Yüce Rabbimiz İslam’ın yol rehberi Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “De ki: Allah’ın Kitap’tan indirdiğine inandım. Aranızda adaleti sağlamakla emrolundum. (Şura Suresi 15)”

İslam, imanda tevhid, uygulamada adalet üzerine kuruludur. Hz. Ömer (ra), adaletin timsali olmuş bir tevhid ehlidir.

Hz. Ömer (ra), Hz. Ebu Bekir (ra)’in, Resulullah’tan (S. A.V.) devraldığı İslam toplumunu ve İslam devletini büyütmek için ümmetin imkânlarını seferber etti. Adaletin İslam devletinin en önemli hedefi olduğunu uygulamalarıyla ispatladı. Adaletiyle çevre halkların kendiliğinden İslam’a teslim olmasının yolunu açtı.

Adalet, mutedil olmayı, dengeyi korumayı gerektirir. Hz. Ömer (ra), hilafeti döneminde itidali hep korudu. Mükemmel bir denge sağladı ve İslam fetihleri o denge üzerine hızla yayıldı. Şam, Filistin, İran, Kürdistan, Mısır fethedildi. İslam’ın sınırları Orta Asya’dan Mağribe dayandı. Bu fetihler sadece askeri teşkilatlanmanın değil, aynı zamanda Hz. Ömer (ra)’in Kur’an ve Sünnete dayanan örnek sisteminin de ürünüdür. Bizans ve Sasani zulmünden bıkan mustazaflar, onun adalet devletine tabi olmak için yol aradı. O yolu bulan, bağlı olduğu devlet için savaşmak istemedi. Sahabe ordusuna karşı direnmemek için arayış içine girdi. Bütün El Cezire halkı gibi Kürtler de bu arayışın içinde oldu ve İslam ordularına kendiliğinden teslim oldu.

Hz. Ömer (ra)’in en keskin muhalifleri bile ona zulüm isnat edememiş, onu halkın herhangi bir kesimine davranma konusunda adaletten ayrıldığını iddia etmemiştir. Pek çok Şia alimi bile hilafet konusunda ona itiraz etse de onun devlet yönetiminde Hz. Resulullah’ın (S. A. V.) yolunu sürdürdüğünü ikrar etmiştir.

Hz. Ömer (ra)’in Kürtlere zulmettiği iddiasının iki dayanağı olabilir:

1. Hz. Ömer (ra)’in bütün toplumları ilgilendiren, genel uygulamalarında zulmün görülmesi.

2. Tarih kitaplarının Hz. Ömer (ra)’in Kürtlere yönelik özel zulüm uygulamalarını kaydetmesi.

Bu hafta, onun bütün toplumlarla ilgili uygulamalarını anlatacağız:

ÜMMETİN YETENEKLERİNİ BULUŞTURDU

Hz. Ömer (ra)’in en büyük faziletlerinden biri ümmetin farklı yeteneklerini bir araya getirerek onlar arasında bir ihtilafa yol açmadan onların enerjisini fetihler yönünde değerlendirmesidir. Böylece ümmetin enerjisini dışarıya yöneltmesidir.

Medine’nin bir başkent olarak inşasında Hz. Ali (ra)’den istifade etti. Medine’den ayrılmak durumunda kaldığında onu yerine vekil olarak bıraktı. Hukuk davalarında onun görüşüne büyük bir ehemmiyet verdi.

Öte yandan Beni Ümeyye kabilesi ve Kureyş’in diğer askeri/idari yeteneklerini değerlendirdi. Onların İslam öncesi durumuyla ilgili duyduğu öfkeyi onları devlette görevlendirmemek için gerekçe yapmadı. Onların toplum üzerindeki etkinliğini fetihler için seferber etti. Özellikle Bizans’a yönelik fetihlerde onların komutanlığında büyük zaferler elde edildi.

Ancak kişilerin yeteneklerinden istifade ederken onların bu yeteneklerini ailevi veya bireysel güçlerini artırma yönünde kullanmalarına izin vermedi.

Bu yönde yüklendiği vazifenin mesuliyetinin şuuruyla profesyonel bir devlet anlayışı oluşturdu:

Büyük İslam komutanı Hz. Halid b. Velid (ra) ve Müsenna bin Harise’yi görevden aldı, Sa’d b. Ebi Vakkas (ra) gibi sahabeleri sıkıca teftiş etti. Askeri ve idari bürokrasinin İslam devletini kilitlemesini engelledi.

Halid b. Velid ve Müsenna’yı görevden alırken şöyle buyurduğu rivayet edilir: “ Ben onları herhangi bir şüphe sebebiyle azletmedim. Halkın gözünde itibarları çok artmıştı. Halkın onları kendilerine emir seçmelerinden endişe ettiğim için azlettim.”

Sasanilerle savaşan Sa’d bin Ebi Vakkas (ra)’a şöyle dedi: “Nereye vardığınızı ve nerede konakladığınızı bana günü gününe bildir. Yeni bir çarpışmaya girdiğinizde bana haber ver.”

İslam ordusu komutanı Ebu Ubeyde(ra)’ ye şu tavsiyede bulundu: “Savaşta daima istişare et. Başkalarının da fikirlerini dinle. Hiçbir kararda aceleci olma.”

Bu örneklerde görüldüğü gibi azil sisteminin işlemesi, merkeze bildirimde bulunma ve istişare, idarecilerin kendilerini daima onun denetiminde hissetmelerini sağladı, böylece suiistimallerin önüne geçildi.

DÜNYEVİLEŞMEYLE MÜCADELE ETTİ

Sahabelerin dünyayla uğraşmalarına engel olmadı, dünya ile uğraşmayı dünyevileşmek olarak görmedi, bununla birlikte dünya ile uğraşmanın dünyevileşme tehlikesini doğurabileceğini hiçbir şekilde göz ardı etmedi. Bu yönde tedbir aldı.

Sa’d b. Ebi Vakkas (ra), Küfe şehrini inşa ederken vali lojmanı olarak bir köşk inşa etti. Kisranın sarayının kapısını Medain’den getirip o köşke taktı. Hz. Ömer (ra), bunu duyduğunda öfkelendi. Muhammed b. Mesleme’yi derhal Küfe’ye gönderdi ve ona şöyle dedi: “Küfe’ye git. Sa’d’ın köşkünün kapısına odun yığdır ve ateşe ver. O köşkü tamamen yak” dedi.

Hz. Sa’d’a da “Bu cihanda sana iki ev yeter. Birinde sen oturursun. Diğerinde de Müslümanların ortak malı olan Beytülmâl’i yerleştir” dedi.

Bu emirle valilerin halkla kendi aralarına sınırlar koymasını engelledi.

Hz. Ömer, bir yere bir vali atadığı zaman ona bir ahidname yazar ve Muhacirlerden bir grubu ona karşı şahid tutar, ata binmemesini, halis buğday ekmeğini yememesini, ince dokunmuş kumaşlar giyme­mesini ve ihtiyaç sahiplerine karşı kapısını kapalı tutmamasını şart koşardı. Eğer bu şartlara riayet etmezse valiyi cezalandırırdı.

Hz. Ömer derdi ki: “Allah’ın malından bana biri kışlık, biri de yazlık olmak üzere iki elbiseden fazlası helal kılınmamıştır. Ailemin azığı da Kureyşlilerden en zengin olmayan bir adamın azığı kadardır. Sonra ben Müslümanlardan bir adamım.” (İbn-i Kesir Tarihi)

Bu sözleri söyleyen kişinin Şam-Mısır-İran-Yemen saraylarına sahip olduğunu unutmamak gerekir. O, varlığa rağmen zahidane bir hayatı sürdürmüştür. Zahidane bir hayat, onun için bir zorunluluk değil, takvasının gereğidir.

Bu takvayla komutan ve askerlerini de denetledi, onların da dünyevileşmemesi yönünde tarihe geçen bir gayret gösterdi.

Hz. Ömer (ra), Kudüs’ü teslim almaya giderken sahabeleri parlak elbiseler içinde görünce yerden bir avuç toprak alıp onların üzerine attı ve “Böyle parlak elbiselerle mi karşılayacaktınız beni? İki yılda karınlarınız bu kadar doydu ha!” dedi.

Sahabeler, ancak üzerlerindeki elbiselerin savaşta kendilerine kolaylık sağladığını bildirdiklerinde onun öfkesinden kurtulabildi.

EHL-İ KİTABA İYİLİKLE MUAMELE ETTİ

Hz. Ömer (ra); İsrailî hikâyelerin Müslümanlar arasında yayılmasına izin vermedi, Ehl-i Kitap kültürünün İslam’ın süzgecinden geçirilmeden Müslümanlar üzerinde etkili olmasına karşı daima uyanık oldu.

Bununla birlikte Ehl-i Kitabın İslam dünyasında hayat hakkına sahip olduğuna dair İslamî hükme hep bağlı kaldı. Onun bu tutumu, Bizans zulmü altındaki Ehl-i Kitabın İslam fetihlerine karşı direnişini kırdı, hatta onları İslam hükmü altında yaşamaya imrendirdi.

Öyle ki Kudüs patriği şehri teslim etmek istediğinde Hz. Ömer (ra)’in orada hazır bulanmasını şart koştu. Onun adaletine güvendi, ona sığındı.

Filistin’deki Hıristiyan Eyle halkına “…Kiliseleri mesken yapılmayacak ve yıkılmayacaktır. İçindeki kutsal eşyaya dokunulmayacaktır. Kimse dini inanışından dolayı zorlanmayacak, kendilerine asla zarar verilmeyecek…” teminatını verdi.

Kudüs’teki Kıyame Kilisesi’ni Hıristiyanlara bıraktı, daha içindeyken namaz vakti geldi. Ancak “Ben kılsaydım öteki Müslümanlar da orada kılarlar, orayı mescit haline getirirlerdi” diyerek orada namaz kılmadı.

O kilisede ezan okunmamasını ve orada namaz kılınmamasını bir ahitname olarak patriğe verdi. Bugün o kilise hâlâ Hıristiyanların elinde.

Mısır’daki Hıristiyan esirlerle ilgili kendisine görüş sorulduğunda şu cevabı verdi: “Esirler Müslüman olmakta veya eski dinlerinde kalmakta hürdürler. Müslüman olurlarsa diğer Müslümanlarla aynı haklara sahip olurlar. Aksi halde bütün gayr-i Müslimler gibi cizye verirler” dedi.

MECUSİLERi EHL-İ ZİMMET KABUL ETTİ

Hz. Ömer (ra), tevhide sıkı sıkıya bağlandı. Bir ziyaret haline getirilme ihtimali bulunan Rıdvan ağacını kesti. Hicaz bölgesi başta olmak üzere Arabistan Yarımadası’nda putperestlerin yaşamasını yasakladı. Ama öbür yandan Mecusilere cizye konusunda Ehl-i Kitap muamelesi yaparak Hıristiyan olmayan toplumlara da İslam devleti sınırları içinde yaşama hakkı tanıdı. Böylece İran ve Orta Asya yönünde ilerleyen fatihlerin işini kolaylaştırdı.

Hz. Ömer’in emri üzerine Sasani Hükümdarı Yezdücerd’e gönderilen Numan b. Mukarrin “ Sizi de İslam’a çağırmak üzere buraya geldik. Gayemiz İslam’ı bütün dünyaya hakim kılmaktır. Bu çağrıya uyarsanız, sizi kendi ülkenizde kendinizle baş başa bırakırız. Sadece cizye verirsiniz. Ehl-i zimmet olarak İslam’ın himayesi altına girersiniz…” dedi.

Halbuki ondan önce, sadece Ehl-i Kitap zimmet ehli olarak kabul edilirdi.

EYALETLERİ DENETİM ALTINA ALDI

Hz. Ömer (ra), İslam devletini eyaletlere böldü; valilere geniş yetkiler tanıdı. Ancak oluşum aşamasındaki İslam devletinin merkeziyle ilişkilerini kesmelerine izin vermedi. Küfe ve Basra şehirlerinin kuruluşuna izin verirken kurulacak şehirlerle Medine arasında ulaşımı güçleştirecek nehirlerin bulunmamasını şart koştu. Aynı şartı Mısır’da kendisi için bir merkezi şehir seçmek isteyen Amr b. As’ın da önüne koydu. Amr b. As’ın yanına Zübeyr b. Avvam’ı müfettiş bir komutan olarak verip Amr’ın yetkilerini sınırlandırdı.

Amr b. As, İskenderiye’yi kendisine merkez edinmek istedi. Ancak İskenderiye Nil’in diğer kıyısında olduğundan Hz. Ömer (ra) bunu kabul etmedi. Bunun üzerine Amr, Fustat şehrini kurdu.

Bugünkü ifadeyle yürütme ve yargıyı birbirinden ayırarak her şehre bir kadı atadı. Böylece valilerin işlerini hukukun denetimi altına aldı.

Hac döneminde valilerini topladı, onlardan hesap sordu. Sahabeler ihtilafa düştüklerinde Şam’a kadar gitti.

Hz. Ömer (ra), bir valiyi atadığında onu şehrin dışına kadar uğurlar ve ona şöyle derdi: “ Sizi halkı sövüp dövmeniz için göndermiyorum. Halkı dövüp söverek, işkence ederek miskinleştirmeyin. Kur’an-ı Kerim’e bağlılığı geliştirin. Hadis-i Şerifi yaygınlaştırın. Böyle yaparsanız ben de sizinleyim.”

Valilere karşı halka güvence verdi. Bir memuru görevlendirirken halka, “Ey İnsanlar! Sizi yönetmek üzere tayin ettiğim bu memurdan eza cefa görürseniz hemen bana bildirin. Allah’a yemin ederim ki öyle bir yöneticiden kesinlikle hakkınızı alır ve kısas uygularım” diyordu. Amr b. As, bu konuşmayı duyunca “Ey mü’minlerin emiri valilerden biri, bir vatandaşı incitirse gerçekten kısas uygular mısınız?” diye sordu. Hz. Ömer (ra), “Vallahi, ben öyle yaparım” diyerek bu konudaki kararlılığını bildirdi.

Hz. Ömer (ra) fetihleri değil halklar için bir kurtuluş olarak gördü, fetihlerin bu özelliğini koruması için tedbirler aldı. İslam devletinin adalet üzerinde olmasını fetihlerin devamı için önemli bir unsur olarak saydı .İran topraklarından Ahvaz’ın fethi geciktiğinde Basra çevresinin güvenilir isimlerini Medine’ye çağırarak vali ve komutanların halka zulmedip etmediğini soruşturdu. Zulmün söz konusu olmadığına dair kesin bir kanaate ulaşıncaya kadar soruşturmasını sürdürdü.

Valilerine kısas uygulayacağını vaat edecek kadar halkın yanında olan, fetihlerin gecikmesini zulüm ihtimaline bağlayan, Hıristiyanın kilisedeki ibadetini güvence altına alan, putperest sınıfından olan Mecusiye İslam topraklarında hayat hakkı tanıyan, her tür bürokratik ve ekonomik sınıflaşmanın önüne geçen

Hz. Ömer (ra)’in Kürtleri hedef alması için hangi sebep olabilir? Böyle bir iddiayı hangi akıl kabul edebilir?

Sadece Müslümanlar değil, eski-yeni gayrimüslimler de onun adaletine hayran kalmışken ona zulüm atfetmek için insanlığa karşı bir iftira olmaz mı? Böyle adil bir insana iftira atacak kadar ileri gidenler, nasıl özgürlük savaşçısı olabilir, adaleti tanımayanlar nasıl adaleti sağlayabilir? İftira bir suçtur. Bu suçun mutlaka sorgulanması gerekir.

Ahmet Yılmaz / Araştırma

DEVAM EDECEK