Yasin Demir / doğruhaber

Kürt sorunu başta olmak üzere, İslam âlemi ve coğrafyasının tüm sorunlarının çözümü, ancak ve ancak İslam ortak paydasında, adalet ve kardeşlik temelinde “ÜMMET” inşası ile mümkündür. Bunun da yolu bölünme ile değil ancak bütünleşme ile sağlanır. Şartlar bugün çok çetin görünse de, “şafağa en yakın an, gecenin en karanlık anıdır” misali, inşallah ümmet yolunda bütünleşmeye en yakın noktadayız.

“Herkes evinin önünü süpürürse sokak temiz olur” kaidesince birinci dereceden Türkiye ve Kürtlerin yaşadığı sorunların çözüme kavuşturulması, İslam ümmetinin de yükünün hafiflemesine katkı sağlar. Zira Kürtlerin de Türklerin de, diğer İslam bileşenleri toplumların da mevcut sorunları ümmetin dağılması, Müslümanların özne konumundan nesne konumuna inmesi ile baş gösterdi. Çözüme de sorunların baş gösterdiği noktalardan gidilir. Türkiye özel çerçevesinde çözüme katkı amacı ile bazı hususlara değinme ihtiyacı oluşuyor.

Pkk ve bileşenleri, ideolojileri ve izledikleri yöntem gereği bugün hem Kürtlerin en büyük sorunu haline gelmiş, hem de Kürt sorununun çözümü önünde en büyük engel halini almışlardır. Onların durumu, bir başka yazıya ertelenerek bu yazının konusu dışında tutulacaktır.

Ancak çözümde asıl görevi üstlenecek, motor görevi görecek, devleti temsilen hükümetin içine düşeceği hataların etkisi çok büyüktür. Bu yazının bir amacı da bazı hatalara sürüklenmeye engel olmaktır.

Sayın Başbakan’ın Ağustos 2005’te, Diyarbakır’da “Kürt sorunu önce benim sorunumdur” beyanatı ile başlayan ve “Kürt Açılımı” olarak şekillenen süreç büyük bir umut ve iyimserlik havası oluşturmuştu. Önemli adımlar pek çok olumsuzluğa rağmen atılmıştı. Pkk ve türevlerinin büyük tahribatlarına rağmen bu süreç ve iyimserlik havası yine Sayın Başbakan’ın 18 Nisan 2011’de yaptığı bir konuşmada “Bu ülkede artık Kürt meselesi yoktur, benim Kürt kardeşimin meselesi vardır” beyanatı ile bir şaşkınlık ve tereddüt havası oluşturmuş ama ümitler tümden yok olmamıştı. Nihayet, Ortadoğu ve Suriye’deki gelişmelerin de etkisi ile Sayın Başbakan’ın 31 Ağustos 2012’de özel bir TV kanalında “Kürt meselesi artık kalmamıştır” kesin ifadesi, bir yandan oluşan umut havasını söndürürken, öte yandan “KÜRT AÇILIMI” süreci de “GAP projesi süreci gibi mi oldu, sorusunu akla getiriyor. Çünkü 40 yıldır sürdürülmekte olan GAP projesi süreci de şeklen ve söylem olarak Kürtlerin gönlünü okşayan, onların kalkınması için yürütülen bir proje olarak sunuluyordu. Bununla her hükümet bölge halkının siyasi taraftarlığını sağlayıp oylarını topluyordu. GAP için harcanan büyük paralar 40 yıldan beri bölge halkı için yapılan yardım olarak lanse ediliyor. Aslında bununla bölgeye yatırım da savsaklanılıyordu. Bölge halkı bugün bile bunun farkında değildir.

Halen insanlar GAP umutlarını koruyorlar. Ovaların sulanacağı, üç buçuk milyon insanın iş imkânına kavuşacağı hayali ile avunuyor. Oysa GAP projesi gerçek amacı için çoktan tamamlanmış ve amacına hizmet vermektedir.

GAP, aslında NATO’nun bir soğuk savaş dönemi projesiydi. O dönem Sovyet bloğunda yer alan Irak ve Suriye’ye giden suları kontrol etmek amacıyla baraj inşası gerekli görülüyordu.

Fırat, Dicle üzerinde ve bu havzada irili ufaklı 190-200 civarında baraj kurulmuş ve halen kurulmaya da devam ediliyor. Başta Atatürk ve Keban Barajları olmak üzere, burada üretilen elektriğin büyük çoğunluğu Doğu ve Güneydoğu bölgelerinin dışındaki bölgelere aktarılıyor. Bu aktarma sırasında elektriğin (üretilen) %50 si nakil hatları boyunca kayba uğruyor. Buna rağmen şu an Türkiye’nin elektrik ihtiyacının %75-80’ine yakını bu bölgeden üretilip karşılanıyor.

Ama ne acıdır ki, GAP bölgesindeki çiftçiler, tarımlarını halen kuyu suları ile yapıyorlar. Bunun için de elektrik gerekiyor. Devlet diğer bölgelerdeki sanayi tesislerine elektrik desteği sağladığı halde, GAP bölgesindeki çiftçiye elektrik desteği sağlamıyor. Üstelik bu yıl Urfa’da tarım bölgelerindeki elektrik, kaçağı önleme ve diğer bölgelere güçlü akım sağlamak amacı ile kesilmişti. Bin kadar çiftçi traktörleri ile yol kesip “Hem elektriği Fırat ve Dicle’den üretiyorlar, hem de bize vermiyorlar” dediler. Haklıydılar. Çünkü 40 yıldır GAP’taki sulama sistemleri yapılmamıştı. Bu hükümet döneminde %15’lik kısmı daha yeni projelendirildi. Sulama yapılacak yerler de Kalkınma İdaresi ve israil’in bir devlet kuruluşu olan Mashav Firması tarafından israilli, ABD’li ve Türkiye’de yabancı ortaklığı bulunan “ Koç” gibi firmalara taksimatlandırılmış durumdadır. Yani GAP’tan bölge halkı için düşünülen nasip yine “IRGATLIK”, “AMELELİK” ve ucuz işgücü sağlama hesaplarıdır. Kısaca GAP şu anda bir “elektrik üretim havzasıdır”. Özelleştirilmiştir. Hiç adını sanını duymadığımız kişiler işletiyor. Köy boşaltmalardan şehir varoşlarına sürgün edilen ve elektrik parası ödeyemeyip ampulünü kaçak olarak yakmaya yeltenen bir vatandaşın da anasını ağlatıp cezaya bağlıyorlar.

Oysa her yıl abartılı rakamlarla barajlar için harcanan paralar bölge halkının gözüne sokularak “… İşte size bu kadar yatırım yapıyoruz diyorlar.” Tabi bu başa kakma olayı ile bölge halkının yatışması hedeflenirken öte taraftan diğer bölgelerdeki insanların kıskanmasına, öfkelenmelerine sebep olunuyor. Diğer bölgelerdeki Kürtlere olumsuz tavır olarak yansıyor. “Devlet bu kadar yatırım yapıyor, Kürtler halen rahat durmuyor” şeklinde tepkiler oluşuyor. İşte söz konusu ettiğimiz yanlış da tam burada oluşuyor.

Bu aralar yine bazı yanlış ve abartılı rakamlar piyasada dolaşıyor.

Sayın Başbakan, detaylandırmadan bazı genel rakamları verince, medya ve kamuoyu da bu rakamları kendine göre Başbakanı destekleme adına – detaylandırıp tefsir ediyor.

Sayın Başbakan bölgeye –eski para ile-35-40 katrilyon yatırım yapıldığını söylüyor. Oysa şehirlerarası taşımacılık yapan bir kamyon şoförü bile Doğu ve Güneydoğu ile diğer bölgeler arası gelişmişlik farkını çıplak gözle görebiliyor. Yatırıma verilen örnekler ise Hakkâri’ye yapılan 150 yataklı hastahane ile havaalanlarıdır. Cumhuriyetin üzerinden 90 yıl geçmiş, henüz Hakkâri gibi bir ilde 100 yataklı bir hastahane yapılmamışsa, bu devletin ayıbı ve ayrımcılığının delilidir.

Bölgeye yatırım olarak telaffuz edilen rakamların büyük bir kısmı, askeri ve operasyonel amaçlı harcamalardır. Diğer büyük bir kısmı ise Barajlara yapılan yatırımlardır. Barajlar bu parayı katbekat çıkarıp geri ödüyor zaten.

Mesela bazı yayın organları, Devletin Doğu ve Güneydoğuya, diğer bölgelerden fazla yatırım yaptığını göstermek için şu rakamları yayınladılar.

“… Devletin son 10 yılda Terör bölgesine (Doğu-Güneydoğu kast ediliyor.) Yatırımlarının toplam maliyeti 32 Milyar TL iken, Orta Anadolu için 19, Karadeniz için 26 Milyar TL, Akdeniz için 13 Milyar, Marmara bölgesi için 21 Milyar TL…” Güya karşılaştırma yapılıyor. Ankara ve İstanbul’un içinde bulunduğu bölgeler Güya Terör bölgesinden az pay almışlar.
Bu tür yaklaşımlar doğru da değildir, dürüst de değildir. Tahrip, tahrik ve tahkir edicidir.

Bölge insanının bir şansızlığı da, güya bölge insanının savunuculuğunu yapan siyasiler, kanaat önderleri, STK yöneticilerin çoğu, sosyal alanlara kitlendiklerinden bu tür yanıltmacaları görüp düzeltemiyorlar. Hatta çoğu bunun doğruluğuna inanıyor. “Kürt sorunu” deyip; klişeleşmiş, kalıplaşmış “Demokrasi, insan hakları, eşitlik, dil, folklor, kültür… vs.” laf brozanlığından ileri gidemiyorlar.

Oysa Sayın Başbakan da çok iyi biliyor ve bu medya organları da bilmelidirler ki; en fazla katma değeri sağladığı halde, bölge halkı şu an ülke kaynaklarından en az faydalanan kesimdir. Gelişmişlik düzeyi ortadadır.

Adaletli ve kardeşane yaklaşımların geliştirilmesi için aşağıdaki husus ve rakamlar da iyice tetkik edilmelidir.
1- GAP projesi, 200 civarında baraj ile bölge, bir elektrik üretim havzası haline getirilmiştir.

Sayın başbakan, iş başına geldiğinde GAP’ın Maliyeti 30 milyar Dolar olarak telaffuz ediliyordu. (Oysa üretilen elektrik ile bu maliyet her yıl katbekat geri ödeniyor.) O dönemde sadece yıllık “FAİZ GİDERİ” 70 Katrilyondu. Yaklaşık 50 milyar dolar. (GAP’tan fazla. Kime gidiyor?) yine sadece 28 Şubat 1997’de Bankaların hortumlayıp üzerine yattıkları para miktarı 72 milyar dolardı. (iki GAP parası)

Cemil Çiçek’in ifadesi ile Doğu ve Güneydoğuda, Terörle mücadele, güvenlik ve askeri giderler 400 Milyar Dolar… Bu da Bölgeye yatırım olarak telaffuz ediliyor. Yani uçakların bombardıman masrafları, bölgeye yatırım olarak fatura ediliyor.
2- Batman, Diyarbakır, Urfa ve Adıyaman’da önemli miktarda petrol çıkarılıyor. Ama bir dönemin en büyük KİT’i olan TÜPRAŞ petrol rafinerisi İzmit’e kurulmuştu. Yeni projelendirilenler de Karadeniz’e kuruluyor. Peki, yatırım amaçlı bir tane ham petrol ya da petrol türevi işleyen tesis bölgede var mı? Bu mudur yatırım?

3-Bölgedeki maden yataklarından, hayvancılıktan, ucuz iş gücünden bölgeye ne kadar yatırım dönüyor?

Türkiye’de Doğu Anadolu hayvancılıkta ilk sırada iken, yayla ve meraların yasaklanması ve köy boşaltmalarıyla hayvancılık diğer bölgelere kaldırıldı, o bölgelerde yüksek teşviklerle desteklendi.

4- Bir de şu rakamlara bakıp medyaya yansıtılan reklamlarla mukayese edelim.

2010 yılı Maliye Bütçe harcamaları için ayrılan pay 294 Milyar TL, Merkez harcama giderleri 116 Milyar TL, 81 İl için ayrılan pay178 Milyar TL, diğer beş bölge için ayrılan pay 156 Milyar TL, Doğu ve Güneydoğu’ya ayrılan pay 22 Milyar TL. (Hani bu bölgelere diğerlerinden fazla pay ayrılıyordu? Maliye Bakanlığının kayıtları ortada.) 2008’de sadece Bursa’ya ayrılan pay 19 milyar TL idi. Doğu ve Güneydoğu’da bu dönem de 21 ilde yaklaşık 19 milyon insan yaşıyordu.

Doğu ve Güneydoğuda (2010’da) kişi başına düşen harcama 954 TL iken diğer bölgelerde ortalama kişi başına düşen harcama 4 bin 805 (4,805) TL idi.

2010’da Teşvik belgesi alan projelerin yatırım tutarı 44 Milyar TL, bundan Doğu ve Güneydoğuya sadece 2 milyar TL ayrılmıştı.

Asker, Polis ve Güvenlik için yapılan harcamaların, il bazında genel ayrılan bütçe içindeki payları isi bazı illerde şöyledir. Şırnak % 47, Hakkari % 33, Diyarbakır % 27, Tunceli % 51. Doğu ve Güneydoğuda vaat edilip de yapılmayan proje oranı % 95 tir.

Yukarıda izah etmeye çalıştığımız gibi, Doğu ve Güneydoğu, üretilen elektrikle çıkarılan petrol madeni ile Türkiye’nin Temel enerji havzasıdır. Zaten güvenliğe verilen önem bundandır. Aynı şekilde maden yatakları, ucuz iş gücü, tarım ve hayvancılığı ile bu ülkeye en büyük katma değer sağladığı halde, ülke kaynaklarından en az payı alan bölgelerdir.
Kürt meselesinin temelinde işte bu adaletsizlik yatmaktadır. Kağıt üzerinde, rakamlar ve medya propagandası ile değil, gerçek hayatta ve gerçek manada bu adaletsizlik giderilmedikçe, Sayın Başbakanın “Kürt meselesi artık kalmamıştır” sözü o bölgenin üç dönemdir hükümetten bekledikleri umudu sarsacaktır. Elbette bu süreçte Sayın Başbakan, özellikle de BDP ve benzeri çevrelerden çok olumsuzluklar gördü. Kürtler ise ne sadece BDP ve Pkk’dan, ne de sadece Ak Parti içindeki Kürt milletvekillerinden müteşekkildir.

“Kürt Açılımı” olarak isimlendirilen sürecin, GAP projesi gibi ismi başka cismi başka bir hale getirilmemesi için halen şans var. İyi niyetli hayırlı işlere vesile kılınabilmesi için yeni yollar denenmeli ve açılmalıdır. Mutlaka yeni alternatifler mevcuttur.