28 Şubat 1997 yılında gerçekleştirilen askeri darbenin üzerinden 22 yıl geçti. İslami şiarlara karşı savaşın ayyuka çıktığı dönemde, sırf başörtülü olduğu için birçok memur ve öğretmen görevinden uzaklaştırılırken, binlerce başörtülü öğrencinin de üniversite öğrenimine son verildi.

28 Şubat döneminde başörtüsünden dolayı gördüğü baskı ve zulümler nedeniyle eğitim hakkı elinden alınan ve üniversite öğrenimini terk etmek zorunda kalan Hanife Örnek, darbenin 22'nci yılında yaşadığı mağduriyeti İLKHA'ya anlattı.

1996 yılında Düzce’de imam hatip lisesinden mezun olduğunu, Amasya 19 Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Kimya Öğretmenliğini kazandığını, 28 Şubat sürecinde yasakçı zihniyetin dayattığı başörtüsü yasağından dolayı üniversiteyi yarıda bırakmak zorunda kaldığını belirten Örnek, yıllar sonra yarım kalan mezun olma hayalini gerçekleştirdiğini söyledi.

2011 yılında üniversitelerde başörtüsü yasağının kaldırılmasının ardından, Gaziantep Üniversitesine yeniden kaydını yaptırdığını belirten Örnek, bölümünü üçüncülükle bitirdiğini, 7 yıldır Kur’an eğitmeni olarak görev yaptığını kaydetti.

Örnek, üniversiteye başladığı ilk yıllarda rahatlıkla derslere girebildiklerini ancak sonradan başörtüsü yasağının Türkiye'nin her yerinde eş zamanlı uygulanmaya başlamasıyla binlerce öğrencinin üniversiteye alınmadığını hatırlatarak, "1996 yılında üniversiteye başladım. Üniversiteye başladığımızda hiçbir sıkıntı yoktu, gayet güzeldi. Aynen imam hatip lisesindeki gibi biz eğitimimize devam ediyorduk. Aradan bir yıl geçti. 1997 yılının şubat ayında, 28 Şubat günü önemli bir toplantının olacağını söylediler. Biz o zaman öğrenci evinde kalıyorduk. Öğrenciler arasında bu durum yayıldı ve o dönem kaldığımız evde televizyon olmadığı için radyoyu açtık. Radyoyu açtığımızda toplantının sonuç bildirgesi okundu. Çok ağır şartlar vardı ama biz o zaman bizi etkileyeceğini düşünemedik. Hükümeti ilgilendiren bir karar olarak algıladık ama aradan biraz zaman geçti, artık 1998 yılının başlarına doğru diğer üniversitelerde başörtüsü sorunu vardı ve bizim üniversitede 1998 yılına kadar başörtüsü serbestti. 1998 yılında okula başladığımız zaman okulun girişinde 'Kılık kıyafet yönetmeliğine uymanız gerekiyor.’ şeklinde bir ilan ile karşılaştık. Ondan sonra bizim maceramız başladı.” dedi.

“Dekan, 'Benim tek görevim başınızı açmak ve sizi okuldan atmak.' dedi”

Üniversitelerinde başlayan başörtüsü yasağının ardından, başörtülü olan tüm öğrencilerin okul giriş ve çıkışlarında kimliklerini dekana teslim ettiklerini dile getiren Örnek, şunları söyledi: “Üniversiteye girişte dekana öğrenci kimliğimizi teslim ediyorduk. Çıkışta da gidip dekandan kimliğimizi alıyorduk. Tabi kimliğimizi alırken önce güzel, babacan nasihatler başladı. Tekrar edince artık tehditlere doğru gitmeye başladı. İlk sıralarda dekanımız çok babacan birisiydi ve durumumuza çok üzülüyordu. ‘Ben size ceza vermek istemiyorum.’ diyordu. Gerçekten de cezamızı o dönem geciktirmişti. Sonra birden dekanımız değişti. Yeni gelen dekan, gelir gelmez bir fırtına estirdi. Yine kimliğimizi teslim edip, akşam tekrar kimliğimizi alıp eve gidiyorduk. Tabi ki bu arada cezalar ise art arda gelmeye başladı. Normalde uyarı ve kınama şeklinde devam eden cezalara, dekanımız kınamayla başladı. Yani bir üst cezadan başladı. Her gün çıkışta dekan odasında azarlar, daha sonra ‘Önce ailenizin emeği, sizin emeğiniz ve masrafınız ne olacak?’ şeklinde bizi ikna etmeye çalıştı. Ama sonrasında artık baş edemeyince ‘Sizden bıktım, benim burada tek görevim, amacım, benden istedikleri tek istek; sizin başınızı açmanızdır. Benim tek görevim başınızı açmak ve sizi okuldan atmak. Ben bu ikisini yaparsam sizin omuzlarınızda yükseleceğim. Bunu kesin olarak bilin.’ dedi.”

Yapılan tüm baskı ve zorlamalara rağmen başörtülü öğrencilerin, başörtülerini çıkarmadıklarını belirten Örnek, ancak o dönem Fethullah Gülen’in “Başörtüsü füruattır” şeklindeki sözde fetvasının ardından bazı başörtülü kız öğrencilerin, başörtüsünü çıkardıklarını kaydetti.

“Gülen’in, ‘Başörtüsü füruattır.’ sözünün ardından yüzlerce kişi başını açtı”

Örnek, “Biz başımızı açmayız.' dedik. 'Çünkü tesettür Kur’an-ı Kerim'in bir ayetidir ve bu bizim kendi insiyatifimiz ve gönlümüzce yapabileceğimiz bir emir değildir. Bizi yaratan, başörtüsünü eğer bu şekilde emretmişse biz bunu yapamayız.' dedik ama anlamadılar. Çünkü o dönem bir grubun lideri ‘Başörtüsü füruattır.’ diyerek zaten bizi bir nevi arkadan bıçaklamış oldu. Çünkü hocalar, ‘Füruattır.’ diyor, siz 'Farzdır.’ diyorsunuz. Bu noktada biz çok ikilem yaşadık. Derdimizi anlatmakta zorluk çektik. Çünkü birlik olamadık. Biz 500 kişiyken, 25 tane başörtülü kaldık. Bir anda ‘Başörtüsü füruattır.’ sözü üzerine 475 kişi başını açınca, onlar için 25 kişi hiçbir şey değildi.  25 kişiyi çok rahat gözden çıkardılar. Biz o zaman birlik olup, 500 kişinin hepsi hatta erkek öğrenciler de bizi destekleseydi, yani biz bin kişi olsaydık o zaman daha farklı şeyler olurdu ama 25 kişiyi sindirmek de daha kolay oldu. ‘O zaman sizin anlattığınız başka, bunların söylediği başka.’ deyip, bunu bir türlü kabul ettiremedik. Her ne kadar biz kalbimize kabul ettiremiyorduysak da başımızı açmayı, onlar da başörtülerini açmayı kabul ettiler.” diye konuştu.

“Ya başörtünüzü çıkarın ya da defolun gidin”

28 Şubat sürecinde sadece birkaç gün içinde binlerce kişinin hayatının karardığını vurgulayan Örnek, sözlerini şöyle sürdürdü: “Üçüncü sınıfa kadar aynı sınıfta ‘terbiyeli öğrenciler ve örnek öğrenciler’ diye gösterilirken, üçüncü sınıfta birden ‘terörist’ muamelesi görmeye başladık. O dönemler çok sıkıntılıydı. Bir hocamız vardı, özellikle o her teneffüste beni rencide ederdi. Hatta bir gün bana ‘Yılanın başı sensin, sen başını açsan herkes başını açacak.’ dedi. Biz üç arkadaş kalmıştık, diğer iki arkadaşım da başını açtı ve gerçekten ben tek kaldım. Onların gözünde ‘yılanın başı’ ben olmuş oldum. Artık uzaklaştırma cezamız geldi. Tabi bu arada dekan iki tane kız arkadaşımızı odasında dövmek istedi. En son ‘Bıktım, her gün ben sizi odamda görmek istemiyorum. Artık ya başörtünüzü çıkarın ya da defolun gidin.’ dedi.”

“Başörtüsü zorla çıkartılan arkadaşım halen psikolojik tedavi görüyor”

Ortaokul ve liseyi beraber okuduğu bir arkadaşının başından geçen olayı da anlatan Örnek, “Aynı üniversiteyi kazandık. Bu arkadaşım kimliğini teslim ederken giriş kapısından o gün bizim için çok acı bir gündü. Dekan bey, arkadan geliyor arkadaşım onun geldiğini fark etmiyor. Arkasından başörtüsünü çektiği gibi iğneler yüzüne batarak başörtüsünü çıkarmış ve başörtüsünü yere attıktan sonra arkadaşım artık bilincini kaybetmiş. O gün yaptığı hiçbir şeyi hatırlamıyor. Çünkü o gün bilincini kaybetmiş. Arkadaşım, o şekilde bize geldi, saatlerce ağladı. Bu arkadaşım şu an bile yılda bir-iki ay psikolojik tedavi görmektedir. Gerçekten bu durum çok acı. Hatta bu yaz yine bir-iki ay hastanede tedavi gördü. Yani o gün yaşadığı acıyı halen üzerinden atamadı. Ailesi de kendisine yardımcı olmadı.

Hatta zorluk çıkarttılar, iki arada kalmıştı. Düşünün okula gidiyorsun okula alınmıyorsunuz, eve gidince aileniz sizi eve almıyor. Bu durum her çocuk için zor ama kız çocuğu için çok daha zor.” dedi.

“Terörist muamelesi görüyorduk”

Her geçen gün baskıların artığını hatırlatan Örnek, o dönemde üniversitede "terörist" muamelesi gördüklerini vurguladı.

Örnek, sözlerinin devamında şu bilgilere yer verdi: "1998 yılının ikinci döneminde hiçbir şekilde okula giremedik. Hep dışarıda bekledik. Her gün eylemler yaptık ve sokakta 2-3 kişi beraber gezmemiz yasaklandı. Evimizin karşısında sürekli bir ekip arabası vardı. Bizi gözetliyordu ve ‘terörist’ muamelesi görüyorduk. O dönem başını açan arkadaşlarımız da bizi şikâyet ettiler. Bu da ikinci bir arkadan vurma oldu. Bu şekilde baktık artık olacak gibi değil, 1999 yılında hepimiz evlerimize üzülerek, eli boş ve boynu bükük olarak dönmek zorunda kaldık.”

“2011 yılına kadar laboratuvar önlüğümü hiç yıkamadım”

Üniversiteye başlayıncaya kadar laboratuvarda giydiği önlüğü hiç yıkamadığını gözyaşları içinde anlatan Örnek, “2011 yılında tekrar ilahiyat fakültesini kazanana kadar laboratuvar önlüğümü, laboratuvar kokusu gitmesin diye hiç yıkamadım. Hep bu önlüğüme sarıldım, koklayıp ağladım. Yani bir şeyler öğrenip, emek verip, eline hiçbir diplomanın olmaması üzücüydü. Ailene elin boş dönmek üzücüydü. Eşimin desteğiyle 2011 yılında tekrar benim hiç haberim yokken, benim adıma üniversite sınavına başvurmuştu ve tekrar sınava girdim. Elhamdülillah ilahiyat fakültesini kazandım. Hazırlıkla beraber üç çocuk annesi olarak beş yıl okudum. Elhamdülillah 2016 yılında okulumu üçüncülükle bitirdim. Daha ilahiyatta okurken, birinci sınıftayken, Kur’an kursu hocası olarak atamam oldu.” ifadesini kullandı.

“28 Şubat'ta biz bu başörtüsü için mücadele vermedik”

“Geriye dönük hiçbir pişmanlığım yoktur. Özellikle okulunu bırakmakla ilgili hiçbir pişmanlığım yok. O zaman biraz üzülmüştüm ama şu an hiç arkama bile bakmadan okulumu bırakıp giderim. Yeter ki Rabbim bizden razı olsun.” diyen Örnek, sözlerini şöyle sürdürdü: "Tesettürün amacı nereye gitti bilemiyorum. Bizim mücadele ettiğimiz başörtüsü şimdiki başörtüsü değildi. Biz o dönem modanın esiri olan, modanın bir aksesuarı olan bir başörtüsü için mücadele etmedik. İnancımıza göre tesettür; ‘Bana bakma.’ demektir, dikkat çekmemektir. Şimdi ise başörtülü bacılarımız maalesef alabildiğince dikkati çekebilecek renkte ve pahalılıkta olan eşarplar peşinde koşuyorlar. Bu durum da bizi üzüyor. Özellikle de 28 Şubat'tan hiç haberlerinin olmaması da bizi üzüyor.”

“15 Temmuz'da neden okuldan atıldığımızı daha iyi anladım”

15 Temmuz’un 28 Şubat'tan bağımsız olmadığını vurgulayan Örnek, "15 Temmuz ve akabindeki günlerde anladım ki 28 Şubat ve 15 Temmuz birbiriyle bağlantılıymış. 28 Şubat'ta neden okuldan atıldığımıza anlam verememiştim. 15 Temmuz'da neden okuldan atıldığımızı, neden bize ‘terörist’ gibi muamele edildiğini o gün daha iyi anladım. Ben okulu bıraktığımda depresyona girmem gerekirken, 15 Temmuz'dan sonra psikolojik sıkıntılara girdim. Yani üzerimizde çok büyük oyun oynamışlar.” diye konuştu. (İbrahim Koçyiğit-İLKHA)