulacağını iddia etti. O günkü şartlarda ciddiye alınamayacak hayali bir iddia olan bu devlet, 60 yıl sonra 1948 yılında gerçekleşti. Bu ideali gerçekleştirmek için çalışmalar başlatılıp, İbranice dilini tüm Yahudilerin öğrenmesi için kampanyalar gerçekleştirildi.

Birinci dünya savaşından yenilgi ile çıkan Osmanlıya ait Irak, Arabistan ve Filistin, 1918 yılında İngiliz mandasına bırakıldı. Bu esnada Kudüs’e Yahudi göçü hızlandı. Filistin’de bir Yahudi devletini İngiltere istemiyor ise de; yeni süper güç olmaya başlayan ABD istiyordu. İngiltere Filistin’i yönettiği sürece, genelde Arap – Yahudi dengesi gözetmeye çalıştı ise de, ağırlık Yahudiler lehine oluyordu.

İkinci dünya savaşının bitimini müteakip, İngiltere zayıflayıp ortadoğudan çekildi ve yeni süper güç ABD oldu. İsrail devleti ABD’nin himayesinde kuruldu. Savaşı müteakip toplanan Yalta konferasında Sovyetler Lideri Stalin bir İsrail Devleti kurulması gerektiğini söyledi.

İkinci dünya savaşı boyunca Almanyanın nazi lideri Hitler’in Yahudilere yaptıkları zulüm ve katliamlar, Filistine Yahudi göçünü hızlandırdığı gibi, Avrupa da Yahudilere karşı bir sempati oluşturdu ve bir devlet kurmaları gerektiği fikri benimsendi. Yahudilere Arjantin gibi ülkelerde bir devlet kurulması teklif edildi ise de, onlar Kudüs merkezli bir devlette ısrarcı oldular.

1918’ten 1948’e kadar Filistine Yahudi göçüne ve bu Yahudilerin Filistini ele geçirme çabalarına karşı, başta Filistin Müftüsü Şerif El Hüseyin ve alim İzzeddin El Kassam olmak üzere, Filistinli arap Müslümanlar çok büyük bir direniş gösterdiler. Lakin, Yahudilerin arkasındaki batı ve ABD desteği ile özellikle Ürdün krallığının Filistinli mücahitlere ihanetleri neticesi Yahudilere karşı koyamadılar ve 1948’de İsrail Devleti ilan edilip, BM’de tanındı.

Türkiye Devleti maalesef İsrail Devletini ilk tanıyan devletlerden biri olarak islama, Müslümanlara ve kendi tarihine çok büyük bir ihanette bulundu.

Arapların Filistin de Osmanlıyı arkadan vurdukları ve topraklarını Yahudilere sattıklarına dair iddialar, Türk ulusalcılarınca uydurulmuştur. Araplar Filistin’de Osmanlıya ihanet etmedikleri gibi, Filistin’i İngiltere’ye terk eden Osmanlı Ordusudur. Filistinli arap Müslümanlar, Yahudi göçüne karşı çok büyük mücadelelerde bulunmuş olup, bir kısım şuursuz ve menfaatperest Filistinli arap, tehditler ve verilen çok büyük miktarlar karşılığında topraklarını satarak hainlik yapmışlarsa da; bunların sayısı ve satılan toprak miktarı çok azdır