1888 yılında Cizre-Eruh civarında, Botan nehri kıyısında bulunan Cêleka Köyünde dünyaya gelen Molla Ramazan El- Botî’nin babası Ömer, çiftçilikle uğraşan salih bir insandı.

Molla Ramazan tarlaya giderdi. O zamanlar maişet temini için en ideal meslek çiftçilikti. Takvalı bir kadın olan annesi oğlunun ilme yönlendirilmesini ısrarla istiyordu. Sonunda eşini bu konuda ikna etti. Molla Ramazan’ın babası Cizre’ye bir köylüyü gönderip oğluna kamış kalem, mürekkeplik ve biraz kâğıt aldırıp, oğlunun İlim öğrenmesi için o bölgenin eğitim kurumları olan Camii hücrelerine gönderdi. O zamanlar Cizre’nin birçok köyünde, bölgenin tümünde yaygın olduğu üzere köy imamları tarafından cami hücrelerinde dersler verilirdi. Ayrıca o yıllarda Cizre merkezdeki Medresa Sor ve Abdaliye Medresesi faaliyette idi.

İLIM TAHSİLİ

Molla Ramazan, o zamanda eğitim gören birçok talebenin âdeti olduğu gibi çeşitli Medreseleri gezerek çeşitli hocalardan mütehassıs oldukları konularda dersler almıştır. Yanlarında ders aldığı bilinen meşhur hocaları Şeyh Seyda, Seyyid Muhammed El Findikî (Bu zatın yanında Sa’dînî kitabına kadar ders almıştır.) ve Seydayê Molla Abdusselam’dır.

Molla Ramazan, oğlu M. Said Ramazan El- Botî’ye (Fıkhu’s-Siyre’nin yazarı) talebelik yıllarından bahsederken; öğrencilerin çoğunun İslami ilimleri pek önemsemediğini, bütün enerji ve dikkatlerini alet ilimlerini öğrenmeye, bazen de kendi ilmi üstünlüklerini ispat etmek için zor meseleleri çözmeye yoğunlaştırdıklarını, kendisinin ise bu ortamlarda Kur’an-ı Kerim’i okumaya, tecvid ilmini öğrenmeye, fıkıh ilmine dair kitapları, tasavvuf kitaplarını, özellikle İmam-ı Gazali’nin İhya-u Ulumiddin eserini ve siyer kitaplarını büyük bir istekle okuduğunu söyler. Ayrıca o zamanlar kendisinde ibadet aşkının geliştiğini, gece namazına kalkmaya başladığını, hatta gece namazına kalkmasına yardımcı olacak bir saate sahip olunca çok sevindiğini nakleder.

Molla Ramazan’ın bu durumundan hoşlanmayan arkadaşları onun ibadette çok aşırı gittiğini, ilim ile daha çok meşgul olması gerektiğini söylerler. Bir gün bulunduğu medresenin Seydası talebelerini imtihana tabi tutar, sorular yöneltir. Sıra Molla Ramazan’a gelince, sorulan tüm soruları doğru yanıtlar. Bunun üzerine Seyda “Sen, âlim değildin, fakat Allah sana ‘âlim ol.’ dedi ve âlim oldun.” der. Molla Ramazan bu hadiseyi oğluna anlatırken şu ayetle ilinti kurardı: (wet-tequllahe ve yu’allimu-kumullah) “Allah’tan korkun, Allah size doğruyu öğretir.” (Bakara-282)

Ayrıca Molla Ramazan’ın üzüldüğü diğer husus; perşembeyi cumaya bağlayan gecenin, öğrencilerin istirahat günü olması sebebiyle öğrencilerin geceyi oyun oynamak, halay çekmek ile geçirip yorgun düştüklerinde derin bir uykuya dalıp sabah namazını kaçırdıklarını, geç vakitlere kadar uyuduklarını söyler. Bir ilim talebesinin haftanın en mübarek gecesini ibadet ile geçirmesi gerekirken, bu şekilde geçirmesine duyduğu üzüntüyü dile getirirdi. Molla Ramazan bu şekilde Botan bölgesindeki medreselerde ilim tahsilini ikmal etmiştir.

AMANSIZ HASTALIĞA YAKALANMASI

Molla Ramazan 20 yaşlarında iken amansız bir hastalığa yakalanmış, bu sırada ölüm meleğini gördüğünü söylemiştir. Şöyle anlatırdı: “Hastalığım o kadar ilerlemişti ki, ailem artık iyileşmemden ümidini kesmişti. Etrafımda bir grup akrabam ve ziyaretçi varken birden ürkütücü bir adam odaya girdi. Arkasında da yardımcısı durumunda olan biri vardı. Erdemli biri olduğunu düşünerek ayağa kalkıp elini öpmek istedim. Fakat O, geriye çekilerek ‘Bizim seninle işimiz yok. Komşunuz Yasin’i aramak için geldik.’ dedi. Gözlerimden kaybolunca yanımda oturanlar bana bakarak şöyle dediler: ‘Sana ne oldu ve neden yeri öpmek istedin?’ Ben dedim ki: ‘Yeri öpmek istemedim, fakat yanımıza gelen hocanın elini öpmek istedim. Ancak O, geri dönerek Yasin’i aradığını söyledi.’ Bu arada Yasin’in öldüğünü ve evinden ağlama sesinin yükseldiğini söylediler. Daha sonra o ürkütücü hoca ikinci kez yanıma geldi. Omzunda hayvan postuna benzeyen bir şey taşıyordu. Bu sefer bana yöneldi, eliyle beni tuttu, büyük bir korkuya kapıldım ve babamdan yardım istedim. Baktım ki babam beni kendine doğru çekerek O’ndan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Sonra onlar kayboldular. Etrafımdaki insanlar korku içinde bana bakarak: ‘Sana ne oldu?’ diye sordular. Ben de olanları anlattım. Sonra öğrendim ki babam o bağırışımı duyunca “Eğer Allah oğlumu sağlığına kavuşturursa bu kadar hayvan vereceğim.” diye adakta bulunmuştu. Nitekim Allah’ın keremi ile hastalıktan kurtularak sağlığıma kavuştum.

Molla Ramazan bu olayı oğlu M. Said Ramazan el-Botî’ye anlatırken oğlu şu soruyu yöneltir: “Ölüm meleğinin gelmesi ecelin geldiğini gösterir. Ecel geldiği zaman onu ne adak erteleyebilir, ne de dua. Bunu nasıl açıklarsın?” Molla Ramazan şöyle cevap verir: “Allah’ın ilmindeki ecel henüz gelmiş değildi. Fakat belki de Allah ölüm meleğinin yanıma gelip beni götürmesiyle ölüm gerçeğini zihnimde pekiştirmek ve her an ona hazırlıklı olmamı öğretmesi içindi.” Sonra şöyle dedi: “Ecel ikidir: Kesin ecel ve bağlı ecel. Kesin eceli Allah dışında kimse bilmez. Bağlı ecel ise Allah’ın dilediği bazı sebeplerden ötürü değişmesi mümkündür. Ve Allah’ın bu tür eceli bazı has kullarına bildirmesi de mümkündür.”

BİRİNCİ CİHAN HARBİNE KATILMASI

Birinci Cihan Harbi başladığında Molla Ramazan, Cêleka Köyünde imamlık ve medresenin seydalığını yapmaktaydı. İslam âleminin büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu görmüş, Cihan Harbine gönüllü mücahid olarak katılmıştı. Savaş esnasında Bitlis, Van ve Karadeniz bölgesinde Ruslara karşı direnmiştir. Bitlis-Van bölgesinde savaşırken bölgenin çok soğuk olmasından dolayı romatizma hastalığına yakalanmış, uzun süre bu hastalığı çekmiştir.

Bu savaşta Molla Ramazan, namazlarının kendilerinden sorumlu subay tarafından engellenmesi, askerler içerisinde Resulullah’ın ismini bilmeyecek kadar dinden uzak, günaha saplanmış birçok kişiyi müşahede etmesi, O’nda şu düşünceyi uyandırmıştı. İslam halifeliğini temsil eden Osmanlı çökecek. Çünkü ümmeti koruyan, büyük tabelalar ya da isimler değil, onu koruyup ayakta tutan akıl ve güzel ahlaktır.

HAC ZİYARETİ

Molla Ramazan Cihan Harbinden sonra evlenmiş, uzun bir müddet, doğan bütün çocukları kısa sürede vefat etmiştir. Bu sırada bir çocuğu olmuş, bölgede irfan ve zühdüyle tanınan Cizreli Şeyh Muhammed Said (Şeyh Seyda)’in yanına götürmüş, Şeyh Seyda çocuğa dua edip kendi ismini çocuğa takmasını istemiştir. Çocuğun adını Muhammed Fudayl koymayı düşünürken Muhammed Said adını vermiştir.

Oğlu Muhammed Said bir yaşını tamamlamadan Molla Ramazan hacca gitmeye karar verir ve o zamanlar sadece gidişi beş ay (yolun bir kısmı deniz, bir kısmı da deve sırtında kat edilirdi.) süren hac yolculuğuna çıkar. Yolda O’nu Mekke’ye götürecek devenin sahibine ücretini peşin olarak vermesine rağmen Mekke’ye henüz uzun mesafe varken, deve sahibi kaçar. Molla Ramazan uzun mesafeyi yaya olarak kat etmek zorunda kalır. Fakat bu duruma aynı zamanda sevinir. Şöyle der: “Allah, benim en büyük arzumu ihtiyarımın dışında ve hiçbir plan yapmadığım halde gerçekleştirdi.”

Hac dönüşü Molla Ramazan şiddetli bir hastalığa yakalanır ve vefat edeceğini düşünür. Bölgede yaygın olan cehalet ortamında oğlunun, ileride İslam’dan yoksun bir şekilde büyüyeceğini düşünerek hayatını aydınlatacak birtakım vasiyetleri kaleme alır. Daha sonra Molla Ramazan bu hastalığından şifa bulur, yazdığı bu vasiyetlere birtakım ilavelerde bulunarak kitap haline getirir.

Devam edecek…

MOLLA RAMAZAN’IN OĞLU M. SAİD İÇİN YAZMIŞ OLDUĞU VASİYETNAMEDEN:

EVLADIM! Bil ki, seni Allah’a götüren yolun çöplükte gizlendiğini bilsem, seni çöpçü yapardım. Fakat düşündüm ve Allah’a götüren yolun O’nu ve dinini öğrenmek olduğunu gördüm. İşte bunun için seni bu yola sevk etmeye karar verdim.

EVLADIM! Nefsin üzerinde tefekkür et. Yok iken nasıl var edildin? Ebeveynin vasıtasıyla değersiz bir su damlasından nasıl yaratıldığını, onların da hakeza ta babamız Adem’e kadar bu şekilde nasıl yaratıldıklarını düşün. Allah, babamız Adem’i ise Kur’an’da da belirtildiği gibi topraktan yarattı.

Kendi nefsini ve başka varlıkları derinlemesine düşündüğün zaman Allah dışındaki tüm varlıkların, O’nun varlığını gösteren deliller olduğunu bileceksin. Dünyanın kendi başına var olmadığı, bir vasıta olduğu, esas maksadın ahiret olduğunu da bileceksin. Yine ahiretin müminler için ebedi mutluluk yeri, kâfirler için ebedi şekavet ve mutsuzluk yeri olduğunu, bir başka ifade ile ahiretin dünya hayatındaki amellerin neticesi ve semeresi olduğunu bileceksin. Durum böyle iken Rabbinin emrini yerine getirmek üzere ve O’nu razı etmek amacıyla kollarını sıva ve dünya için şeriat yoluna götüren bir araç olduğu sürece çalış."

*Ramazan El-Botî denilince Türkiye’de yaşayan Müslümanların aklına Fıkhu-s Siyre isimli eserin yazarı gelir. Hâlbuki bu kitabın yazarı, hayatını yazdığımız Molla Ramazan El-Botî’nin oğlu M. Said Ramazan El-Botî’dir.

* Kaynak: “Haza Validi…”( Babam Molla Ramazan El-Botî) M. Said Ramazan El-Botî

M. Ali Erdoğan