Planlı bir hayatın esasında, “beklenmezlikler” karşısında yıkılmamak, bizi umutsuzluğa sürükleyecek bir şaşkınlığı sürdürmemek vardır.

Umut, İlahi bir nimet olarak bizim için başlı başına bir enerjidir.

“Umut enerjisi’inin sahibi biziz. Ona sahiplik ettiğimiz sürece o bizde var kalıyor, onu sahipsiz bıraktığımızda bizde tükeniyor. O tükenince biz de tükeniyoruz.

Yüzeysel bir bakışla, olayı yolun yarısından anlıyoruz ve “Umutsuzluk bizi tüketti diyoruz. Halbuki durum öyle değil. Vaka sırası şöyle değişiyor.

1. Bizde umutsuzluk belirtileri oluştuğunda tedbirimizi almamışız. Dolayısıyla umutsuzluk, kalbimize işlemiş. Nihayet güç kazanmış, baş edilmesi kolay olmayan bir noktaya gelmiş.

2. Umud tükenince de biz tükenmişiz.

O halde “umutsuzluk” vakasının başında bizzat biz varız, onun yol açtığı problemlerden bizzat biz sorumluyuz.
Ama insan kendi eliyle yaptıklarından dolayı başına gelenler noktasında yükünü hep hafifletmek, sorumluluğu hep başkalarına dağıtmak ister. Öyle ki “umutsuzluk” dediğimiz o soyut şey bile onun bu dağıtımından pay alabiliyor.
“Umut” ne kadar güçlü bir enerji? Diyebiliriz, onun üzeremizdeki etkisini sorgulayabiliriz. Bu bizim hakkımız, hatta kendimizi tanıma kapsamına girdiğinden aynı zamanda bizim görevimiz. Hemen oruçla ilişkimize bakalım.

Sıcak yaz mevsiminde siz de fark etmişsinizdir. Bazı sabahlar, bir tükenişle uyanırız, ağzımız kupkuru neredeyse iş yapamaz duruma düşeriz. Kendimizi bıraksak, bügun tükenmişim desek ve koşullar uygun olsa neredeyse gün boyu uyumayı tercih edeceğiz. İnsani faaliyetlerimize resmen son vereceğiz. Ama “Allah kerim, O,bana yardım eder deyip ayağa kalktığımızda kısa bir süre içinde o tükenmişlik hali dağılıyor, yerini sabah kahvaltısını yaptığımız ve doyasıya su içtiğimiz bir günün enerjisine bırakıyor. Bir süre sonra sabahki tükenmişliğimiz bir yana, oruçlu olduğumuzu bile unutabiliyoruz.

Yine dikkatle gözleyin, pek çoğumuz oruçlu günün son iki saatinde, daha önceki saatlerden daha dinç görünürüz, bazen o saatler neredeyse sabah saatleri kadar verimli oluyor. Halbuki tam tersi olması gerekmiyor mu? Gün ilerledikçe enerjimizin tükenmesi, dolayısıyla günün en son saatlerinin en zor saatlerimiz olması gerçeğe daha uygun değil mi? Maddi sebeplere bakarsak kesinlikle öyle. Ama her şey madde değildir.

Günün son saatlerinde ‘Az kaldı’ deyip kendimizde umut oluştururuz. İşte o umut, halsizliğe karşı direnişimize güç verir, bizi dinçleştirir. Gün boyu uyuşan düşünme, çalışma organlarımızı yeniden harekete geçirir ve onlara faaliyet kazandırır.

Değerli gençler,

Hayat yolculuğumuzda karşımıza hep beklediğimiz neticeler çıkmaz. Hatta bizim gibi problemlere kıstırılmış toplumlarda çoğunlukla karşımıza beklemediğimiz durumlar çıkar. Sanki birileri, bizim için bir umut kırma düzeneği kurmuş da her işimizde o düzenek karşımıza çıkıyor. Sanki birileri bir umutlandırıp bir umut kırıklığına uğratarak bizi tüketmek istiyor.
O düzeneğe asla teslim olmayacağız. Hayat, bizi idare etmeyecek; biz hayatı idare edeceğiz. Bunun için bir işe kaç kez başlamamız gerektiğine biz karar vereceğiz. Bizi umut kırıklığına uğratanlar değil.

Beklemediğimiz bir neticeden sonra yeniden başlamamız gerekiyorsa “YENİDEN BAŞLAYACAĞIZ.” O zaman bitmediğimizi, tükenmediğimizi göreceğiz. Allah(cc) yardımcınız olsun.
 
Abdulkadir Turan / Doğruhaber