İlkini altmış yaşlarında bir hanım anlattı bana. 65 Yaşındaki kocası 30 yaşında bir hayat kadınına tutulmuş; ona ev açmış, nikah kıymış. Karısı olayın şokunu atlatmadan hayat kadını ona her gün telefon açmaya başlamış. “Kocan beni seviyor, sende yüz yok mu çek git, o bana nikah kıyacak.” diye. Kocasının böyle bir şey söylediği yok fakat diğer kadın resmi nikah peşine düşmüş. Kadın “Kocamı çok seviyorum, bu yaştan sonra niye bırakayım.” diyor. Konu maddiyat değil. Kadının kocasının da oğullarının da maddi imkanı çok iyi. Kadın yıllarını paylaştığı kocasını bırakmak istemiyor. Kocası da zaten ayrılmak istemiyor. Adam bir gün orada bir gün burada bir düzen tutturmuş. Diğer kadın telefon açıp rahatsız etmese kadın da durumu kabullenmiş. Fakat her telefonla birlikte kadıncağız yeniden üzülüp gözyaşı döküyor.

Velhasıl aile oturup düşünüyorlar ne yapabiliriz diye. Evlatlarının aklına babalarını umreye göndermek geliyor. Adam kaç kez hacca gitmiş, umreye gitmiş ama bir ümit belki; mübarek yerleri görürse kadını unutur, diye zorla göndermişler. Neyse adam umreye gitmiş gelmiş. Bütün aile karşısına oturmuş, adamın gitmeden önce yaptıklarından dolayı ne kadar pişman olduğunu anlatmasını, o kadını unuttuğunu söylemesini bekliyorlar. Hanımı, evlatları gözünün içine bakıyorlar. Adam diyor ki “Unutamadım. Gözümün önünden hiç gitmedi. Tavafta önümden o koştu, ardından ben koştum, o koştu ardından ben koştum.” demiş.

Dışarıdan bakınca adam tavaf yapıyor: fakat aslında kadın kovalıyor.

(Aman kınamayın da başınıza gelmesin. İkinci olaydan sonra anlatma sebebimi açıklayacağım. )

İkinci olayı da birebir yaşayan hanımdan dinledim:

Bu hanım çok işinin olduğu bir günün gecesinde yorgunluktan bitmiş olarak pelte gibi yatağa bırakıyor kendini. Uykunun en tatlı yerinde gece üçte kocası yanına geliyor ve onunla birlikte olmak istiyor. Uyku ve yorgunluk. Uyumaktan başka canı hiçbir şey istemiyor. Fakat “hayır” demiyor, yüzünü bile ekşitmiyor.

Allah rızası için itiraz etmiyor. Eşiyle birlikte oluyor ve sonra banyo yapıp döndüğünde başını yastığa koyarken kendini Kabe’ de buluyor; hac yapıyor. Gerçek mi hayal mi rüya mı bilemiyor. O kadar gerçek gibi ki, haccın bütün görevlerini ifa ediyor. Yanında akraba ve tanıdığı kişiler de var.

Kadın o güne kadar hiç hacca gitmemiş. Bu olaydan iki yıl sonra hacca gidiyor ve o gece ki haccın birebir aynısını yaşıyor. O gece hac yaparken yanında kimler varsa onlarla birlikte.

Kadın çok yorgun olduğu ve o sırada nefsine çok ağır geldiği halde Allah rızası için kocasını memnun ediyor ve mükafatını dünyada hemen alıyor. Ebedi hazineye de iyi bir yatırım yapıyor tabii bu arada.

Şimdi iki olaya bir bakalım. Hacca giden adam tavafta hayalinde kadın kovalıyor. Kocası ile birlikte olan kadın yatakta hacca gidiyor.

“Ameller niyetlere göredir.”buyuruyor Allah resulü. İkisinde de niyetlerin önemi ortaya çıkıyor.

Bu arada hac zamanı geldi; hac çok kıymetli bir ibadet. Mübarek topraklara gidecek olan kardeşlerimiz yola çıkmaya başladılar. Tavafta gönüllerinden ne geçtiğine dikkat etsinler. Aslında neyin peşinden koşuyorlar? Kadın, erkek, para, iş, kariyer, menfaat, benlik mi…? Allah’ın rızası mı? Rabbim niyetlerini güzel, ibadetlerini kabul eylesin.

Kendi nefsime de söylüyorum, biz de bu soruyu kendimize soralım. Dünya dönerken biz neyin peşinde koşuyoruz, neyi kovalıyoruz? İşlerimizde, niyetlerimizde Rabbimizin rızasını ne kadar gözetiyoruz?

Ölümle birlikte başlayacak ebedi bir hayat bizi bekliyor. Biz ne yapıyoruz? Her geçen gün ebedi sermayemizi mi yiyoruz, yoksa ebedi hazineye yatırım mı yapıyoruz?

Sema Maraşlı / www.cocukaile.net