28 Şubat sürecini başladığında üniversite son sınıfta olan ve yine aynı dönemde mezun olmayı başararak öğretmen olan Gülşen Demirkol Özer, o karanlık dönemde yaşadıklarını İLKHA’ya anlattı.

28 Şubat post-modern darbesinin mağdurlarından Gülşen Demirkol Özer, üniversite son sınıf öğrencisiyken darbenin olduğunu o yıl içerisinde okulu bitirip öğretmen olduğunu söyledi. Özer, henüz bir yıllık öğretmenken aynı yıl içerisinde memuriyetten atıldığını ifade etti.

İkna odalarında başlarını açmaları için kendilerini ikna etmeye çalıştıklarını anımsatan Özer,28 Şubat post modern darbe yılında yaşadıklarını şöyle anlattı:

"Kâbus dolu bir süreç yaşadık. Bu günden baktığımızda günümüz gençlerinin bunu anlamaması çok normal çünkü yaşadıklarımız anormal şeylerdi. Bu günkü gençler doğal olarak bizlerde dâhil bir mekâna gittiğimizde mescit ne tarafta diye soruyoruz. Bu çok ayırıcı bir şeydi. Bizim yaşadığımız yıllarda bir kurumda ya da herhangi bir yerde mescidin olmasını düşünemiyorduk. Zihinlerimizde böyle bir tahayyül bile yoktu. Biz okulda namazımızı kılmak için koridorlara kâğıt parçası serip namaz kılmaya çalışıyorduk. Bu bile 28 Şubat post modern darbesi esnasında gündeme gelmişti. 'Okullarda namaz kılınıyor' denmişti."

"El ele eyleminden sonra evlerimize baskın yapıldı"

Özer, "Bir hak kaybı yaşamıştık, bizi okulumuza almayacaklarını söylüyorlardı. Ne olacağını bilmiyorduk, çok korkulu ve tedirginlik günler yaşadık. Türkiye çapında 'el ele eylemi' yapılmıştı. Haklarımız talep etme konusunda biz böyle bir eylem düzenlemiştik. Türkiye tarihinde de örneği olmayan bir eylemdi. Bu eylemin akşamı bütün evlere baskınlar yapıldı. Bende öğrenci evinde kalıyordum. Beraber kaldığımız arkadaşlarımızı tutukladılar ve DGM’de yargıladılar. Ruh halimiz de sıkıntılıydı. Çünkü hem öğrencilik hayallerimiz son bulmuş hem de meslek hayatımıza dair bir geleceğimiz yoktu. Ailelilerimize durumu izah edemiyorduk. Toplumun bakış açısı ve bir yenilmişlik ruh hali vardı. Biz devlete ait her hangi bir kuruma girerken tedirginlik yaşıyorduk. Özet olarak ifade edersem acaba beni burada durduracaklar mı? Ya da burada bana bir şeyler söylenecek mi? Diye korku yaşıyorduk." diyerek yaşadıklarını anlattı.

"Geri döneceğimize dair hiç umut yoktu"

"Hiçbir yasal gerekçe olmadan beni görevimden alıkoydular" diyen Özer, "Kılık kıyafete uymayan bir memura verilecekse bir ceza bu meslekten men değildir. İstanbul’da bir günde bin 300 öğretmen görevden çıkartıldı. Ben görevimden atıldığımda öğrencilerim kapıya çıkıp, ‘bu hoca gidecek yine gelecek’ diye slogan atmışlardı. Tabi o zaman anlayamıyorduk. Bunun çözüm olmayacağını düşünüyorduk. Geri döneceğimize dair hiç umut yoktu. Evet, Allah’a inanıyoruz, günlerin aramızda döneceğini düşünüyoruz ama şartlar bu konuda hiçbir şeyin olamayacağı hissiyatını veriyordu. Ben açıkçası o okuldan ayrılırken bir daha mesleğime dönebileceğimi hiçbir şekilde hayal etmedim. Artık bitti buraya kadarmış dedim." şeklinde konuştu.

"Herkes kendi hikâyesini yaşamaya gitti"

2003 yılına kadar aynı karanlık tablo devam ettiğini hatırlatan Özer, konuşmasını şu şekilde sürdürdü:

"Biz bu yasak karşısında haklarımızdan vazgeçmeyiz diye eylemler yaptık. Bu eylemler nihayetinde sivil eylemler ve başka da kötü bir niyet güdülmeyen eylemler. Devlette bu konuda copuyla, dipçiğiyle ve barikatıyla çok kararlıydı. STK’lar ve bize destek verenler gün be gün azaldı. Herkes kendi hikâyesini yaşamaya gitti. Kimisi yurt dışına kimisi de evine gitti. AK Partinin kendini güvende hissettiği zamana kadar başörtüsü konuşulmadı. Hatta İslami çevrelerde de başörtüsü ve 28 Şubat mağduriyetleri ile ilgili her hangi bir cümle kurduğumuzda bize '28 Şubat edebiyatı yapmayın' deniyordu. Bu günümüzde başörtü mağduriyeti konusunu konuşan birçok yazar-çizer ve cemaat önderi var. Onların bunu konuşması, bu olayı sarıp sarıp konuşmak gibi görünüyor. Hani bununla ilgili konuşuyorsunuz ama ortada bir sorun yok. Ayrıca sizin bu konuyu konuşmanız onların canını sıkıyor. Çünkü siz onunda kendi çözümsüzlüğünü ve yenilmişliğini yüzüne vurmuş oluyorsunuz. Fakat ne zaman ki Cumhurbaşkanı kalkıp, 'biz 28 Şubat'ta yaşananları unutmadık' dedi ve akabinde de kamuda bir günde serbest bıraktı bundan sonra konuşulmaya ve o tarihle hesaplaşılmaya başlandı. O zamandan sonra belgeseller yapılmaya başlandı. Arka arakaya 4 yıl üst üste belgeseller çekilmeye ve yayınlanmaya başlandı. Bu topluma cesaret verdi. Dolayısıyla onun gittiği yol denenmiş ve başarı elde edilmiş bir yoldu. Meydanlarda verdiğimiz tecrübe, sonucunda dünyevi başarı getirmeyen bir hikâyeydi. Cumhurbaşkanının bu konuşması yeterli oldu mu? Olmadı. Keşke bize '28 Şubat edebiyatı yapıyorsunuz' söylendiği anlamda keşke bir edebiyat olsaydı. Ama ne yazık ki üzerinden 20 yıl geçmiş ne ciddi anlamda bir romandan ne de bir sinema filminden bahsedebiliriz. Şimdi aslında o susanlar konuşsalar ve keşke bunun edebiyatını yapsalar diyorum."

Özer, "Başörtüsünden vazgeçemeyeceğiz kararını verenler ya da bizle beraber orduda bulunup mağduriyet yaşayan askerler ya da erkeklerden de İslami kimliği net olanlar gözaltına alınıp hapishanelere konuldu. Bu kimliğinde ısrarcı olanlar bu devran dönecek diye düşünmüyordu. Evet, biz elimizdekileri feda ettik. Niçin feda ettik? Biz şöyle düşünüyorduk, bu Allah’ın emridir. Biz de onun emirlerine riayet ediyoruz. Dolayısıyla bunda sebat etmemiz gerekiyor. Dünyevi anlamda bir beklentimiz yoktu." dedi.

"Bizden daha vahim mağduriyetler devam ediyor"

Yaşanan mağduriyetlerin giderilip giderilmediği konusuna cevap vermenin zor olduğunu ifade eden Özer, "Acaba bu konuda mağduriyetler giderildi mi? Ya da giderildiyse hangi kategoride giderildi? Öğretmenler bakımından cevap verilse giderildiği kısım var. Fakat insan hakları bağlamında yeterli değil. Çünkü ben meslekten men edilirken herhangi bir suçum yoktu. Benim maddi manevi zararım var. Tabi ki de bunun karşılanmasını beklerim. Bunun bir kısmı yerine getirildi ama memuriyete dair o günlerimiz sayılmadı. Özlük haklarımızla ilgili birçok problem var. Biz bunların öğretmenler grubu olarak peşini takip ettik. Tabi bu süreçte yanımızda destekleyenler oldu diyemem. Yakın zamanda sonlanan 28 Şubat davası oldu. Biz bu davayı sürekli İstanbul’dan otobüsler tutarak arkadaşlarla dönüşümlü olarak gittik. Açıkçası birçok arkadaşın durduğu nokta, bizden daha vahim mağduriyetlerin devam ediyor olmasıdır. Biz burada duruyoruz. Çünkü hala hapishanelerde sorunları çözülmeyenler var. Yakup Köse ile birçok insan bunlardan haberdar oldu." şeklinde konuştu.

"Sivas’ta yaşananları konuşamıyoruz"

Müslümanların yaşadığı birçok mağduriyetin hala gerektiği gibi konuşulamadığını söyleyen Özer, "Sivas’ta mesela onlarca insan bilip bilmeden sadece Müslüman oldukları için hapishanelere konulmuşlar. Biz bunların da cümlesini yüksek sesle kuramıyoruz. Burada ne olduğunu konuşamıyoruz. Müslümanlar ciddi bir algı operasyonuna tabi tutuldular. Orada tutuklanan tanıdıklarım da var. Yani hiç olayla alakası olamayan hatta o gün şehirde bile olmayanlar vardı. Bu konuda ki psikolojik bariyerleri buradan görebiliyoruz. Biz hâlâ bazı şeyleri konuşamıyoruz." dedi.

"Asker kökenli olanların trajik hikâyeleri var"

28 Şubat döneminde yaşanan mağduriyetlerin üç farklı boyutuna değinen Özer, şu ifadeleri kullandı:

"O dönemde öğrenci olup AK Partinin getirmiş olduğu haklardan sonra okullarına dönmüş olanlar var. Bunlar mezun olmuşlar fakat herhangi bir yere girememişler. Şimdi onlar mücadeleye devam ediyorlar. Ben açıkçası biraz ümidimi kaybettim. Çünkü siyasiler şu anda lazım olduğunda gündeme getirdikleri ama çoğunlukla onların da artık görmek istemedikleri bir konu olmuş durumda. Bu konu ancak Cumhurbaşkanına gittiğinde çözülür. Ben Cumhurbaşkanının bu meseleyi çözün dediğini de düşünüyorum. Mesele altlara doğru indiğinde bunun uygulanmadığını düşünüyorum.

Bir de asker kökenli olanlar var. Tabi onların da çok trajik ve çok daha derin hikâyeleri var. Öncelikle biz insan olarak bize açılmış alanda haklarımızı sonuna kadar alamaya çalışıyoruz ve çalışacağız. Bir darbede alınan yaralar yüzde 100 giderilemez. Yarayı pansuman etseniz bile bir şekilde izi kalır.

İmam Hatip liselerine uygulanan kat sayı uygulamasından binlerce insan mezun oldu. Bunların meslek bakımından gelecekleri ellerinden alındı. Bugün yetişkin olan o günün çocuklarına aslında bugün verdiğiniz hiçbir şeyin bir anlamı olamayacaktır. Ancak sembolik bir anlam ifade edebilir. "

"En büyük problemlerden biri de FETÖ’ydü"

28 Şubat'ta mücadele verirken yaşadıkları en büyük problemlerden birinin de FETÖ olduğunu söyleyen Özer, "Biz, Allah rızası için direnmeyi gerektirdiğini söylerken onlar, ‘başörtüsü teferruattır’ lafı nedeniyle başlarını açtılar. İnanın bizimle aynı düşünceyi paylaşmayan insanlar bile bize destek verirken onlar başlarını açarak okullara girdiler. Bizim için en büyük sıkıntılardan biride buydu." dedi.

"Ümmete faydalı olacak meslekleri tercih ediyorduk"

15 Temmuz'da halkın sokaklara çıkma sebeplerinden birisinin de 28 Şubat'ın toplumsal etkisi olduğuna değine Özer, "Oradaki yenilgi ve acıların biriktiğini ve aslında hiç kimsenin bir daha o günlere dönmek istemediğini düşünüyorum. Müslümanlar için daha rahat yaşanabilir bir dünyayı kaybetmek istemedikleri için insanlar düşünmeden dışarı çıktı. Bizler bugünün gençlerinden farklı olarak üniversite okumayı tercih ederken şöyle bir amacımız vardı. Ben hangi bölümü okuyayım diye düşünmeden önce hangi bölümde okursam Allah rızası için bu topluma bir katkım olur? Yapacağım iş bu ümmete nasıl bir katkı sağlar diye düşünürdük. Benim gibi birçok arkadaşında niyeti buydu. Doktor olacaksa biri ümmete bir faydası olması gerektiğini hedefliyordu. Avukat olacaksa Müslümanların dertlerine derman olmayı düşünüyordu. Kimse şu mesleği edineyim ve daha çok param olsun derdinde değildi. Bizim önceki ablalarımızdan aldığımız düşünsel miras da buydu. Çünkü onlarda bizden önce belli bir mücadele vermiştiler. Bize buraların kıymetini iyi bilin diyorlardı. Ablalarımızın verdiği bu mücadele bizim için bir örnekti. Yani oralarda olmak lazımdı. İnancımız ve kimliğimiz belirtilmeliydi.   

Başını aç mesleğini kaybetme!

Yasakla birlikte ailelerden bazılarının da çocuklarına baskı yaparak başörtülerini açtırdığını hatırlatan Özer, yaşanan bazı olayları şu şekilde aktardı;

"Başını aç mesleğini kaybetme! diyen ve arkadaşlarımızın başörtülerini kesen bazı aileler oldu. Şimdi baktığımda bu şekilde yapan ailelere kızamıyorum. Onlar da çok zahmetle okuyup son sınıfa gelmiş olan çocuklarının mesleklerini kaybetmelerini istemiyorlardı. O dönem verdiğimiz kararlara bakıyorum ve gerçekten verdiğimiz kararlar kolay kararlar değildi. O dönemde ruh halimizin çok güçlü olduğunu düşünüyorum. Hiç arkamıza dönmeden öğrenciliğimize, mesleğimize veda ettik. Kaybettiklerimiz sadece bunlar değildi. Bursa’da Dilek Güngör isimli bir kardeşimiz polisin kovalamasıyla kamyonun altında kalarak bir bacağını kaybetti. Eyüp’te imam hatip öğrencilerini dağın başına götürüp bıraktılar. Ben bu örneği bazen imam hatip okulunda anlatıyorum ama çocuklar sadece bakıyorlar. Onlar böyle bir şey yaşasa ailesine onu alması için konum atar. Şartlarımızı anlamaları için o dönemin şartlarını hatırlatmak gerekir. Kadıköy İmam Hatip Okulunun önünde olanları dönemi yaşayanlar unutamıyor. Sorun olmasın diye çocuğunu okula götüren velileri hızla yere atan ve sen kimsin? diyen ve hakaret eden kolluk kuvvetlerinin yaptıkları gibi olaylar zihnimizde acı hatıralar olarak kaldı. Ben bugün o günlerde yaşananların görüntülerini izlemeye dayanamıyorum. O dönem yaşadıklarımız konusunda daha metin davranmışız. Çok zor şeyler yaşamışız ve içinden iyi çıkmışız diye düşünüyorum. Bazı arkadaşlarımızın aileleri onları okumaları için yurtdışına gönderdi. Bugün düşünüldüğünde yurtdışında okumak lüks ama o zaman bizim için anlamı o değildi. Yurtdışına gitmek yağın değildi. Ekonomik anlamda da güç bir şeydi. Ben evini satarak çocuğunu okuması için Yurtdışına gönderenleri biliyorum. Sırf mesleğini eline alsın, altın bileziğini koluna taksın diye düşünen aileler vardı. Çok şey yaşandı ama aradan geçen 20 yılın sonunda hüzünlerimiz bize kalıyor"

"Her sabah istifra ederek eylemlere gittiğimi biliyorum"

İnsanları ağaçlara verdiği değeri kendilerine vermediğini belirten Özer, son olarak şunları söyledi: "Ben eylemlere gittiğimde her sabah istifra ederek gittiğimi biliyorum. Çünkü birazdan gideceğim ve köpekler, polisler meydanda olacak. Orada ne yaşayacağımızı bilmiyoruz. Çünkü polislerin coplarla kovaladığı, gözümüze sprey sıktıkları günler de oldu. Biz bunun karşılığında herhangi bir mukavemette de bulunmuyorduk. O yüzden bugün bazı olayları yaşarken gerçekten insanların adalet duygusuna şaşırıyorum. 'Ağaçları koruyoruz' diyen insanların bizim için neden hiç tepki vermediklerini ya da yanımızda durmadıklarını soruyorum. Bu da onların samimiyetlerine inanmama engel oluyor." (Nizamettin Aşkın, Zeyd Varol-İLKHA)