İSTANBUL - Mazlumder İstanbul Şubesinin 2.`sini gerçekleştirdiği Cezaevi Söyleşileri`nin bu haftaki konuğu örgüt üyeliği iddiasıyla 3 kez cezaevine girip 4 yıldan fazla hapis yatan Köklü Değişim Dergisi Yazı İşleri Müdürü ve Yazarı Süleyman Uğurlu oldu.
 
Süleyman Uğurlu cezaevi süreci içerisinde yaşadıklarını, adli süreçteki hukuksuzlukları ve bu bağlamda sistemin cezaevi anlayışını anlattı. "Öncelikle suç ve suçlu" kavramlarının değişmesi gerektiğini söyleyen Uğurlu, yüzde 99`u Müslüman olan bir ülkede İslam`ın caiz gördüğü kural ve kaidelerin suç olduğunu belirtti. Bunun bir çelişkiye sebebiyet verdiğini vurgulayan Uğurlu, "Suçu belirleyen kim veya suçluyu belirleyen kim? Bizler diyoruz ki bizler Müslümanız, buna göre suçu ve suçluyu İslam belirler. Ancak mevcut sistemde onların belirlediği ve tarif ettiği suç ve suçlu tanımı var. Dolayısıyla ben ve benim konumumda olan birçok insan iki şey arasında kalıyor. Ya kendi dininin kendisine söylediğini yapma, yâda bunları terketme. Çünkü karşılığında bir ceza var ve suç kabul ediliyor. Bu çelişkili durumun ortadan kalkması için suç ve suçlu tanımının değişmesi lazım. İslam`ın meşru gördüğü şeylerin suç kapsamından çıkarılması lazım" dedi.
 
"Devlet suçu belirlediği zaman yargılama da buna göre oluyor" diyen Uğurlu, yargılama sürecinde yaşanılan mağduriyetleri şöyle anlattı: "Öyle bir mahkeme kuruluyor ki karşında seni yargılayanlar için senin ne söylediğin pek de önemli değil. Senin yaptığın savunmanın hiçbir anlamı yok. Sayfalar dolusu savunmalar hazırlıyorsunuz, sonra bunun hiçbir etkisinin olmadığını görüyorsunuz. Peki, neden? Çünkü ağır ceza mahkemelerinin karşısına kim gelirse gelsin otomatikman suçlu olarak kabul ediliyor. Nitekim bizim yaşadığımız olaylarda terör örgütü suçuyla suçlanıyoruz, savcılık mütalaa hazırlıyor. Suç olarak da; basın açıklaması yapmak, konferans düzenlemek, iftar vermek. Ben de soruyorum mahkemeye, bunu herkes yapıyor, bunun neresi suç. Ancak sorduğunuz soruya bile cevap vermiyorlar. Sadece sizin söylediğinizi tutanaklara yazıyorlar böyle dedi diyorlar. Bir başka sorun size isnat edilen suçu temizlemek için tanık buluyorsunuz. Bulduğunuz tanığı kabul etmiyorlar. Diyorlar ki davaya hiçbir etkisi yoktur."
 
Cezaevinin bir ıslahtan çok insanların psikolojisinin bozulduğu bir mekân olduğunu ifade eden Uğurlu, bunun F Tipi cezaevlerinde çok belirgin bir şekilde yaşandığını anlattı. F tipi cezaevlerinin özel dizayn edildiğini vurgulayan Uğurlu, "Cezaevinde sizi birçok alandan kısıtlı bir alana sokuyorlar. Belirli haklar var ancak bu hakların uygulanma yetkileri de yine onlarda. Dolayısıyla sana karşı yapılan bir haksızlığa karşı sen müdahale ettiğin zaman sözlü veya fiili olarak size verilen haklar elinizden alınıyor. Bu bağlamda F tipi cezaevleri özellikle insanları birbirine düşürmek, mahkûmların psikolojisini bozmak için özel olarak dizayn edilmiş yerler. Koğuşlarda üç kişinin kalması, duvarların rengi, cezaevinin inşa planı buna göre oluşturulmuş. Çünkü cezaevinde üç kişi olmak demek iki kişi konuştuğu zaman üçüncü kişinin zan beslemesine neden oluyor. Acaba onlar ne konuşuyorlar düşüncesi geçiyor insanda. Bu vehimler arttığı zaman da arkadaşlarına karşı güvenleri sarsılıyor. Hep düşünmüşümdür neden 4 kişi değil de 3 kişilik koğuşlar. Bunun bir amacı var. Dolayısıyla cezaevi sistemi mahkûm buraya gelsin ıslah olsun gitsin değil, buraya gelen insanları diğer insanlara karşı bir güvensizlik duysun amaçlı" diye konuştu.
 
Cezaevlerinde yaşana en büyük sorunlardan birinin de ziyaretler olduğunu belirten Uğurlu, burada en çok ailelerin sorun yaşadıklarını anlattı. Cezaevi girişinde çok ve rahatsız edici bir bürokratik işlemin yapıldığını anlatan Uğurlu, "Çocuklar bile öyle aranıyor ki, çocukların cepleri, bebeklerin bezlerinin içine kadar arama yapıyorlar. Veya bir bayan görüşçünün pardösüsünde bir metal varsa o bayan pardösüsünü çıkarmaya zorlanıyor" diye konuştu. (Hamza Toprak-İLKHA)