Allah’a hamd olsun ki, bir zamanlar İslamî düğünler için günlerce özlem ile beklerken, şimdilerde artık düğünlere iştiraki yetiştiremez olduk. Bu durum her ne kadar yorucu olsa da, sonuç itibariyle bizleri umutlandırıp sevindirmektedir. Çünkü insanlar maalesef, evlilik gibi Allah’ın insanlara güzel bir nimeti ve rahmet dolu bir emri olan ve ayrıca; sağlıklı bir şekilde toplum ve din bütünlüğünün sağlanmasında da son derece önemli olan bir araç ve müesseseyi, yıllarca geleneğin ve cehaletin gölgesinde gerçekleştirdikleri düğünlerle temellendirdiler. Bu uygulama, evliliğin asıl gayesi ve ruhuyla tezat oluşturan sorunlu, yozlaştırıcı ve yıkıcı bir durumdur şüphesiz. Çünkü evlilik, Allah’ın her şeyi çift yaratmış olması gerçeği çerçevesinde, insanların kendi çiftlerini ve var oluşlarına bütünlük, anlam, güç ve huzur katacak olan diğer parçayı bulmaları ve Allah’ın rızası ve bildirdiği ölçüleri çerçevesinde onunla bütünleşmeleri olayıdır.

Dolayısıyla ancak bu şekilde, tevhid zemininde anlam ve değer kazanan bir olayı, Allah’ın rızasından ve O’nun dininin ilkelerinden uzak bir şekilde ifa etmek abes olduğu gibi; onu amacına, araç olduğu gayeye, İslam’a ve Allah’ın rızasına uygun bir şekilde yerine getirmek de anlamlı, değerli ve mutluluk vericidir. Dolayısıyla toplumumuzda bu tür evliliklerin ya da düğünlerin yaygınlaşması, bize geleceğe ve toplumsal ıslaha yönelik önemli umutlar vermektedir. Çünkü bu gelişmeler insanlarımızın, asıl fıtri değerlerinin ve İslamî hassasiyetlerinin üstünü örten ve biraz gelenek, biraz cehalet, biraz gaflet ve biraz da çeşitli ideolojilerden oluşan tozlara üflemeye başladığının ve bu değerleri yeniden yaşamaya duyduğu özlemin bir göstergesidir.

İşte bu hafta sonu da, bu düğünlerden birine iştirak edip, İslamî sedanın yeniden gür bir şekilde haykırılışına şahit olduk. Söz konusu bu yer hem coğrafi şartlar bakımından hem de manevi yönüyle zorlu, sıkıntılı ve önemli bir yer. Gewer… Mazlum, mahzun, biçare, gizemli, soğuk ve her daim sessizce inleyen Gewer… Biz de giderken, bu duygu karmaşasından doğan farklı düşüncelerle gittik dolayısıyla. “Tam olarak nereye gideceğiz, nasıl olacak?” diye kararlılığımızı etkilemekten uzak endişelerle yol aldık. Nitekim henüz gitmeden önce bazı insanların bize “yaw orda da İslamî düğün oluyor mu?” diye hayretle sormaları, sanırım ne demek istediğimizi anlatması açısından önemli nişanelerdir. Çünkü halk için de orası coğrafyamızın bir parçası olmakla beraber, çeşitli açılardan kapalı ve esrarengiz bir yerdir. Dolayısıyla bizim de kafamızda soru işaretleri vardı. Bu düşüncelerle dağlara tırmanan keskin virajlı yollardan, zirvede bulunan bir dağ köyüne ulaştık… Yüksekova’nın zirvelerinde yer alan 20 haneli ve doğal güzelliği ile hayranlık uyandıran bir köy... Asıl güzelliğini ve sıcaklığını ise inip oradaki insanlar ile tanıştıktan sonra fark ettik. Bir anda o belirsiz düşüncelerimiz dağılıverdi. Köyün hemen hemen tüm fertleri birbirleri ile akrabaydı ve hane sayısına karşın, nüfusu oldukça yüksekti. Tabi komşu köylerden katılanların da sayesinde güzel bir düğün atmosferi oluşmuştu. Ve en önemlisi, tüm bu insanların, bu İslamî düğüne büyük bir coşku ve kabul ile iştirak etmiş olmalarıydı şüphesiz. İşte bu durum bizde bir takım ön yargıların daha yıkılmasına vesile oldu. Çünkü o insanların gerçekten büyük bir özveri ile bu İslamî düğünü ihya ettiklerini ve misafirlerini büyük bir samimiyet ve yarış içerisinde karşılamaya çalıştıklarına şahit olduk. İşte bu manzaradan sonra biraz yanılmış olmanın suçluluğu, biraz da temaşa ettiğimiz manzaranın etkisiyle durup bir kez daha düşündük. İnsanlar ile İslamî değerler arasında her ne kadar setler çekilip bu değerler yozlaştırılmaya ve insanlar nezdindeki hükmü bertaraf edilmeye çalışılsa da, insanların bunu bir yerden sonra kabul etmediklerini ve yeniden bu öz değerlerine sahip çıktığını müşahede ettik. Ve biraz konuştuktan sonra bu uyanışın ve özlemin yalnızca o köyle sınırlı olmadığını, insanlar arasında gittikçe yayılan bir öze dönüşün var olduğuna şahit olduk.

Yıllarca ideolojik dayatmalarla ve ithal yaşantılarla mukaddes değerlerinden uzaklaştırılan halk, artık bunu fark etmiş ve her şeye rağmen doğru olana yönelmiştir. On yıllardır gerek derin devletin ve gerekse derin devletin yanında veya karşısında daha derin ve karanlık bir şekilde oluşumunu sürdüren yapıların bölgeye yönelik hesaplarının arasından sıyrılıp, kendi köklerine doğru bir yolculuk içerisine girmiş bu insanlar. Tabi her şey güllük gülistanlık değil. Bu gelişmelere karşın, baskının ve tehditlerin devam ettiği gerçeği de önemli bir sorun olarak duruyor. Nitekim konuştuğumuz kişiler burada çok ciddi bir baskının olduğunu ve insanların büyük bir kısmının bu baskı ve tehditlerden dolayı istedikleri ya da doğru bildikleri şekilde davranamadıklarını Ama her şeye rağmen halkın yavaş yavaş sesini yükselttiğini ve bazı şeylere dur demeye başladığını dile getirdiler. Bizim şahit olduğumuz atmosfer de bunu doğrular nitelikteydi. Özellikle o uzak ve ücra noktada insanların bu şekilde sıcak ve samimi bir şekilde İslami değerlere sahip çıkıp bunları haykırdığını görmek, yıllarca verilen onurlu mücadelenin güzel bir meyvesi ve geleceğe dair Allah u Teala’nın umut dolu bir müjdesidir. Ve Allah’ın izniyle bu samimiyet ve kararlılık, baskı ve korkuya yenik düşenlerde de en kısa zamanda izzetli bir uyanışa vesile olacaktır. Hz. Hüseyin bir sözünde; “Allah’ın kullarından korkanlar, Allah’tan korkmayı unuturlar.” demektedir. Gerçekten de bu söz, genelde çağımızın ve özelde de söz konusu bölgenin durumunu çok gerçekçi ve bütüncül bir şekilde ortaya koymaktadır. Sanırım bölge insanı yıllarca bu yanlışın ve kör itaatin bedelini ödedi. Şüphesiz bu baskı ve dayatmaya karşı durmak da ayrıca bedel ödemeyi gerektiriyor. Fakat birinin bedeli zillet diğerinin ise izzettir. Dolayısıyla bu yolda ödenecek bedel, her açıdan daha onurlu ve daha şereflidir. Nitekim yakın tarihte bölgede verilen şehit, hem bu mücadelenin onuruna hem de bu onurlu mücadelenin varlığına ve bundan sonra da daha kararlı bir şekilde var olacağına dair önemli bir örnek ve mesajdır. Ve Allah’a hamd olsun ki o gece karanlığı yırtıp Yüksekova semalarında yankılanan tekbir sesleri ile beraber, kurulan korku imparatorluğunun sütunlarının biraz daha çatırdadığını hissettim. Ve inşallah Şehid’in kanının bereketi ile beraber bu ses, hakkın gür sedası, bir daha kısılmayacak ve yükseklerde yankılanmaya devam edecektir. Ayrıca şehid Ubeydullah’ın kızı Şehadet’in mahzun bakışlarında küfrün, zülmün ve ihanetin ne kadar alçak olduğuna bir kez daha şahit olduk. Ve Kahhar olan Allah’ın izni ile, küfrün ve zalimin hükmünün de aşağılara düşüp alçalması pek yakındır.
 
M. Ali Cihad/doğruhaber