Faruk Kuzu / doğruhaber
Suriye bağlamından yola çıkarak projeksiyonumuzu, adı da sınırları gibi sorunlu olarak konulmuş olan, Ortadoğu’ya çeviriyoruz.
%10’unun %90’nı altmış yıldır istibdatla yönettiği Suriye’yi anlamak için evvela oradaki mevcut mezhepsel ve etnik zenginliklerin kökenini bir Ortadoğulu gözüyle görüp anlamak lâzım. Suriye de çevre ülkelerde olduğu gibi çok uluslu, çok dinli kozmopolit bir ülke. Seksen yıl öncesinin Fransız sömürgesi döneminin baştacı edilen Hıristiyan unsurları, yine o bağlantılarının güvencesiyle köşelerine çekilmiş durumdalar.
Başta Lazkiyye olmak üzere sahil şeridinde mesken tutmuş mutlu azınlık olan Nusayriler… (bizdeki Aleviliğin aşırı bir yorumu) İdare ellerinde.
18 Mart 2011 Halk intifadası hariç sisteme karşı her zaman Sünni cepheyle hareket eden ve “Hama Kıyamı” gibi başkaldırıların öncüsü Said Havva gibi liderler yetiştirip, kıyama katılarak büyük bedeller ödemiş olan Kürtler…
Ve ana akım olan Sünni diye tarif olunan çoğunluk. Ki İslamcısı, Liberali, Baasçısı… her düşünceden insanın üzerini örten bir şemsiye olmuştur Sünniler lafzı.
Tunusla başlayan Arap Baharı adlı halk hareketlerine hazırlıksız yakalanan ABD ve siyonist düşünce kuruluşları çok geçmeden dümene geçmenin bir yolunu bulup halkların kanı ve gözyaşları üzerinden kendi projelerini uygulamaya koyuldular. Düşünce kuruluşları yönünden fakir, proje ve vizyon geliştirmekten yoksun ama milliyetçilik ile statükoculuk duyguları yönünden bir hayli zengin olan İslam ülkeleri haliyle bu halk hareketlerini de tebrikle oldu-bittiyle karşıladılar.
Ta ki ABD, Irak işgaliyle yapamadığı mezhepçilik fitnesini bu vesileyle, yumuşak çekilmeyi sağladığı zaman ümmetin yüreğine kanserli bir ur misali bıraktığında İslam ülkeleri halk hareketlerine her biri bir cepheden müdahil oldular.
Aklın kaynağı “Brooking Enstuties” iddiasına göre “İran güçlü bir Şia bloğu oluşturup Akdeniz’e kadar bir hat çizerek Türklerin Ortadoğu’ya ve Araplara inişini, Arapların da kuzey hattını kontrol altına almaktadır.” Bu iddianın gizli gündemi ise elbette israil ile ilgilidir. Israil’i devlet olarak Kabul etmeyen, varlığına en büyük tehdit olan İran ve onun safında yer alan direniş grupları (Hizbullah Hamas ve İ. Cihad) ile Nusayri yönetimine eklenen yeni Irak Şii yönetimi siyonistleri teyakkuza geçirdi.
Aslında israil kısa vadede topyekun bir saldırı beklemiyor. Onun ve koruyucuları olan ABD’deki sermaye sahipleri ve düşünce kuruluşlarının endişesi orta vadede güçlenecek olan Şii bloğunun ilk fırsatta işgal edilmiş toprakları geri alarak İslam dünyasının birliğini sağlamasıdır. Tabi bu Şii hattının güçlenmesi ve ileride olası bir nükleerle donanmış süper güce dönüşmesi israil kadar bazı Arap ülkelerini de ürkütüyor ki Wiciliaks belgelerinde ayyuka çıktı ki ABD’yi İran’ı bir an önce bombalamaları için sıkıştırıyorlardı.
Irak’taki sular durulmadan, taşlar yerine oturmadan şimdi de Suriye’de sular bulandı, havadaki pustan göz gözü görmez oldu. Öyle ki çok sayıda ülkenin, konsorsiyumun ve birbiriyle hem çekişen hem çakışan birden çok hesap aritmetiğinin yapıldığı bir arenaya dönüştü. Projektörün ışığı altında görünen denklem o kadar büyük ölçekli ve karmaşık ki matematiksel hesapla 10-12 gibi bir rakam hayaliyesi ufku açabilir. Çünkü Suriye’yle ilintisi olan herkes ve kesimin hesap defteri kalabalık alternatif maddelerle dolu. Suriye’de parmağı olmayan bazı ülkeler de burası üzerinden rol kapma, istihbarat örgütlerinin reklamı peşinde.
Aslında Suriye’de süren iç savaş kadar büyük bir savaş da müdahil güçler arasında yaşanmaktadır. 12 yıl önceki tespitiyle Sayın Davutoğlu Ortadoğu’da iç içe ilişki içinde iki üçgenden bahsederek iç üçgende Irak-Ürdün-Suriye ve bunlar üzerinde asıl etkin olan Mısır-İran ve Türkiye dış üçgeni olduğunu belirtmişti. Bu üç ülkenin pozisyonları güç dengelerini de etkileyecektir.
Bu üç bölgesel gücün de üzerinde bir şekilde etkili olan ABD-Rus ve Çin küresel güçlerini görmek olası.
ABD, kendisine pahalıya mal olan Afganistan ve Irak işgallerinden sonra yeni bir savaş konseptine geçtiğini belirterek Predator (=Avcı) ve benzeri gelişmiş silahlarıyla sahada avlanacağını ilan etti. Bu aleni kılınan hamlelerden ilkiydi. İkincisi ise bundan böyle ülkeler ve bölgeler bazında vaziyete göre numaralandırdığı çeşitli boylardaki maşaları kullanacağıydı. ABD’nin tek kutuplu dünya dayatmasından haz etmeyen Shangai 5+1’lisi, Brezilya ve İran gibi ülkeler hamleleriyle otoritesini ve karizmasını sarsmaya başladılar.
ABD Virginia Langleyin uzmanları Rusya’yı son deniz üssü bulunan Suriye’den de çıkararak Akdeniz’deki ve tüm sıcak denizlerdeki varlığına son vererek onu Asya kara kıtasında hapsetmenin hesabında. Diğer yandan Çin’in Afrika’da sessiz sedasız başat güç olmaya doğru giden faaliyetlerini de sabote etme telaşında. Bu iki bölgede de kullandığı en önemli argüman Türk dış politikasının çıkar ve hedefleriyle örtüşmesiyle önünü açarak tüm ihaleyi ona yüklemesidir. Öte yandan ABD İran sorununa tedrici çözüm formülünü devreye koyarken Pasific’te, Doğru ve Sarı Çin Denizlerinde hem kendi hem müttefiklerinin menfaatleri adına ciddi anlamda askeri ve istihbarî yığınak yapmakta.
Dış üçgenin ikinci önemli aktörü olan Rusya ile eski bir KGB ajan/casusu olan Putin’in önderliğinde, dağılan Demir güçlerde ülkelerini tekrar toplama ve Şhangai yapılanmasıyla NATO’ya alternatife bir güç oluşturarak batının tehditlerinden sıyrılma hesabını yapmakta. Açık denizlerdeki kalıcı üslerini ve müttefiklerini kaybeden Rusya, Soğuk Savaşı kaybetmesinin ardından NATO ve AB tarafından iç içe köşeye sıkıştırılmış vaziyette. Bu noktada Suriye’deki Tolu Deniz Üssü onun için hayati önem arz etmekte. Ayrıca Suriye’nin Batı ittifakınca şekillenmesinden sonra sıranın İran’a geleceği ve böylece irili ufaklı engeller kaldırıldıkça geniş bozkırlara ama işlevsiz topraklarına daha fazla hapsolacağını görmektedir.
Dış üçgenin etkili üçüncü aktörü Çin de Rusya gibi NATO’nun dolu dizgin genişlemesinden rahatsız. Hakeza ABD’nin güçlü donanmalarıyla çevresindeki komşu ülkeleri G.Kore, Tibet, Tayland, Filipinler ve Japon’yayı Çin’e karşı koruma kalkanına katması, Uzakdoğu’daki önemli deniz geçiş yollarını bir dizi ittifakla Çin’den koparmaya çalışması gerginliği arttırmaktadır. Çin, geniş coğrafyası, kalabalık ve dinamik nüfusu, sahip olduğu askeri ve teknolojik üstünlüklerle yıkıcı bir oyuna gelmeden orta vadede tüm branşlarda lider ülke olma hedefinde. Bunun için ABD ve Rusya ile olan ilişkilerinde hassas bir denge gözetirken Suriye ve İran’ı destekleyerek NATO’yu bir süre daha Ortadoğu’da meşgul etme hesabında.
Avrupa ülkeleri ise ekonomik krizlerin etkisiyle uğraşmaktan bu fitne kazanına pek bir şey katamasalar da özellikle İngiliz ve Fransız istihbaratlarının bölgede cirit attığı ve CIA ile MİT’e lojistik destek sağladıkları sır değil.
Ortadoğu’nun küçük ama faaliyetleriyle küresel güçlerle aşık atan ülkesi israil ise bir yandan müttefiklerinin Suriye sürecini tamamlamasını beklerken hemen ardından atacağı adımların ciddi hazırlığını yapmaktadır. Küresel diplomasi alanında milletlerin tecrübelerini iyi harmanlayan siyonistler tüm yumurtaları bir sepette toplamayıp güç dengelerini gözeterek Rusya-Çin ve Hindistan’la stratejik işbirliğini pekiştirmektedir.
Sözün özü: karamsar tabloya rağmen, şafağın en yakın olduğu an karanlığın en koyu olduğu andır bilinciyle, bunca tuzak ve hesapların Müslüman halkların lehine çevrilmesi dileğiyle. Vesselam.