Dünya Çocuk Hakları Derneği Güneydoğu Başkanı Dr. Uğur Balin, aile kurumunun önemi ile 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun hakkında değerlendirmelerde bulundu.
Toplumu oluşturan en küçük sosyal grup şeklinde tanımlanan ailenin, anayasaya göre toplumun temeli olduğunu belirten Balin, bu açıdan ailenin kıymetinin bilinmesi gerektiğini söyledi.
6284 sayılı Kanun'dan önce 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun'un yürürlükte olduğunu bildiren Balin, "Eksikleri olduğu iddiasıyla yerine apar topar 6284 sayılı Kanun getirildi. Aile içi şiddetin 4320 sayılı Kanun'da net olmadığı ve buna dair birkaç gerekçeyle bu kanun kaldırılıyor, yerine 6284 sayılı Kanun getiriliyor. Aslında 4320 sayılı Kanun, güncellenebilir ve eksiklikleri giderilebilirdi. Bu çok zor bir olay değildi. Tanımadığımız, bilmediğimiz, ülkemizin, insanımızın ve hatta birçok yazarın, çizerin, hukukçunun yabancı olduğu bu sistemi getireceğimize 4320 sayılı Kanun'u elden geçirerek, eksiklerini tamamlayarak günümüze uygun hale getirebilirdik." dedi.
"Anayasanın şiddeti tanımlayan bir maddesi yok"
Halk sağlığı olan şiddetin toplumsal anlamda oluşturduğu sorunları anlatmada yetersiz kalındığını kaydeden Balin, şunları söyledi:
"Sosyal hayatta cinnet yaşıyoruz. Sorun çok boyutlu ve karmaşık olduğundan çözüm enstrümanlarının da çeşitli olması gerekiyor. Şiddet, sadece yargısal yollar ve ceza hukuku aracılığıyla çözülmesi beklenen kavram haline gelmiş. Aslında şiddet, bunlarla çözülecek bir kavram değil. Anayasanın şiddeti tanımlama gibi bir kaidesi, maddesi yoktur. Fakat anayasamız, insanı ve hukuku koruyan bir mekanizmaya sahiptir. Şiddet gördüğünü belirten bir kişiye devlet, 'Bu bir aile meselesidir.' diyerek kayıtsız kalamaz. Şiddetle mücadele eder ve bunun için de uluslararası sözleşmeyi devreye koyar. Bunlardan biri de 6284 sayılı Kanun'dur. Bunları devreye koyarak anayasamız, görevini hem yapmakta hem de yaptırmaktadır. Şiddetten bu şekilde korumaya çalışmaktadır."
"Kadına pozitif ayrımcılık anayasaya, uluslararası sözleşmelere aykırıdır"
Bazı kesimlerce kullanılan "kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık" ifadesini hatırlatan Balin, bunun yerine "pozitif yükümlülük" kavramının daha doğru olduğunu savundu.
Balin, "Anayasada pozitif yükümlülük kavramı kullanılır. Uluslararası sözleşmeler de devletlerin yapması gerekenleri pozitif yükümlülük olarak atfetmektedir. Devletler bu hakları ihlal edemeyeceği gibi bu hakların başkalarınca ihlal edilmemesi için gerekli tedbirleri almakla görevlidir. Bu hakların engellenmesine ise negatif yükümlülük denilmektedir. Bazı sivil toplum kuruluşlarının 'kadına pozitif ayrımcılık' cümlesi anayasaya, uluslararası sözleşmeye aykırıdır. Çünkü bu bir sorumluluktur. Pozitif yükümlülük, devletlerin yapması gereken uluslararası sözleşmelere ve anayasada teminat altına alınmış insan hak ve özgürlüklerine, aile hayatının korunmasına dair görevlerini yerine getirmesidir. Kadın ve erkek eşitliğinin korunmasıyla alakalı görevi yerine getirmenin adı pozitif yükümlülük oluyor. Yoksa kadını hukukun üstüne çıkarmak veya ayrıştırmak değildir. Tam tersine bunun adına da negatif yükümlülük denilmektedir." şeklinde konuştu.
"Kadını erkekle yarıştırmanın topluma vereceği bir şey yok"
Pozitif ayrımcılık ve benzeri ibarelerle kadının toplumdan ayrıştırılmaya çalışıldığını dile getiren Balin, "Bugün, mağduriyet üzerinden var olma kaygısı var. Anayasa ve uluslararası sözleşmeler açıktır. Buradaki eksiklerin giderilme tarzı da bellidir. Bunun kötü niyetli, kadını toplumdan ayrıştırma amaçlı olduğunu düşünüyorum. Erkekten babalığı, kadından anneliği, çocuklarımızdan her ikisini de koparma gayreti olduğunu; çocukların ailesizleştirilmesi, toplumun cinsiyetsizleştirilmesi gibi bir paradigmaya hizmet edildiğini düşünüyorum. Bunlar olduğu zaman toplum, ciddi anlamda manipüle edilmiş olacaktır. Bir çocuk anasız ve babasız kaldığında her şeyi meşru görecektir. Bu bile müthiş bir tehlikedir. Annesi ve babası olmayan çocukların ne kadar duygusuz olduğunu herkes bilir, tahmin edebilir. Yapılan bilimsel araştırmalarda, annesiz ve babasız büyüyen çocukların ciddi manada suç işleme potansiyeline sahip oldukları ortadadır. Kız çocuklarının erken yaşta cinsel eğilim gösterdiği tespit edilmiş. Erkeği kadınla, kadını erkekle yarıştırmanın topluma vereceği bir şey yoktur." ifadelerini kullandı.
"Almanya, İngiltere ve Rusya'da kadına şiddet yok mu?"
6284 sayılı Kanun'un, 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul Sözleşmesi olarak imzalandığını anlatan Balin, sözlerine şöyle devam etti:
"İstanbul Sözleşmesi denilmesinin sebebi, İstanbul'da imzalandığı içindir. Türkiye, sözleşmeyi imzalayan ilk 20 ülkeden biri olmuştur. Bakanlar Kurulunun 12 Şubat 2012 tarih ve 2012/2816 sayılı kararı ile onaylanır, 8 Mart 2012'de ise yürürlüğe alınır. Türkiye'nin ilk olarak imzalaması bende hep soru işaretleri oluşturmuştur. 2012 çok uzak bir tarih değil. Birçok ülkede bunca sorun, şiddet olayı varken Türkiye'nin sanki kadınlara şiddet sarmalı içerisinde olduğu ve bütün sorunu kadına şiddet olduğu algısı yaratılmış. Sanki Türkiye'de her gün onlarca kadın öldürülüyor gibi bir algı oluşturularak adeta yangından mal kaçırılırcasına sözleşme, Türkiye'nin önüne konulmuş ve Türkiye'ye imzalatılması sağlanmış gibi. Bugüne kadar İstanbul Sözleşmesi'ni imzalayan 10 ülke var: Türkiye, Arnavutluk, Avusturya, Bosna Hersek, İspanya, İtalya, Kanada, Portekiz, Sırbistan, Andora. Dikkat edin! Almanya, İngiltere, israil, Birleşik Arap Emirlikleri, Rusya gibi ülkeler yoktur. Acaba bu tür ülkelerde kadına şiddet, aile içi şiddet mi yoksa aile mi yok? Bu işin muhataplarına sormak lazım."
"Bu yasa, şiddeti ve ölümleri katlayarak önümüze kadar getirmiştir"
Sözleşmeyi imzalamayan Norveç ve Hollanda gibi ülkelerin, Türkiye'de birçok sivil toplum kuruluşunu finanse ettiğine dikkati çeken Balin, "Bu ülkelerin sözleşme taahhüdü yoktur ama her nedense ülkemize bununla alakalı ekonomik destek de sunmaktalar. Kendileri de aile içi şiddeti yaşamakta, oralarda da kadın şiddeti olmaktadır. Örneğin İzlanda, dünyanın en iyi tedbir almış ülkelerinden biri olmasına rağmen şiddet, yüzde 45-50'lerde ve babasız doğan çocukların oranı yüzde 65'lerde. Bu istatistikler resmidir. Ülkemizde kadına şiddet önlenecek diye yola çıkarak getirilen bu yasa, 2012 yılından bu yana şiddeti ve ölümleri katlayarak önümüze kadar getirmiştir. Ben bunun ciddi anlamda düşünülmediğini, uygulanmadığını, eksik uygulandığını düşünmekteyim. Her geçen gün ailelerimiz, bireylerimiz provoke olmakta ve bu sancıyla acı çekmektedirler." dedi.
"Şiddet uygulama ihtimalinizin varlığı bile sizi mağdur ediyor"
Şiddet uygulama ihtimalinin bile 6284 sayılı Kanun'a göre suç teşkil ettiğine vurgu yapan Balin, "6284 sayılı Kanun, aileyi koruduğunu iddia eden bir argümanla yola çıkmış. Biz, 6284 sayılı Kanun'un birilerini koruyup birilerini tamamen mağdur etmesini görmek zorundayız. Anayasamız bize eşitlik ilkesinden bahsetmiş ve bunun teminatı olduğunu söylemiştir. 6284 sayılı Kanun'da şiddete uğrama tehlikesi olan kişiler de kapsama alınmış. Şiddet uygulayan veya uygulama tehlikesi bulunan kişiler hakkında önleyici tedbir kararları verilirken şiddet uygulama tehlikesi ihtimali neye göre belirlenecektir? Kanunun 5'inci maddesinde şiddete uğrama tehlikesi bulunan kişilerden bahsedilir. Kolluk görevlisinin kişileri şiddetten uzaklaştırmak veya şiddet mağdurunu koruma amacıyla şiddet uygulayıcısını uzaklaştırma adına hangi parametreye dikkat etmesi lazım? Şiddet uygulama ihtimalinizin varlığı bile sizi mağdur ediyor. Çünkü kişilerin şiddet uygulama ihtimalleri üzerinden hareket ederek, kişileri zan altında bırakarak konutundan almak anayasaya, hak ve özgürlüklerin korunmasına aykırıdır. Kolluk görevlisi, sadece 'Erkektir ve şiddet uygulama ihtimali vardır.' diyerek potansiyel bir suçlu olarak almaktadır." şeklinde konuştu.
"Uzaklaştırılma kararına itiraz edemiyorsunuz"
Balin, koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için kadına şiddet uygulandığı hususunda delil veya belge aranmadığını kaydederek, şunları söyledi:
"Bu, hukuksuzluk potansiyeli taşıyan, şiddeti önlemenin ötesinde tetikleyebilecek bir düzenlemedir. Kişileri her an için sorgusuz sualsiz alıp zorlama hapsine götürebileceğiniz, mağdur edebileceğiniz bir yanlıştır. Şiddete uğrama ihtimali olan kişi sizi bildirdiğinde ve bu kararlaştırıldığında maalesef bu karara itiraz etme yollarınız kapatılıyor. Kesinleşen karardan sonra sizin bunu temyiz edemiyor, farklı yerlere götüremiyor olmanız, hak arama özgürlüklerinin önüne geçilmesidir. Bu karara itiraz edemiyorsunuz. Burada anayasanın 40'ıncı maddesi ihlal edilmiştir. Bu bir eksiklik, paradokstur."
"Kanunları kadın odaklı uygulamak toplumda infial yaratacaktır"
"Biz, eşleri birbirinden uzaklaştırdıktan sonra işimizin bittiğini düşünüyoruz. Aslında bu, en büyük cezalandırmadır." diyen Balin, "Madem birileri şiddet uygulamış ve bu da kanunen ispatlanmış, beyana dayalı olmamış, yargı sonucu ortaya çıkmış, öyleyse biz bu şiddet uygulayan kişiyi rehabilite etmek zorundayız. Bu bir görev, pozitif yükümlülüktür. Biz bu pozitif yükümlülüğü yerine getirmiyoruz ama uzaklaştırmayı koşuşturarak yapıyoruz, erkeği evinden uzaklaştırıyoruz ve bununla mutluluk duyarak şiddeti azalttığımızı düşünüyoruz. Hâlbuki şiddetin altında yatan nedenleri iyi okumak zorundayız. Şiddet uygulayıcısını da programlara dâhil edip, sosyal araştırmalar yapıp, çevresiyle görüşüp gerekirse kişiye destek vererekten bu kişiyi kazanmak zorundayız. Şayet bir insan şiddeti defalarca uyguluyorsa neden o insanla alakalı rehabilitasyon programları uygulanmamaktadır? Bunlar bana göre düşündürücüdür. Kanunları sadece kadın odaklı veya kadın dernekleri istekleri, arzusu odaklı uygulamak toplumda infial yaratacaktır. Şu anda gelinen nokta budur." ifadelerini kullandı.
"Beyan üzerine 6 ay uzaklaştırılıyorsunuz"
İnsanların cezalandırılmadan önce uyarılmasının esas olduğunu dile getiren Balin, "Yani 'koru, önle, uyar, hapset' mantığı var. Önce koruyacaksın, sonra önleyeceksin, sonra uyaracaksın, sonra hapsedeceksin. Fakat bizdeki mantık, koruma eşittir 6 ay hapis veya uzaklaştırma. Aslında önce bir, sonra 10 gün uzaklaştırılır, bu süreç içerisinde uzlaşma diyalogları başlatılır, kişiler rehabilite edilir ve kişilerin şiddete başvurma nedenleri tespit edilir. Sosyal hizmet raporları hazırlanır ve buna rağmen takip, şantaj veya şiddet devam ediyorsa o zaman bir, 3, 5 veya 6 ay olur. Maalesef en tepeden cezalandırarak, toplumun aile bütünlüğünü bozma niyetiyle 6 aydan verilen uzaklaştırmalar var. 6 ay çocuğunuzdan, eşinizden, evinizden, iş yerinizden, toplumunuzdan uzaklaşıyorsunuz ve bu tamamen bir beyan üzerine olmakta. Bu, ciddi anlamda psikolojik travmadır." dedi.
"Şiddete ve hukuka cinsiyet giydirmek yanlıştır"
Hükümetin, bu noktada tespit edilen maddeler üzerinde çalışmalar yapması durumunda bile ciddi anlamda yol kat edileceğini sözlerine ekleyen Balin, "Türkiye'de aile, beka sorunu kadar ciddi sorundur. Çünkü ailenin bitmesi, toplumun tamamen manipüle edilebilir hale gelmesi demektir. Kadına şiddet kelimesi veya cümlesinden öte şiddete cinsiyet giydirmek ne kadar yanlışsa hukuka ve cezaya da cinsiyet giydirmek bir o kadar yanlıştır. Yetkililerin burada yapması gerek şey, tarafsızlık ve eşitlik ilkesiyle hareket ederek eksikleri gidermek, bunları düzeltmek ve toplumu rehabilite edebilecek davranış ve kanunlar üretmektir." şeklinde konuştu. (Hamza Adiyaman, Ramazan Zeren - İLKHA)