Doğruhaber

1906’da Mısır’ın Asyut kasabasında doğan Seyyid Kutub aslen Arabistanlıdır. Dedesi Şeyh Vakur, Arabistan’dan Mısır’a göç etmiş ve burada çiftçilikle uğraşmaya başlamıştır. Dedesi ilim, takva ve güzel ahlakıyla ünlüydü. Anne ve babası da çok dindar ve takva sahibi insanlardı. Kutub, kendisi annesine ithaf ettiği “Kur’an-ı Kerim’de Edebi Tasvir” adlı eserinde, onun dinine ne kadar bağlı bir kadın olduğundan söz eder.

CAHİLİYEDEN HİDAYETE
Seyyid Kutub’un hayatı, iki döneme ayrılır:

Birincisi, Allah’a olan inancını da koruyarak, sosyalizme yöneldiği ve daha çok edebi çalışmalara ağırlık verdiği dönemdir ki, bunu “Cahiliye dönemi” olarak adlandırır. Bu dönemde “Dikenler”, “Köyden Bir Çocuk” ve “Sihirli Şehir” adlı üç romanı yayınlanmıştır.

İkincisi, İslami fikir ve anlayışının derinleştiği ve olgunlaştığı ve Müslüman Kardeşler’e katıldığı dönemdir.

ZULÜM VE İŞKENCE
Seyyid Kutub, 1954’te tutuklanarak askeri hapishaneye kondu. Hapishane cellâtları tarafından ağır işkencelere maruz kalması sonucunda mide ve bağırsak kanaması geçirdi. Hapiste on yıl kaldıktan sonra Irak devlet başkanının ricası sonucu ve sıhhi sebeplerden dolayı serbest bırakıldı. Ama kendi evinde zorunlu ikamete tabi tutuldu. 1965’te “Yoldaki İşaretler” adlı eserinden dolayı tekrar tutuklanan Kutub’u davasından vazgeçirmek isteyen devrin tağuti hükümeti ailesinden birçok kişiyi gözaltına alıp ağır işkencelerden geçirdi. Bir yeğeni işkence sonucu şehid edildi.

“ZALİMLERDEN ÖZÜR DİLEMEM”
Cemal Abdülnasır yönetimindeki hükümet kız kardeşi Hamide Kutub’u davasından vazgeçirmek için gönderdiğinde kız kardeşine şunları söylemişti; “Eğer idamı hak etmiş olarak hakkın emri ile ipe çekiliyorsam buna itiraz etmek haksızlıktır. Eğer batılın zulmüne kurban gidiyorsam, batıldan merhamet dileyecek kadar alçalamam!..”

Bu sözleri onu ebedileştiren, tüm İslam âleminde örnek ve önder bir mücahit olarak tanınmasına vesile olan sözler olmuştur. Onun dünyevi bedeni idam yoluyla öldürülüp toprağa gömüldü, ama gösterdiği kararlılık fikirlerini kendisine yönelen inanç sahiplerinin önünü açan bir meşale kıldı.

Seyyid Kutub, eş-Şeyh Abdülfettah İsmail ve Muhammed Yusuf Havvaş’la birlikte idama mahkûm edilmişti. İdam kararı 29 Ağustos 1966’da infaz edildi. Seyyid Kutub ve beraberindekiler 29 Ağustosta şehadet şerbeti içmişlerdi.

“Eğer Allah kanunu ile mahkûm edilmişsem ben Hakk’ın hükmüne razıyım. Eğer batıl kanunlarla mahkûm olmuşsam ondan çok daha üstün bir düşünceye sahip olduğum için batıldan ve münafıklardan merhamet dilemem. Allah’a şükürler olsun ki on beş sene cihad ettikten sonra bu mertebeye ulaştım. Ben Allah yolunda yaptığım iş için asla özür dilemem. Namazda Allah’ın birliğine şahadet eden parmağım asla bir tağutun hükmünü onaylayan tek bir harf bile yazmayacaktır. ”