Yaklaşık 14 yıldır cezaevinde tutuklu. Vücut fonksiyonlarının yüzde doksan ikisini kullanamamasına rağmen, Hizbullah davasından...

Günün yirmi dört saatini yatakta geçiriyor. Banyo, tuvalet, temizlik, abdest gibi ihtiyaçlarını yalnız başına karşılayamıyor. Koğuş arkadaşları ilgilenmek zorunda.

Adalet bakanlığına, Cumhurbaşkanlığına mektuplar yazıldı. Bu zulmün sona erdirilmesi için. Olumlu herhangi bir gelişme olmadığı gibi, şimdi de felçli Fikret Bayram Bayburt`ta ki bir cezaevine sevkedildi.

Aslında hikaye 1998’lere dayanıyor. Süleyman Demirel tarafından affedilmişti o yıllar, adli tıp kalıcı sakatlık raporu vermişti çünkü. Fakat Hizbullah davasından olduğu anlaşılınca kalıcı sakatlığı yoktur şeklinde çark etti. O yıldan bu yana Fikret Bayram aynı Fikret Bayram.

Eziyet üstüne eziyet…

Demokrat kalemler, diplomatlar bu zulmü görmezden geliyor.

Oysa hep şikayet ederiz değil mi; tutuklu vekillerin cezaevi koşullarından.

Fikret Bayram vekil değil, millet.

Kendi başına hiç birşey yapamıyor.

Bütün günlerini ona yardım etmekle geçiren cezaevi arkadaşları da ikinci kez cezalandırılıyorlar.

Eşi Naime Bayram diyor ki: `O, evdeyken de hapiste gibiydi.`

Doktorların hastanede gözetim altında olması gerektiğini söylemesine rağmen Fikret Bayram, ağır cezaevi koşulları ile mücadele etmek zorunda.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Adli Tıp Kurumunca saptanan sürekli hastalık hali sebebiyle bazı hükümlüleri affetmişti. Doğru bir adım.

Peki aralarında Fikret Bayram`ın olmayışı adaletsizlik değil mi?

İnsan haklarını çiğneyen bir sistemin, insanları insan haklarına aykırı eylemlerden tutuklama hakkı olabilir mi?

Bazı grupların her türlü problemini ekranlara taşıyan, bürokratlara çağrı yapan demokrat, liberal kalemlerin bu konudaki sessizliği kabul edilebilir mi?

Türk medyası; İnsanların hastalıklarını ideolojiye, dini algıya göre değerlendirip sunar. İslami hassasiyeti olan televizyon ve gazeteler çoğunlukla ideolojik tercihler, laik olarak adlandırılan medya grupları ise kişilerin veya grupların dini hassasiyetleri oranınca haber yapar veya yapmaz. İşte Türk medyasının en büyük sorunu budur!

Liberalizm ve liberaller İslami unsurları her zaman saf dışı bırakmışken, İslamcı yazarlar liberalizme sarılarak zamanla özlerinden, kendi kesimlerinin problemlerinden uzaklaşmış, ideolojik bir mücadeleye girişmişlerdir.

Devlet ise; bu malum kesimin istekleri doğrultusunda hareket ederek oya ve popülariteye dayalı bir sistem kurmuştur. Yol haritasını medya grupları belirler. Çünkü halkın tercihlerini de çanak antenler yönlendirir.

Medya da `adalet` bakanlığı da Fiket Bayram`ı görmez çünkü o Hizbullahçıdır, şeriatçıdır, hedefi sistemi yıkmaktır. Çünkü sistem;felçli Fikret Bayram`ın topla tüfekle kendisini yıkmasından korkar. Bu yüzden de Fikret Bayram`ı, bir fikri hapseder. Çünkü bu düzende adalet menfaatler doğrultusunda çalışır.

Çünkü batı demokraisisi batılı katilleri psikopat, Müslümanları ise terörist olarka algılar. Çünkü bizim sistemimimiz batının bu kıt düzeninden ithaldir. Ve İslamcılar hasta da olsalar tehlikelidirler!

Bu zulmün bir sonu yok. Sadece Fikret Bayram değil. Salih Mirzabeyoğlu gibi müslümanlar da yıllardır zindanlarda. Bazısı kanserden, böbrek yetmezliğinden revir yüzü görmeden ölüyor. Adalet sistemi son derece adaletsiz bir şekilde işliyor.

Oysa, sağlık koşullarından dolayı idamlar erteleniyor; değil ki hapisler. O kişiler zaten hastalıklarla mücadele ederken hapis kimin uğrunda. Ama hastalıklarla dahi mücadele etmelerine izin verilmiyor. Evet “çürüyerek ölün” mesajı veriliyor gibi.

 Cumhurbaşkanı’nın af yetkisi var, zaten bundan dolayı var. Zannetmiyorum ki affedilenlerin çoğu Fikret Bayram kadar hasta olsun. Eğer bu haliyle cezaevinde hayatını kaybederse, ne tarih, ne insan vicdanı yetkilileri affetmeyecektir. Hukuk sistemimizin adalete değil şer’e çalıştığı tescillenecektir. Görüşü ne olursa olsun biz insan hayatını her şeyden üstün tuttuğumuza inanırken, ülke olarak sadece bir kısmı kayırdığımızı dünya alem görecektir.

Zeynep BOZDAŞ - Gençbakış