İmam Hatip Lisesi mezunları için bu okullara yönelik bir ek puan uygulaması yapılmaktadır. Bu ek puan YGS’den alınan puanla birlikte değerlendirilmektedir.  İmam Hatip öğrencilerinin 28 Şubat sürecinde bu okullara zorunlu olarak yönlendirilmesi öğrencilerde bu okullara karşı bir antipati oluşturdu. Oysa olayın bir diğer yanı da vardır: Aynı 28 Şubat yönetimi İlahiyatlardan rahatsız oldu ve onların kontenjanlarını önemli ölçüde sınırlandırdı.

Ancak, 2008’de yapılan bir değişiklikle bu kontenjanlar artırıldı. Buna paralel olarak Milli Eğitimin, İmam Hatip meslek dersleri için öğretmen alımları da arttı.  

Türkiye’de nadide bir yere sahip olan İmam Hatip Liselerine öğretmen olmanın yolu İlahiyatları tercih etmekten geçiyor.  Hem meslek edinme açısından hem İmam Hatip Liselerinin geleceğine ortak olma açısından bunun bir değeri vardır.

İlahiyatlar elbette, teolog (din bilgini) yetiştirmek üzere kurulmuş, dolayısıyla bildik anlamda alim yetiştirmeyi hedeflememiş. Ancak, Türkiye’de dini eğitim konusunda atılan hiçbir adım, dışarının istediği hedefler doğrultusunda yol almamış.

İmam Hatipleri kuranlar, bu okullardan sadece namaz kıldıracak ve cenaze hizmetlerini görecek imamlar yetişsin, istiyorlardı, öyle olmadı.

Aynı durum İlahiyatlar için de geçerlidir. Orada ateist İlahiyatçıların bile var olacağı bir ortam hedeflenmişti. Bu hedef tutmadı. 

Türkiye’deki İlahiyat eğitimi Avrupai anlamda başarılıdır. Bu eğitim, medreseyle desteklendiğinde alim yetiştirebiliyor. Türkiye’de bugün batı illerinde kendisinde söz ettiren alimlerin hemen hemen hepsi, İlahiyat eğitiminin yanında Diyarbakır, Mardin, Siirt, Bitlis’te veya Karadeniz’de medrese eğitimi görenlerdir.

Modern eğitim, tek başına sorunludur. Klasik eğitim de, yakın bir dönemde bile modern eğitimi hiç almamış büyük alimler yetiştirmişse de dünyaya kapalı olmasıyla bugünün şartlarında tek başına yetersiz kalabiliyor. 

Klasik eğitim, modern eğitimle buluşunca, medreseyi gören, İlahiyat okuyunca ya da İlahiyat okuyan, medreseye de gidince hem kendini ifade etme hem araştırma imkânları açısından çok yol alınıyor.

Bu konuda Mısır, Suriye, Suudi gibi ülkelerdeki İslamî eğitim kurumları da ne yazık ki “medrese+İlahiyat”ın yerini tutmuyor gibi.

Mısır’daki değişim, ne getirir bilmiyoruz ama önceki dönemde bu ülkenin dışarıyla iletişime kapalı olması, o ülkenin okullarında okuyanların zorluklar yaşamasın yol açıyor; özellikle toplumla iletişim alanında ciddi bir kopukluk yaşanıyorodu.

Oralarda okuyan pek çok kişinin kendisini Diyarbakır’da da İç Anadolu’da da halka tam ifade edemediğine tanıklık ettim. Bu konuda klasik medrese eğitimi alıp İlahiyat eğitimi almayan hocalarımızın çok gerisinde gördüm onları. Bir suskunluk hâli içindeydiler. Sanki dillerine kilit vurulmuştu. Oysa medrese Seydalarımız bir toplum uzmanıdırlar; toplumla en rahat iletişim kurabilen kesimi oluşturuyorlar. Bugünün koşullarında onların bu yanına İlahiyat eğitimi de eklendiğinde günün gerektirdiği ilim adamlarının uzaklara gitmeden yetişmesinin koşulları oluşmaktadır.

Bu koşullar, YGS’de yeterli puan alan öğrencilere bir sorumluluk yüklemektedir. Daha çok puan alırsam başka okula giderim, demek de bir seçenektir. Ancak uzmanlık eğitimi almadan alim olunamayacağını bilmekte de yarar vardır. Alim olmak, diğer okulların sağlayacağı imkanlardan daha büyük bir fazilet sağlıyorsa neden bunu tercih etmeyelim?

Abdulkadir TURAN