Yani küfür tarafından istila edilmiş, kıymeti sonradan anlaşılmış alanların doldurulup, doldurulmaması hep tartışma konusu olmuştur. Hatta siyaset gibi bazı alanlar ‘mayınlı bölge’ ilan edilip, tamamen uzaklaşılmıştır. Müslümanların uzaklaştığı alanların sayısı artınca topyekûn dönüp geçmişin muhasebesi yapılmaya başlandı.
Dünyanın farklı coğrafyalarında faaliyet yürüten cemaatler, şu an Türkiye’de faaliyet yürüten cemaatlerin tartıştıkları konuları çoktan halledip, ‘mayınlı bölge’ diye tabir edilen alanlarda da faaliyet yürütüyorlar. Hamas ve İhvan-ı Müslimin bunun örneklerindendir.
Bundan on beş sene önce Türkiye’de birçok şeyin gerçekleşmesi sadece bir hayaldi. En azından herkes öyle düşünüyordu. Bugün ise bunların hayal değil gerçekleşmesi gereken bir gerçek olduğunu görüyoruz. Yani siz on beş sene evvel Türkiye’de İslamî derneklerin açılacağını, Müslümanların dergilerinin, gazetelerinin, televizyonlarının olacağını söyleseydiniz, herhalde herkes size gülerdi.
Dahası siz milyonlarca insanın bir araya gelip hep bir ağızdan tekbir getireceğini söyleseydiniz, size deli derlerdi. Ama biz bugün bunların gerçekleştiğine ayın on dördü gibi şahit oluyoruz. Aslında Müslümanları bu kadar ümitsizliğe yiten, tembellikleridir. Nasıl mı? Bakın bir yazar konferansında neler diyor?
“Televizyon ülkemizde yaygınlaşınca ben de dâhil olmak üzere bütün hocalar, yazarlar, âlimler hep bir ağızdan televizyonun haram olduğunu, onun bir şeytan, bir deccal olduğunu dile getirdik. Gittiğimiz her ortamda onun zararlarından bahsettik. Ama bir türlü halkı televizyondan uzaklaştıramadık… Aslında biz hatayı en başında yaptık.
Şayet bizler televizyonun zararlarından bahsederken bir yandan da İslamî kanalların açılması için bir mücadele göstermiş olsaydık, şu an yayın yapan ulusal kanalların birçoğu İslamî olurdu ve bizlerde istemesek de evimize giren televizyonun zararlarından korunmuş olurduk. Ama bizler bunu yapmayınca bütün kanalları İslam düşmanları açtı ve bu şekilde genç nesillerimizi zehirlemeye başladı. Bizler geçte olsa bunun farkına varıp televizyon kanalları açmaya başladık…”
Geçmişte yapmış olduğu hatanın farkına varan yazar, Müslümanların meşru yeniliklere açık olmadıklarını ve bundan dolayı birçok şeyi kaybettiklerini ifade ediyordu. Bu tablo tam da günümüzde yaşananları ifade ediyor.
Müslümanlar yıllarca siyasetten uzaklaşarak yöneten değil, yönetilenler sınıfında olmaya rıza gösterdi. Ve bunun acısını yıllardır çekiyorlar. Bu ülkede Müslümanlar yıllardır azınlık gibi muamele gördü. Netice olarak da başlarına gelmedikleri zulüm kalmadı. Türkiye’nin yüz yıllık geçmişi bunun en bariz örnekleridir. Yönetilmeye razı olan Müslüman halk, kimi zaman ezanın Türkçeye çevrilmesine kimi zaman mescitlerinin ahıra çevrilmesine karşı koyamadı. Netice olarak koskoca bir geçmiş zulümlerle uğraşmakla geçti.
Müslümanlar öncelikle meşru yeniliklere açık olmalıdırlar. Aksi takdirde bir ilerleme sergileyemezler. Yaşanabilir bir toplum meydana getirmek isteyen her birey ve toplum, İslami bir çerçeveden çıkmamak şartıyla yenilikler gerçekleştirmelidir. Yoksa monotonlaşan bir hareketten ne bireye ne de topluma bir fayda gelmez.
Bu yenilikler siyasi arenada da olabilir, içtimai hayatta da olabilir. Yeniliklere kapalı olduğumuz yüz yıllık geçmişimiz bize zarardan başka bir şey getirmemiştir. Yüz yıllık bir geçmişte siyasete atılmamanın bir fayda getirmediğini tecrübe ettik. Ama siyasetin getireceği ve götüreceklerini tam anlamıyla tecrübe etmedik. Belki de bize şer gibi görünen şeylerde hayır vardır.
İslamî hassasiyete sahip geçmişte siyaset yapan insanlar elbette bizler için bir örnek olacaktır. Ama onların başarısızlıkları bizlerin bu alana girmemize engel olmamalıdır.
Bizler onların tecrübelerinden faydalanıp, kendi yol haritamızı kendimiz çizmeliyiz. ‘Mümin, müminin aynasıdır’ hadisini dikkate alıp, onların yaptıkları hataları yapmamak için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız. Bunun yanında her birey bu alanda neler yapılabilir neler yapılamaz bunun araştırması içerisine girmelidir.
Mesut Gözlü - Doğruhaber