Avrupa Birliği'nin (AB), darbeyle iktidara gelen Abdulfettah es-Sisi'nin ev sahipliğinde düzenlenen AB-Arap Birliği Zirvesi'ne, savunucusu olduğunu iddia ettiği "insan hakları ve demokrasi" gibi değerleri göz ardı ederek yüksek düzeyli katılım sağlaması tartışmalara yol açtı.
AB-Arap Birliği Zirvesi'nin özellikle 9 gencin geçen hafta Mısır'daki Kahire İstinaf Cezaevi'nde asılarak idam edilmesinin ardından es-Sisi'nin ev sahipliğinde Kızıldeniz sahilindeki Şarm eş-Şeyh kentinde gerçekleşmesi dikkati çekti.
Her fırsatta aralarında Türkiye'nin de bulunduğu birçok ülkeye "demokrasi dersi" vermeye çalışan AB'nin, hem büyük tepki toplayan idamlara karşı sessiz kalması, hem de kendi çıkarları için Mısır gibi ülkelerin ciddi demokrasi ihlallerine göz yumması, birliğin demokrasi konusundaki çifte standardını bir kez daha göstermiş oldu.
Üst düzey katılım
Mısır'ın turistik kentinde ilk kez düzenlenen AB-Arap Birliği Zirvesi'ne Birlik üyelerinden üst düzey katılım sağlandı.
Zirveye Es-Sisi ile başkanlık yapan AB Konseyi Başkanı Donald Tusk'un yanı sıra katılımcılar arasında AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker, AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini, Almanya Başbakanı Angela Merkel, İngiltere Başbakanı Theresa May, İtalya Başbakanı Giuseppe Conte, Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras ve Macaristan Başbakanı Viktor Orban yer aldı. Bazı AB ülkeleri ise dışişleri bakanı düzeyinde katılım sağladı.
AB kanadından üst düzey katılım dikkati çekerken, Arap Birliği ülkelerinin zirveye çekinceli yaklaştığı görüldü. Öyle ki 21 aktif üyenin yer aldığı Arap Birliği ülkeleri liderlerinin yarısına yakını zirveye katılmadı.
Zirve sonrasında Juncker "Cumhurbaşkanı es-Sisi'ye müteşekkiriz" ifadesini kullanırken, AB Konseyi Başkanı Tusk da basın toplantısında es-Sisi'ye misafirperverliğinden ötürü özellikle teşekkür etti.
AB için öncelikli konu göç
Zirvenin ana gündem maddeleri güvenlik, iklim değişikliği, ekonomik kalkınma, bölgesel gelişmeler olarak sıralansa da genel kanı AB'nin özellikle göç alanında çıkarlarını korumak için Arap Birliği ülkeleriyle bir araya gelmek istediği yönünde.
"İstikrarda Yatırım" başlığıyla düzenlenen zirvede, AB için öncelikli gündem maddesi olan göç ön plana çıktı.
Kıta geneline göç akını 2015'te patlak veren kriz öncesi düzeylere gerilemiş olsa da AB'nin ortak bir göçmen politikası belirleyememesi, sorunu dışarıya itmesine yol açıyor.
AB'ye son dönemde göç akını yoğunluklu olarak Libya kaynaklı gerçekleşiyor. Bu nedenle Brüksel, Mısır'ın Libya'dan çıkan göçmenleri toplamasını ve Avrupa topraklarına ulaşmasını engellemesini istiyor.
Es-Sisi'nin göçmenlerin Avrupa'ya gelişini engellemesinin ise AB'nin ülkenin insan hakları durumuna ilişkin sessizliğini koruması ve es-Sisi'nin uluslararası meşruiyetini artırması pahasına gerçekleştiği düşünülüyor.
Tusk'un dün zirvenin açılış konuşmasında göç konusuna yaptığı vurgu da buna işaret etti. "Göçe ilişkin kaynak, transit ve hedef ülkeler birlikte çalışmalı. Ancak bu şekilde göçmenleri tehlikeli yolculuklara iten ve modern köleliği teşvik eden insan kaçakçılarıyla baş edebiliriz." diyen Tusk'un ifadeleri AB'nin göçmenleri dışarıda tutmak istediğini gösterdi.
AB'nin demokraside çifte standardı
AB'nin 2013'te Mısır'da ülkenin seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ve iktidarının askeri darbe ile görevden uzaklaştırılmasına başından beri verdiği tepki, Birliğin "demokrasi savunucusu" görevine gölge düşürüyor.
Darbenin ardından AB, Mısır'a ilişkin "hızlıca demokratik düzene dönme" çağrısıyla yetindi. AB'nin, "yeni yönetimin" insan haklarına saygı duymasını umduğunu dile getirerek darbecilere üstü kapalı destek vermesi, Birliğin esasen "demokratik düzeni" çok da önemsemediği eleştirilerini beraberinde getirmişti.
Nitekim AB'nin darbe sonrası Mısır'la yakın ilişkiler yürütmesi ve güçlü şekilde idam cezasına karşı çıkmasına rağmen özellikle geçen hafta idam edilen 9 genç hakkında sessizliğini koruması tepki çekmeye devam ediyor.
AB ve üye ülkeler idamlara ilişkin hiçbir resmi açıklama yapmazken, AA muhabirinin ısrarlı sorularına rağmen İngiltere Dışişleri Bakanlığı, "İdam cezasına her koşulda ilkesel olarak karşı çıkmak İngiltere'nin politikasıdır." açıklamasını yaptı.
Almanya ise "idamları endişeyle" karşıladığını dile getirerek Mısır'a, idam cezalarını askıya alması çağrısında bulundu.
Diğer yandan, AB Komisyonu Başkanı Juncker, zirvede kendisine yöneltilen "diktatörlerle bir araya gelmekten rahatsızlık duyuyor musunuz" sorusuna sadece "evet" diyerek konuyu geçiştirirken, AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Mogherini de eleştirilere karşı insan hakları konusunu sürekli gündemde tuttuklarını savundu.
Tusk ise söz konusu ülkelerle "görüş ayrılığının bulunduğu noktalar" olduğuna işaret ederek buna rağmen ortak çıkarlar için iş birliğinin geliştirilmesi gerektiğine vurgu yaptı.
AB'nin "işine geldiğinde" insan hakları ihlallerine karşı sessizliğini koruması ancak başka ülkelere geldiğinde, çoğu zaman bu ülkelerdeki iç dinamikleri göz ardı ederek eleştiri yağmuruna tutması, Birliğin "demokrasi kartını" çıkarları doğrultusunda kullandığı eleştirilerine beraberinde getiriyor.
Kaynak: AA