Ahmet Yılmaz / Araştırma

Selahaddin Hazretlerinin kişiliği, yaşanıp bitmiş bir kişilik değildir. 4 Mart Selahaddin Hazretlerinin vefat yıldönümüdür. Selahaddin Hazretleri, 4 Mart 1193`te 55-56 yaşlarında Hakkın rahmetine kavuştu. O günden beri İslam dininin üzerinde en çok durulan öncülerindendir.

Onun hayatı gerek kendisinin yazıya düşkün olması, gerekse çevresindeki alimler sayesinde adeta günbegün elimizdedir, kişilik özellikleri bir camın ardında durur gibi şeffaftır. Ümmetin bir daha Haçlı tehdidinde olduğu, Kudüs`ün yaklaşık yarım yüzyıldır işgal altında durduğu bu çağda Selahaddin Hazretlerinin kişiliğini öğrenmeye ve örnek almaya çok ihtiyacımız vardır.
Bir önceki bölümde o büyük şahsiyetten "İlim Sahibiydi ve Alimleri Severdi", "İhlas ve Zühd Ehliydi", "Taassup Ehli Değildi", "Görmezlikten Gelmeyi Başarırdı", "Affederdi" başlıkları altında beş özellik vermiştik. Bu hafta bu özelliklere devam edeceğiz. İnşaallah, bu bilgiler kuru bir tarih bilgisi olarak algılanmaz.

6. BEKLEMEYİ (SABRETMEYİ) BİLİRDİ

Sabretmek, zillete düşmeden sabretmeyi başarmak mü`minin en önemli vasıflarındandır. Mü`minin sabrı, mücadele alanında "planlı bir direniş göstermek"tir. Bu vasfa sahip olmayanlar, her asırda kendilerinden çok, İslam davasına zarar vermişlerdir. Buna uyanlar ise Allah`ın izniyle ümmeti daima bir adım daha ileri götürmüşlerdir.


Selahaddin Hazretlerinin yardımcı özellikleri içinde "görmezlikten gelebilme" olgunluğundan sonra en önemli özelliği "bekleme"yi bilmesidir. Bu bekleme,
a. Hayatı aşamalı yaşama
b. Düşmana karşı dayanma
c. Olayların sırasını bekleme
d. Düşmanı kuşatırken bekleme
şeklinde dört başlık altında incelenebilir.

AŞAMALARA SIKI SIKI BAĞLIYDI

Selahaddin Hazretleri, bir aşamayı sonlandırmadan diğerine geçmez, işleri birbirine karıştırmazdı. Bu yönde aldığı kararlara sıkı sıkıya bağlıydı. 26 yaşına kadarki hayatı ilimle geçmiş, bu dönemde başka bir alanda adına neredeyse hiç rastlanmamıştır. O dönem onun için derinleşme ve hayatı kavrama dönemidir.

O yaştan sonra, H. 559`da başlayan Mısır seferleriyle birlikte amcasının yaveridir. Meşhur Babeyn Savaşı`nda olduğu gibi amcasına sıkıca itaat etmiş, ona bir alternatif oluşturma derdinde olmamıştır. (5. Bölüme bakınız.) Mısır seferi sırasında Babeyn`de on bini geçen Haçlı ordusu, Şirkûh`un iki bin kişilik ordusunu kuşatmıştı da kimileri kaçmayı teklif etmişti.

Bunun üzerine Şirkûh`un askerlerinden Şerefüddin Bozkuş " Öldürülmekten, yaralanmaktan ya da esir alınmaktan korkanlar askerlik yapmasın. Gitsin çiftçilik yapsın ya da evde kadınlarla otursun. Allah`a and olsun ki o adil sultanın huzuruna galip ya da mağlup bir vaziyette dönmezseniz korkarım ki bugüne kadar verdiklerini geri alır. Sonra da size `Bir taraftan Müslümanların mallarını yiyorsunuz, diğer taraftan düşmandan kaçıyorsunuz. Mısır gibi bir ülkeyi küffara terk ediyorsunuz` der. Bu nasıl şey?" demişti. Şirkûh, bu benim görüşümdür, dedi. Selahaddin, alternatif bir görüş belirtmedi.
Şirkûh, o gün Selahaddin`e en tehlikeli görevi verdi, Selahaddin kabul etti. İskenderiye`de de onu şehirde bıraktı, kuşatmaya terk etti, kendisi kuşatmadan çıktı. Selahaddin Hazretleri, amcası gelinceye kadar kuşatmadan kurtulmaya çalışmadı, sadece şehri savundu. Çünkü görevi buydu.

O, o günlerde itaat insanıdır; yaverdir; yaverliğini yapıyordu. Sonra sultan oldu, sultanlığını da bildi. Böylece o, düzenin, disiplinin simgesi oldu. Böyle bir düzen, böyle bir disiplin olmadan bir adım yol almak mümkün değildir.


Denebilir ki Selahaddin, amcasıyla görüş birliği içinde olduğu için ona itaat ediyordu. Bu, itaatin en bayağısıdır. Büyük itaat, görüş ayrılığındaki itaattir. Selahaddin, özellikle devlet yönetimi konusunda amcasından farklı düşünüyordu. Buna rağmen, ölünceye kadar amcasına itaat etti. Ancak amcasından sonra kendi düzenini kurdu. Aksi yöndeki bir tutum, fitne olurdu.

DÜŞMANA KARŞI DAYANIKLIYDI

Selahaddin Hazretleri daha otuza merdiven dayamışken İskenderiye`de Haçlı orduları ve Mısır, Fatimi veziri Şaver`in elli bin kişilik ordusuyla nehirden ve karadan tam üç ay kuşatıldı, şehrin gıdası bitti, şehirden göçler başladı; ancak o, teslim olmadı.
Kudüs Haçlı Kralı Amori, bu duruma hayret eder; Selahaddin`e hayran kalır. Ateşkesten sonra Selahaddin`i görmek ister ve ona askerlerini Şam`a ulaştırmada yardımcı olma teklifinde bile bulunur.


OLAYLARIN SIRASINI BEKLERDİ

Selahaddin, Mısır`ı ele geçirir geçirmez Kudüs`e doğru yola çıkmadı. Kudüs fethinin zamanını sabırla bekledi. Bunun için,
a. Mısır`da hakimiyet kurdu.
b. Halep-Musul sorununu halletti.
c. Haşhaşiler gibi toplulukları pasifleştirdi.
Bu süreç içerisinde kardeşi Turan Şah`ın Mısır`ın doğusundaki İslam coğrafyasını ele geçirme yönündeki ısrarlı tekliflerini hep reddetti, gücünün dağılmasına ve Kudüs`ün fethine hizmet etmeyecek adımlar atılmasına mani oldu.*


Böylece iktidarını sağlamlaştırdı, gücünü artırdı; bu arada Haçlıları iyice güçsüzleştirdi; ondan sonra büyük taaruza geçti. Bu aşamada "Onun derdi Haçlılar değil!" sözüyle başlayan akıl almaz propagandalara maruz kaldı, yıpratıldı, sinirleri gerildi ama Selahaddin Hazretleri asla propagandaları bertaraf etme adına acele etmedi.


Selahaddin Hazretlerinin Kudüs`ü fethedip düşman saldırısından emin kılma aşamasından sonraki hedefi, ölüm döşeğinde belli olmuştur. İbn-i Kesir`in "Haçlıların işini bitirdikten sonra kendisinin Rum illerine, kardeşinin de Bağdat`a gitmesi hususunda aralarında anlaşmışlardı. Bu işi tamamladıktan sonra ikisi birlikte Acemlerin ülkesi olan Azerbaycan`a gideceklerdi. Azerbaycan`ı kendilerine karşı savunacak kimseler yoktu" sözlerinde ifade ettiği üzere, Selahaddin önce Anadolu`yu sonra, ata yadigarı Kafkasya`yı ele geçirmeyi planlıyordu. Ama onda her şeyin bir zamanı vardı, bu niyetini taraflardan ustalıkla gizledi. İşlerinin birbirine karışmasının önüne geçti.

DÜŞMANI KUŞATMAKTAN USANMAZDI

Selahaddin`i çağının emirlerine karşı başarılı kılan en önemli özelliklerinden biri de saray yerine cepheyi, evde oturmak yerine kuşatmayı tercih etmesiydi. Bu konudaki sabrı, bütün düşmanlarını çatlattı ve teslime zorladı.


Kuşatma, bir ay olur, iki ay olur; oysa Selahaddin`in özellikle Musul ve Halep kuşatmaları şu veya bu şekilde bazen dokuz ayı bulmuştur. Bugün gider, yarın gider diyen boşuna bekledi. Onlar kalelerinde bir beklemeyi biliyorlarsa Selahaddin, on beklemeyi bildi. Neticede karşı taraf pes etti ya da zararsız olacak kadar zayıfladı veya oradan başka yere gitmek Selahaddin için daha kârlı bir iş oldu.


İbn-i Şeddad anlatıyor:


"Akka merasındaydı. Çok hastaydı. Vücudunda belden dizlere kadar olan bölgede çok sayıda çıban çıkmıştı. Çıbanlar sebebiyle oturamıyor, çadırında iken yanı üzerinde uzanıyordu. Yemeğini bile başkasına veriyordu. Çadırı düşmana yakın bir yerde kurmuştu. Askere düzen verdi. Onca çıbana rağmen o sabahın köründen öğle namazına, öğlen namazından ikindiye, ikindiden akşama kadar at sırtından inmiyordu. Hayret ettim. Bana `Ata bindiğimde çıbanların verdiği sıkıntı gidiyor, inince tekrar geliyor` dedi."


İşte onu başarılı kılan buydu. Dava uğruna cefa çekmek ona dertlerini unutturuyor, sıkıntı ona sefa gibi geliyordu. Buna "kendini davaya adamak", "davaya aşık olmak", "davadan zevk almak" denir, kim kendisini onun kadar adarsa, onun gibi güçlü olur.
Selahaddin, Tir Kalesi`ni tam yedi ay aralıksız kuşattı. Eleştirildi, emirler ona, "Uzun zamandır buradayız, gayemize eremedik, adamlarımız öldürüldü, yaralandı, sermayemiz de tükeniyor" dediler.


Aldıkları cevap şu tarihi sözle olumsuzdu: "Gidip dağılırsak ne zaman geri döneceğiz?"
Yine Miladi 1187`de Ramazan`da Şam`a geldi. Ramazan ayını askerler usulen aileleriyle birlikte geçirirdi. Ama o, yağmura çamura rağmen Ürdün nehrine doğru yola çıktı, itirazlar karşısında da "Bugün varız, yarın yokuz" dedi.
Vefat etmeden hemen öncesine kadar dört yılı cephelerde geçirdi. Dört yıl boyunca başkent Şam`a uğramadı. Mısır`a uğramayalı da 10 yıl olmuştu. Oysa, ömürde bir iki kez cihada çıkan melikler o günlerde göklere çıkarılırdı.

7. DUYGULARINI ERTELERDİ

Selahaddin Hazretleri, nefis terbiyesinden geçmiş bir mü`min olarak duygularına daima hakimdi. O, kendisini Allah yolunda cihadın safhalarına göre yönetme yeteneğine ulaşmıştı. Asla kendisini salmıyor, denetim dışına bırakmıyordu.
Abbasi Halifesi, kendisini Tikrit yöresindeki Kürtlerle Türkmenleri kışkırtmakla ve sert sözlerle suçladığında emirlerinin sert karşılık verme önerisine karşı çıktı. (Bu yönde daha önce başka olaylar da anlatıldı.)
Ancak Selahaddin sadece öfkesini kontrol etmiyordu; ağlamasını da kontrol altında tutuyordu. Bu yönde de kendisine hakim oluyordu.
İbn-i Esir`in anlattığı üzere gencecik kardeşi Börü, Halep önlerinde yaralanıp öldüğünde onun ölüm haberini Halep heyeti tedirgin olur diye ihtimamla sakladı. (8. Bölüme bakınız.)

Selahaddin, ailesine ve kardeşlerine çok düşkündür. Turan Şah öldüğünde üzerine mersiyeler okumuştur. Ama savaş sırasında ölüm haberleriyle ilgilenmek komutanlığına zarar verir endişesiyle ölüm haberlerini işi bitinceye kadar başkalarından saklardı. Burada en ilginç husus, onun ölüm olayları karşısında duygulandıkça kitaba sarılmasıdır. (Tarihçilerin "kitap" diye aktardıkları Kur`an-ı Kerim ve Hadis kitapları olacak.) Selahaddin, duygularını bu hayırlı amelle bastırırdı. Daha önce de anlatmıştık, hastalığını fırsat bilip zamanını İmam Malik`in Muvatta adlı hadis kitabını okuyarak geçirmişti. Bu tam anlamıyla "Her sorun bir fırsattır" planlı hayat anlayışının bir yansımasıdır.


Bu konuda ağır bir savaş ortamında, İbn-i Şeddad şu olayları aktarır:

"İsmail adında henüz buluğa ermiş bir çocuğu vardı. Ölüm haberini kendisine ulaştırdılar. Kendisini kitaba verdi. Kimseye bundan bahsetmedi. Biz, haberi başkasından öğrendik. Kimseye bir şey sezdirmemişti. Sadece kitap okurken gözleri yaşarmıştı."
"Remle`de Haçlılara karşı savaşıyorduk. Kardeşinin oğlu, Takıyyuddin`in ölüm haberi geldi. Bizimle düşman arasında bir at koşumu mesafe vardı. Kardeşi Melik Adil ve diğer yakınlarını yanına çağırdı. Diğerlerini çadırdan çıkardı. Bir ok atımı mesafede kimse bırakılmamıştı. Sultan Selahaddin, kitabı çıkarıp okumaya başladı. Ağladı... O kadar ağladı ki sebebini bilmediğimiz halde bizi de ağlattı. Sonra boğulurcasına `Takıyyuddin öldü` dedi. Bir daha şiddetle ağlamaya devam etti. İnsanlar da onunla ağlamaya başladılar. Kendisini uyardım. "Allah`a istiğfar ediyorum" dedi, yüzünü yıkadı ve düşman Yafa`ya dönüp biz de karargaha dönünceye kadar kimseye bu olayı haber vermedi."


Selahaddin Hazretlerinin Halep`e gönderdiği oğlu Zahir Gazi`ye yolladığı şu mektup, şahsiyetine ayna tutmaktadır:
"Allahü Teala`ya karşı takva üzeri ol. Zira takva her hayrın başıdır. Allahü Teala`nın emrettiği şeyleri yapmanı sana emrediyorum. Zira senin kurtuluşun bundadır. Kan dökmekten ve bu sebeple silah kuşanmaktan seni sakındırdım. Zira kan davası bitmez. Halkın kalbini kazanmayı ve sorunlarıyla ilgilenmeyi sana tavsiye ediyorum. İnsanlara karşı yakın ol. Kimseye kin tutma."

Bir de şu alıntılara bakalım:

"İngiltere Kralı Richard-ki o Selahaddin`in son dönemdeki en büyük düşmanıydı- hastalandığında Sultan Selahaddin ona kar ve meyve göndermişti. Haçlılar, Müslüman düşmanları tarafından gördükleri bu alicenaplıktan dolayı hayrete düştüler."
"Asla birine sövdüğünü işitmedim. Kalemini de bir Müslümana sıkıntı verecek şekilde kullanmamıştır. Ahde vefa gösterir, verilen sözü yerine getirirdi. Yanına bir yetim getirildiğinde yetimin bir bakıcısı varsa masrafını karşılardı. Bakıcısı yoksa ona bir bakıcı tutardı. Yaşlı birini gördüğünde ona hürmet eder, ikram ve ihsanda bulunurdu. (İbn-i Şeddad)"

 

Notlar ve Kaynaklar:
* Süreç içerisinde plansız asker gönderdiği tek yer Yemen`dir. Bu da Yemen`deki durumun asayiş yönünden kaygı verici olmasından ve oradan cihad için ekonomik kaynak bulma amacından kaynaklanmıştır. Ayrıca, o günlerde iyice şımaran Haçlılar, Mekke ve Medine`yi işgal naraları atıyordu. Yemen`in ele geçirilmesi, Haçlıların Cidde taraflarında etkili olmasını engellemek için önemliydi.
1. A. M. Sallabî, Eyyübî Devleti 2. İbnü`l Esir 3. İbn-i Kesir 4.M. C. Liyons, D.E.P. Jackson, Selahaddin

DEVAM EDECEK...