Ancak orta yerde bir sorun vardı. Kürt dindarlarından oluşan yapılara da düşman olan PKK, onları da tasfiye etme girişiminde bulundu. Baskılar karşısında yılmayan ve daha sonraları kendilerine Hizbullah denilecek olan İslami yapı ile ilgili olarak PKK, hemen mahalle baskısı kurup, toplumu onların aleyhine çevirmeye, baskılar fayda vermeyince de öldürme eylemlerine başladı. Fakat bu kez PKK baltayı taşa vurmuştu. Çünkü 3–5 ayda tasfiyesi beklenen Hizbullah, direnip PKK’nin sokaklara tek taraflı barış ilanları asmasına sebep olmuştu.
PKK’NİN GEÇİRDİĞİ EVRELER:
PKK’nin Marksist/Leninist ve hatta Stalinist bir ideolojiye sahip olduğu ve ilk kuruluşta bunu deklere ettiği ortada açık seçik durmaktadır. Ancak süreç içerisinde SSCB’nin dağılması, komünist ülkelerin bir bir yıkılıp, yenidünya düzenine entegre olmaları, Müslüman Kürt halkının bu ideolojiye yabancı olması gibi nedenlerle PKK, tabanda ideolojisini terk etmek zorunda kaldı. Tabi bu ideolojik boşluğun doldurulması gerekiyordu. Bu noktada onların imdadına Kemalizm yetişti. Atatürk gibi ulusalcı bir çizgiyi benimsediler.
Daha önceleri “Dinin afyon” olduğunu savunan Abdullah ÖCALAN, Ali Fırat kod ismiyle, MELSA (Marks, Engels, Lenin, Stalin, Apo) Yayınları tarafından yayınlanan “Din Sorununa Devrimci Yaklaşım” isimli kitabıyla, İslam’ın devrimci yönlerinin olduğu, İran’daki gibi harekete aktivite kazandırabileceğini, bu enerjiden istifade edilmesi gerektiğini bildirdi. Bunun üzerine “Kürt Dindarlar Birliği” gibi yapılar oluşturuldu ve eski medrese imamları örgüt içinde kullanılmaya başlandı.
Dört parçalı Kürt coğrafyasının Marksist ideoloji ile bağımsızlığı fikrinden hareket eden PKK, ideolojisini terk etmekle kalmayıp, yaptığı açıklamalar ile bağımsızlığı da rafa kaldırdığını, “Biz karpuz gibi ikiye bölünmek istemiyoruz” cümlesiyle özerkliğe razı olduklarını deklere etti.
Türkiye, İran, Irak ve Suriye’den toprak alıp, bağımsız Kürdistan fikri ile yola çıkan PKK; MİT’in diğer Kürt örgütlerine karşı kendini kullanmasına, Suriye’de Hafız Esed döneminde, Suriye’nin su politikasına karşılık olarak bu ülkenin bir piyonu olmasına, Saddam Hüseyin’in Körfez Savaşı esnasında Türkiye’ye karşı bir kozu olmasına ve bir zamanlar Laik Türkiye’nin zayıflatılması için İran’ın müsamaha ile yaklaştığı bir lejyoner olmasına kendi içinde izin verdi. Bir zamanlar Bekaa Vadisinde komşu oldukları Lübnan Hizbullah’ının yanında İsrail’e karşı çatışmalara katılan PKK, Türkiye’deki Hizbullah’ı vurmaya başlaması ile İsrail ve Batı’nın Müslüman kıyım politikalarına da kendisini alet etti.
SONUÇ:
PKK’nin MİT tarafından kurulduğuna dair en büyük delil, 12 Eylül askeri darbesinin bir buldozer gibi diğer Kürt örgütlerinin üzerinden geçmesine rağmen, PKK’nin lider ve militan kadrolarıyla Bekaa Vadisi’ne yerleştirilmeleridir. Eğer o zamanki buldozer isteseydi bu yapılanmayı da ezip geçebilirdi.
12 Eylül öncesi Ankara öğrenci hareketleri içinde bulunan Abdullah Öcalan’ın eşi Kesire Öcalan’ın babası, yani Öcalan’ın kayınbabasının MİT ile ilişkisi olduğu ve bu vesileyle yapılan bazı eylemlerde solcu öğrenci liderler ceza alırken, meşhur Savcı Baki TUĞ’un “Delil yoktur” deyip onu serbest bırakması ilginç bir durumdur.
Uluslararası arenada PKK’nin şirin görünmesinin en büyük nedeni; ulusalcı zihniyetinden kaynaklanmaktadır. Bu durum Türk Ergenekon’unun da çok hoşuna gitmektedir. Çünkü 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyetin iki ana hedefi vardı. Birincisi bütün Türkiye’ye İslam yerine Laik düşünceyi benimsetmek, ikincisi ise Türkiye sınırları içinde yaşayan herkesin Türk olmasını sağlamak. Cumhuriyet nesli sahil şeridinde ve hatta İç Anadolu’da bu hedeflerini halka benimsetti. Ancak ayrı bir dil ve kültüre sahip olan Kürtleri, Laik yaşama alıştıramadı. Onun için bu yaşam tarzının Kürtlere, kendi dillerini konuşan ve kültürlerini paylaşan kişilerce enjekte edilmesi gerekiyordu. Tam da burada PKK devreye girip özellikle günümüz Kürt genç kız ve erkeklerinde etkileri açık seçik görülen Batı’cı yaşam tarzını Kürtlere benimsetmeye çalışıyor.
PKK’nin ulusalcı, laik, batıcı yaşam tarzı Kürt aydınları arasında tartışılmış, Altan Tan’ın tencere-kapak benzetmelerine yol açmış, kapağın tencereye uymadığını belirtmiş, ancak PKK/BDP, kapağın tencereye uydurulması işini de yine Altan Tan gibilerine havale edecek kadar ileri gitmiştir.
Sonuç olarak muhafazakâr İslami bir yaşamları olan Kürtlerin, devrimci bir İslami yaşam tarzına geçişlerine engel olunması açısından PKK, gayri İslami tüm devlet ve kurumlarına şirin gelmektedir. Bundan sonraki süreçte de var olup-olmayacağı, Kürtleri İslam’dan uzaklaştırıp, Batı tarzı bir hayata geçirebilme yeteneğine bağlıdır.