Buradan itibaren ise ikinci bölüm başlamaktadır.

İkinci bölümde; hedef seçilen kişilere muhbirliği kabul ettirme şekilleri, muhbirleştirilen kişilerin bulaştırıldıkları ahlaki çöküntüler ve nedenleri, muhbirleştirilenlerin sadık kalmaları için alınan tedbirler, muhbirleştirilen kişilere uygulanan resmi prosedörler ve verilen eğitimler, muhbirleştirilen kişilere sağlanan sözde kolaylıklar ve imkanlar, polis ve jitemin muhbir olarak kullandıkları bireylere verdikleri ve gayri resmi yoldan yaptıkları istihbari çalışmalarda kullandıkları paraların kaynağı, muhbirleştirilenlerin kullanıldıkları alanlar ve onlardan istenenler, toplumda fitneyi yaygınlaştırma yöntemleri, kullanılan kurum, kuruluş ve kesimler ile bunları kullanma yöntemleri gibi, polis ve jitemin ifsat yöntemleriyle ilgili uygulamalara doğrudan taalluk eden hususlar ve bunlarla ilgili yaşanmış somut örnekler verilecektir.

HEDEF SEÇİLEN KİŞİLERE MUHBİRLİĞİ KABUL ETTİRME ŞEKİLLERİ

Hedef seçilen kişiye muhbirliği kabul ettirmek için uygulanan yöntemler çoktur. Bunlar, muhbirleştirilen kişinin zaaflarıyla da yakından alakalıdır. Hedef seçilen kişide bu zaaflar belirlenmeye ve ona göre kendisine yaklaşılmaya çalışılır. Kimi korkutularak, kimi maddi tekliflerle, kimi ikna edilerek, kimine şantaj yapılarak, kimi tehdit edilerek, kimi oyuna getirilip tuzağa düşürülerek ve kimi de kandırılarak muhbirleştirilmektedir.

Muhbirleştirme konusunda işin aslına bakılacak olursa, her devletin; istihbarat faaliyeti çerçevesinde ihtiyaç duyduğu alanlarda, ihtiyaç duyduğu kadarıyla haber kaynaklarını oluşturması ve bu çerçevede muhbirleştirme çalışmaları yürütmesi tabiidir. Bu, devletler açısından ihtiyaç ve dolayısıyla kaçınılmaz bir iştir. Ancak bunu, normal olan yollardan ve yasaların kendilerine çizmiş olduğu çerçevede yapabilirler. Bu yazıda söz konusu ettiğim ve normal olmayan husus ise; istihbarat teşkilat ve birimlerinin bunları tamamen keyfi, kendi bildikleri usullerle ve zorla yapmalarıdır. Hedef seçilenleri; kendi rızaları olmadan, kanunsuz bir şekilde ve en önemlisi insanlık dışı yöntemlerle muhbirliğe zorlamalarıdır. Bu ise, her ne amaçla olursa olsun, kabul edilebilir bir şey değildir.

Yukarıda da değinildiği gibi muhbirliği kabul ettirmenin yöntemleri çoktur. Özellikle, istihbarat birimlerinin kendilerini kanunların üstünde gördüğü ve faaliyetlerinde hiçbir hukuk tanımadığı, tamamen keyfi ve insanlık dışı uygulamalarının olduğu Türkiye gibi bir ülkede, bu yöntemler şeytana bile dudak ısırtacak kadar çeşitli, çok ve çirkindir.

Ancak bunları, uygulama şekli ve neticeleri itibariyle; ikna, korkutma, şantaj ve menfaat vadetme şeklinde dört başlık altında vermeyi uygun gördüm.

İKNA

Polis ve Jitemin sıkça başvurduğu yöntemlerden biri, muhbirlik teklifi yapılan kişiyi ikna etmedir. Bunu, ya doğrudan kendileri veya dolaylı bir şekilde kendileriyle birlikte olan muhbirler vasıtasıyla yaparlar. Devletlerin istihbarat teşkilatları için belki de normal olarak görülebilen ve kanunlara uygun olan budur. Ancak polis ve jitemin en az netice aldığı yöntem de budur. Özellikle örgütlü yapılara yönelik istihbarat faaliyetlerinde, hedef seçilen bireylerin ikna edilmesi son derece azdır çünkü zordur. Ancak yine de yok değildir. Yapının içinde tam olarak yerini alamamış, inanç, düşünce ve fikir açısından istenen seviyeye gelememiş ve bunlarla birlikte zafiyeti olan bireyler, kendi alanında uzman ve deneyimli istihbaratçılar tarafından ikna edilebilmektedirler. Bunda; hedef seçilen kişilerin, istihbarat teşkilatları ve faaliyetleri hakkındaki bilgi yetersizlikleri ile inanç, kişilik ve kültürel seviyelerinin payı büyüktür.

Bununla birlikte Polis ve Jitem, muhbirlik için her zaman normal yoldan ikna etmeye çalışmakla yetinmez. Birçok kişiyi de kandırarak, oyuna getirerek veya tuzağa düşürerek ikna etmeye çalışmaktadır. Kişinin zaaflarına göre muamele edip netice almaya çalışır. Bu konuda çok sık olarak fuhuş ve uyuşturucuya da başvurmaktadır. Bir yandan hedefteki kişiyi aklen ve ruhen bulunduğu halden daha da zayıf bir duruma düşürmeye, bir yandan manen çökertmeye ve bir yandan da zaaflarını ortaya çıkarıp etkilemeye ve netice itibariyle kandırmaya, oyuna getirmeye veya tuzağa düşürmeye çalışır. Bu arada nefsin arzularına, rahat, konfor ve zevke hitap eden çeşitli vaatlerde de bulunur.

Örneğin; Hizbullah Cemaatine, bulunduğu ilçede katılan ve cami çalışmalarında yer alan, ancak çalıştığı şirketteki bir iş arkadaşının jitem içinde yer aldığını söylemesi ve methetmesiyle etkilenen ve jitem elemanlarıyla görüşüp muhbir olmaya ikna olan S., cemaate yaptığı itiraflarının bir bölümünde şunları söylüyor: “Cemaate katıldıktan bir sene sonraydı. Ben ……….şirketinde geçici gündelikçi olarak çalışıyorum. Orda benim iş arkadaşım Abbas isminde biri vardı. Kendisi daha önceden askerlikteyken Jitem’de iki sene görev yaptığını söyleyip bana methetti. Ve onun da yararlarını, faydalarını bana anlatınca çok etkilendim ve o zaman biraz kafama koymuştum. O esnalarda diğer iş arkadaşım olan Ahmet ile de konuşuyorduk. Ahmet de jitemi övüyordu, destekliyordu, bana anlatıp duruyordu, böyle sohbet ediyorduk. O zaman bana daha fazla etki yaptı. Jiteme girme düşüncesi psikolojikmen biraz daha artmış oldu. Daha sonra baş memur vardı. O da geldi bizim oraya, kendisine çay yaptık. O da anlatınca, baktım o da devletin önemini ve güçlülüğünü anlattı ve Jitemin iyi olduğunu söyledi. Ondan da duyunca, artık ben tam kafama koydum. Ondan sonra, yüzbaşı Tuncay vardı, onunla görüştürüldüm, yanına gittim. Tuncay Yıldırım isminde, gittim, tanıştık. Bana bir, bir buçuk saat kadar konuştu, nasihat yaptı. Bana dedi ilerde sana maaş vereceğim, sana bir kart, güvenceli bir kart ta vereceğim ve sen her yerde, o zaman sen her istediğin yere girebilirsin çıkabilirsin. Yani sen bizim adamımız olacaksın. Ve artık onlarla çalışmaya başladım….”

Hizbullah Cemaatinin gençlik çalışmaları içindeyken, muhbir olan bir arkadaşının vasıtasıyla dindar görünümlü bir polisle tanıştırılan ve bu polis tarafından kendisinden bilgi alınmaya çalışılan, sonradan muhbirlik teklifi yapılınca tereddüt geçiren, ancak molla olarak bildiği ve ilmine güvendiği ama polisle çalışan bir tanıdığının kendisine bu yönde destekleyici telkinler gelmesiyle ikna olup muhbirleştirilen M.Y., cemaate yaptığı itiraflarının bir bölümünde şöyle söylüyor: “Kenan polis ile epey samimiyetim oldu. Daha sonra Kenan beni Abdullah Köse adında başka bir polis ile tanıştırmıştı. Ve bunlarla oturuyorduk. Çevre hakkında, insanlar hakkında, gelip giden veya oralarda ikamet edenler hakkında isimler istiyorlardı veriyordum. Ben bunu ispiyonculuk olarak yapmıyordum, hatta kötü insanlar bilinsin, bu iyidir diye yapıyordum, bunun yararına inanıyordum. Artık zaman geçiyordu, bu iki polis arkadaş tayin olacakları sırada Abdullah Köse beni Cevdet komiser diye bilinen insan ile tanıştırdı. Bu Cevdet komiser ile biraz samimiyetimiz oldu. Cevdet komiser de bize gidip gelmeye başladı. Bir gün Cevdet Komiser dükkanıma gelip oturdu ve bana: ‘Bak biz seni severiz ve seninle aramız epey iyi ve seninle samimiyetimiz ve kardeşliğimiz vardır. Yalnız bundan sonra senden artık başka bilgiler de isteyeceğiz. Bölgede Hizbullah’ın halkın üzerinde etkisini artırdığını görmektesin.’ Dedi. Cevdet komiserin Müslümanlar hakkında benden bilgi istemesi bende şok etkisi yaratmıştı. Bundan dolayı kendimi Cevdet komiserden gizlemeye çalıştım. Ancak o peşimi bırakmadı. Bir gün baktım tekrar benim dükkanıma gelerek sen benden utanıyorsun, kaçıyorsun gibi bir halin var dedi. Ben de yok böyle bir şey komiserim dedim. O da, bak senin gibi çok insan var, bunlardan bir tanesi de Mele M.’dir dedi. Bu kelime beni tam anlamıyla şoke etmişti. Ben hemen dükkanımı kapatıp Mele M’nin dükkanına gittim, akşama doğruydu, Mele M.’yi gördüm. Kendisine böyle bir teklif aldığımı ve bu teklif hakkında bir malumatın var mıdır diye sordum. Kendisi de gülerek, ‘tamam konuşuruz’ dedi. O akşam onu yemeğe davet ettim. Gece yatma saatine doğru Mele M.’ye bu meseleyi tekrar açtım. Hocam, bana böyle bir teklif yapıldı dedim. Oda, kabul et anlamında ‘size de tavsiyem kendinizi nasıl kurtarabiliyorsanız kendinizi o şekilde kurtarın’ dedi. Hatta bunun hayır olduğunu söylüyordu. Ben de onun bu sözlerini kendime kabul ettim ve Cevdet komiser ile görüşmeye devam ederek istediği bilgileri vermeye, yani muhbirlik yapmaya başladım.”

A.D., Hizbullah Cemaatinin mahalle çalışmasında bulunan ve mahalledeki bazı olaylara katıldığı için gözaltına alınan biri. Gözaltındayken işkence görmesine rağmen konuşmamış ve kendisine yapılan muhbirlik teklifini kabul etmemiş. İşkencelerle söz dinletilemeyen A.D.’ye yumuşak yaklaşılarak konuşulmuş, sohbet edilmiş ve ikna edilmeye çalışılmış. Ancak A.D. bunlara da olumlu cevap vermemiş. Fakat jitem ile birlikte çalışan bir kardeşinin, jitemin yönlendirmesiyle gözaltı olayından sonra sürekli kendisine telkinatlarda bulunması, devleti anlatması, bir yandan içinde bulunduğu durumdan dolayı kendisini ümitsizlendirmesi, diğer yandan gelecekle ilgili ümit verici şeylerden bahsetmesi ve devleti methetmesi üzerine A.D., gözaltında iken duyduklarıyla da bunları birleştirince etkileniyor ve ikna olarak gidip muhbirliği kabul ediyor. A.D., cemaate yaptığı itirafların bir bölümünde konuyu şöyle anlatıyor: “Artık devletle çalışmam aklıma yattı. Ve bir gün direk emniyet müdürünün yanına gittim. İsmi Mehmet Emin Körpek, kod ismi Ahmet’tir. Yanına gittiğimde kapıcı Hurşit kimin yanına gelmişsin dedi. Ben ise emniyet müdürünün yanına gelmişim dedim. Hayırdır dedi. Benim onunla biraz işim var, onunla görüşmek istiyorum dedim. Kalktı beni emniyet müdürünün yanına götürdü. Emniyet müdürü ile merhabalaştık. Otur dedi. Ben oturdum. Hayırdır, niçin gelmişsin. Bir zamanlar kardeşim beni sana bahsetmişti. Demişti ‘kardeşim falan yerdedir, Onun hakkında sizin haberiniz olsun, üzerine iftira atsalar inanmayın.’ Şimdi devletle çalışmaya ve ona hizmet etmeye gelmişim dedim. Emniyet müdürü bana dedi; ‘bu söylediğin şeyler güzeldir de fakat biz senden inanmıyoruz. Çünkü bundan önce elimize düştün, seni yakaladık. Ettik etmedik, o kadar sana işkence yaptık, sana yaptığımız teklifleri kabul etmedin. Şimdi hiçbir zorlama olmadan rahatlıkla yanımıza gelmiş polisle çalışacağım diyorsun. Bu benim aklıma fazla yatmıyor’ dedi. Epey beraber kaldık. Sigara ve çay içtik. Epey konuştuk. Bana dedi şimdilik git ya biz seni çağırırız veya sen gelirsin. Ben de tamam dedim ve işyerime geldim. On beş veya yirmi gün geçti veya geçmedi tam bilmiyorum, bir gün Şakır beyefendi yanıma geldi. Dedi, emniyet müdürü demiş müsait bir zamanda yanıma gelsin, onun ile işim var. Ben tamam dedim. Kalktım işyerimi yeğenime teslim ettim ve tek başıma emniyet müdürlüğüne gittim. Emniyet müdürlüğüne gittiğimde kimliğimi verdim onlar da bana ziyaret kartı verdiler. Merdivenlerden aşağı inerken bir polis ile karşılaştım. Adını bilmiyorum. Bana hayırdır, sen kimsin dedi. Dedim ben A.D.’yim, müdürle görüşmeye gelmişim, onunla işim var, müdür beni çağırmış. Beni bekleme masasının yanında bekletti. Hurşit beyefendiyi çağırdı. Hurşit geldi. Müdüre haber verdi. Daha sonra beni emniyet müdürünün yanına götürdü. Müdürle merhabalaştık. Odada bizden başka kimse yoktu. Bana dedi A., bize söylemiş olduğun bazı şeyleri tatbik etmek istiyoruz. Eğer bize o bilgileri getirirsen o zaman senin samimiyetine ve bizim adamımız olduğuna inanırız, o zaman demek ki sen sağlamsın ve doğru söylüyorsun. Dedim tamam müdür bey, istediğiniz şeyi isteyin ve bana söyleyin. Bana dedi şimdi sen hangi mahallede oturuyorsun. Ben dedim şimdi halı hazır …….. mahallesinde oturuyorum. Bana orada kimseyi tanıyor musun dedi. Ben, orada fazla kimseyi tanımıyorum fakat eski mahallem olan …….de herkesi tanıyorum dedim. Bana o zaman git o mahallede bulunan Müslümanların adreslerini, isimlerini, soyadlarını yazıp bize getir dedi. Ben tamam dedim.”

N.G., mahallesindeki çalışmalar sonucu cemaate katılmış ve orada cereyan eden bir olaydan sonra gözaltına alınmış. Gözaltında iken kendisine muhbirlik teklif edilen ve neticede kandırılarak muhbirleştirilen N.G., bu konuda şunları söylüyor: “İlk başta bana İslami üslupla yaklaştılar. Ondan sonra işkencelere geçtiler. İşkencelerden sonra benim karıştığım olayları alarak bunu koz olarak kullandılar. Bunlar ilk etapta işte cemaatin aleyhinde bana propagandalar yapıyorlardı. Diyordular işte, Cemaat aslında İslami bir cemaat değil, işte İslam’a zarar vermek için Yahudilerin çıkarmış olduğu bir cemaattir. Yahudiler tarafından destekleniyor falan. Yapacak bir şeyim yoktu. Çünkü ellerinde benim yazmış olduğum, kendi elimle yazmış olduğum, daha doğrusu işkencelerle benden aldıkları ifadem vardı. Karıştığım olaylara dair benden almıştılar. Daha sonra bana bira içirdiler. İlk başta içmek istemedim. Dediler işte alkolsüzdür falan, caizdir falan. Ondan sonra bana da içirmeye çalıştılar, daha doğrusu zorlayarak içirdiler. Ondan sonra benden bilgiler almaya başladılar. Daha sonraları ise beni fahişelerle tanıştırmaya başladılar. Bekar olduğum için bu zafiyetimi kullandılar. Ben ilk başlarda işte İslami görüntülerle işte bunları inkar etmek isterken, onlar işte sürekli beni baskı altına alarak yahu erkeksin, falan filan, bu gibi ihtiyacı olur insanın deyip tanıştırdılar bayanlarla. Tanışınca insan zafiyeti işte. Tanışma şeyinden sonra, fahişelerle tanıştıktan sonra artık polisin bana yaptırmış olduğu şeyler vardı. Ben bunları ibret olması için anlatmak istiyorum…”

Allah’a emanet olun.

M. ALİ NUR/hüseynisedva.biz