CMK’nın 250. maddesi kapsamında tahliye edilen sanıklar arasında Hizbullah davasından tutuklu bulunan bazı sanıkların da bulunması, yeni bir operasyon dalgasının sebebine indirgenerek Türkiye’nin dört bir yanında özellikle legal alanda faaliyet gösteren dernek, yayınevi ve basın kuruluşları peş peşe düzenlenen baskınlara sahne olmuştu.
Bu bağlamda operasyonların İstanbul ayağında başta gazetemiz olmak üzere Dua Yayıncılık ve birçok dernek, yasal faaliyetlerinden dolayı baskınların hedefi olmuş, başta yayın editörümüz Fikret Gültekin olmak üzere bir çok arkadaşımız gözaltına alınmış, bilahare de tutuklanmıştı.
Tutukluluk evresi sürerken savcılık makamının hazırlamış olduğu iddianame, geçen hafta hazırlanarak mahkemeye sunulmuş ve kabul edilmiş bulunmaktadır. Tıpkı sanık haline getirilerek mağdur edilen şahısların durumu kadar iddianamenin içeriği de aslında tam bir skandal örnekliği teşkil ediyor.
İddianamenin şahıslara yönelik garip suçlamalarındaki çelişkileri kadar aynı iddianamenin üzerine kurulmuş olduğu mantık da tam bir felaketi andırıyor.
İYİ Kİ HASAN EL BENNA HAYATTA DEĞİL!..
Evet, iyi ki sağ değil… Aksi halde Hizbullah davalarının tümünde asıl suçlu olarak hakkında kırmızı bülten çıkarılabilirdi. Tabii ki suçlu sadece Hasan El Benna değil, savcılık iddianamesine göre. Seyyid Kutup ile Mevdudi de cürüm işlemek için örgüt kurmak suçlamasıyla karşı karşıya kalacaklardı.
İddianamenin, “TERÖR ÖRGÜTÜNÜN İDEOLOJİK TEMELLERİ, KURULUŞ VE GELİŞİM SÜREÇLERİ” başlıklı bazı bölümlerini birlikte okuyalım:
Bir akademik çalışmada belirtildiği üzere; “... 1979 yılında Batı ve ABD yanlısı Şah`a karşı ayaklanan Humeyni’nin önderliğinde İran İslam devriminin gerçekleşmesi, İslam`ın siyasallaşmasındaki en önemli gelişmelerden birisi olmuştur.
Özellikle İran, Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülkelerde yetişen bazı ideologların, İslam`ı ana akımdan oldukça farklı ve radikal bir biçimde yorumlayan eserlerinin Türkçe`ye tercüme edilmesiyle birlikte, çok sayıda yayınevi etrafında bu fikirlerden etkilenen çeşitli küçük gruplar oluşmaya başlamıştır...” (1)
Özellikle İslam ülkelerinden pek çoğunun sömürge altında yaşamasından kaynaklanan etkilerle ortaya çıkan birtakım felsefi hareketler ve 20. yüzyılda İslam alemini etkileyen Mevdudi, Seyyid Kutub, Hasan El Benna gibi düşünürlerin cihad konusundaki yeni fikirleri , “Hizbullahi” şeklinde tabir edilen yeni akımların doğmasına neden olmuştur. “...
Mevdudi’ye göre İslam sadece bir inançlar, ayinler ve ibadetler dini olarak anlaşılmamalıdır. İslam daha çok dünyadaki bütün zorba ve günahkar sistemleri yok etme ve kendi programlarını insanlık yararına yürütme eyleminde olan kuşatıcı bir sistemdir.
Mevdudi’ye göre müslümanların görevi sadece ibadet etmekle sınırlı değildir. Bundan daha önemli bir görevleri daha vardır; o da dünyadaki zorba ve günahkar sistemlere karşı mücadele etmektir... El Benna birçok İslam düşünürü tarafından savunulan, şiddet içermeyen, kişinin kendi nefsine karşı yaptığı manevi büyük cihadın, kafirlere karşı yapılan askeri cihaddan üstün olduğu düşüncesini reddeder...
Hasan El Benna... İslami yönetim kurulmasını engelleyen yöneticilere karşı mücadele etmenin dini bir yükümlülük olduğunu savunur... İbni Teymiyye’yi örnek alan Hasan El Benna’nın söylemi, onu model bir lider olarak kabul eden birçok dini motifli terör örgütü mensubunun düşünce dünyasında önemli izler/etkiler bırakmıştır. Özellikle El Kaide üyelerinin cihad kavramına yüklediği anlamın temellerini Hasan El Benna’nın radikal söyleminde bulmak mümkündür...” (2)
Seyyid Kutub’a göre de; ‘İslam sırf savunma amacıyla cihad eder ‘anlayışı İslam’ı özünden saptırmaktadır. İnsanlar ile İslam arasına giren bütün tağutları yıkmak, hakim olan bütün otoriteleri ortadan kaldırmak gerekir.
Bu bağlamda, ”Kutub’a göre İslam’ı kabul etmek demek kısaca bütün şekil, düzen ve görüşleri ile insanların egemenliğine karşı savaş açmak ve yeryüzünün her bir köşesinde insanların her türlü egemenlik ve rejimlerine karşı toptan bir isyan bayrağı açmaktır... Kutub’un söylemi dini metinlerin yorumlanmasında radikal bir bakış açısını yansıtır. Bu nedenle yakın tarih ve günümüzdeki şiddet yanlısı hareketler bakımından önemli bir referans kaynağıdır...” (3)
Gene başka bir çalışmaya göre; “... Çıkış noktası çok farklı olmakla birlikte amaç için her türlü yolu mübah kılan öğretiler Hizbullah’i felsefede de vardır. Hizbullah’i felsefe esin kaynağı, Mısır’da Hasan El Benna tarafından kurulmuş bulunan İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) örgütünün önde gelen Seyyid Kutub, Mevdudi, Ali Korani, Dr. Ali Şeriati ve Mufatti gibi teorisyenleri, amaca ulaşmak için şiddet kullanılmasını ve her türlü aldatmaya başvurulmasını salık vererek bu tür ödevlerin farz niteliğinde olduğunu ileri sürerler. Örneğin... Seyyid Kutub ,Yoldaki İşaretler adlı eserinde şu görüşlere yer verir; ‘...hançer, zehir ve tabanca... bunlar İslam’ın düşmanlarına karşı silahlardır..İslamiyet ruhlarda sönmeden yanan bir meşale, bedenlerde durmak bilmeyen bir eylemdir... Bu bakımdan cihad, her müslüman için farzdır...’ (4)
1979 yılında İran’da gerçekleşen hareket sonrası hareketin lideri Humeyni’nin görüşleri ve “Devrim’i” ihraç etme yönündeki politikası da radikal dini grupların doğuşunda önemli bir etken olmuştur. “Humeyni’nin görüşleri başta Lübnan ve Türkiye Hizbullah’ı olmak üzere dini motifli terör örgütleri ve radikal dini gruplar üzerinde önemli etkiler yaratmıştır.
Humeyni’nin özellikle cihad sözcüğüne yüklediği yeni anlam sayesinde müslüman oldukları halde devrime karşı çıkanların öldürülmesi ve müslüman bir ülke olan Irak’la yapılan 8 yıllık kanlı savaş cihad kabul edilmiş ve binlerce müslüman İslam adına öldürülmüştür. “ (5)
Tabi burada numaralarla belirtilen “kaynaklar”, yıllardır özel harp çalışmalarına katkı sunan, bu odaklardan beslenip ulusalcılık ortak paydasında buluşan malum aktörlerin eserleri olduğunu belirtmiş olalım. Ercan Çitlioğlu’nun yanı sıra Mustafa Peköz’ün “İslam Cumhuriyetine Doğru” adlı kitabından alıntılar yapıldığını zaten sağolsun bizzat savcının kendisi belirtmiş.
Özellikle Peköz’ün kitabından her ne kadar Hizbullah alıntısı yapılmışsa da bugün aynı savcının nispet edildiği cemaatin de kaynak şahsın en büyük karalamalarına maruz kaldığını bu arada savcı beye hatırlatmış olalım.
Şayet El Benna, Seyit Kutup ve Mevdudi gibi alimlerin fikir ve eserlerini okumak suç ise, savcı beyin harekete geçip en başta başbakan olmak üzere hükümetin bir çok üyesi hakkında da soruşturma açması gerekmektedir…
ÖRGÜT STRATEJISİ YA DA BİR YALANIN ANATOMİSİ
İddianamenin dikkat çekici bir yönü de legal faaliyetlerin, sivil kurumların terör suçu kapsamına alınma isteğidir. Burada savcılık makamının suç unsuru diye atıfta bulunduğu belgelerin tümünün Emniyet’teki işgüzar odağın marifetiyle peydahlandığını belirtmeye gerek var mı bilemem.
Atıfta bulunulan önemli belgelerden iki tanesi, Elazığ İhya-Der operasyonu sırasında derneğe konulan belgelerdir. Bunlardan bir tanesi, rahmetli Hüseyin Velioğlu’nun değişik konularda yaptığı yazılı değerlendirmelerin bir araya getirilmesiyle oluşan ve 2000 yılındaki Beykoz operasyonu sırasında polisin eline geçen bir belgedir.
Bu belge değişik vesilelerle birçok dava dosyasına konduğu halde, yeni hazırlanan “örgüt talimatlarıymış gibi Elazığ İhya-Der’e bırakılmış ve “örgütün yeni stratejisi” diye değerlendirme kapsamına alınmıştır.
Bir diğer belge ise, tamamen uyduruk, Hizbullah’ın bilinen üslubunun çokça uzağında, tamamen Emniyet’e hakim dil üslubuyla yazılmış, mevcut sivil derneklerin yanı sıra gazetemizi de zan altında bırakmayı hedef alan bir paçavradan ibarettir.
Temel hedef de, sivil ve yasal çalışmaların engellenmesine dönük Emniyet kaynaklı özel planın bir parçasıdır.
Üçüncü ve en önemli argüman ise, bizzat polisin kontrol ve denetiminde bulunan Emrah Yaman denen özel elemana atfedilen dijital veri kayıtları olmuştur. Emrah Yaman üzerinden yürütülen operasyonların detaylarına girmeye gerek yok.
Ancak operasyonlardan aylar önce Mustazaf-Der Genel Merkezi tarafından hazırlanan ve Emniyet’in Emrah Yaman üzerinden yürüttüğü karanlık faaliyetleri konu alan bir dosyanın başta Cumhurbaşkanlığı olmak üzere hükümetin ilgili birimlerine sunulmuş olmasına rağmen yine de Yaman meselesinin, sanıkların suçlanmasında ana gerekçeler haline getirilmiş olması ayrıca düşündürücüdür.