Hüseyin Sağlam / Doğruhaber

Bunun farkında olan konsept uzmanları, çarenin yasaları kenara bırakarak olabilecek her türlü kirli yöntemlerle mücadele tekniklerinin uygulanması gerektiğine karar vermişlerdi. Ancak ortalığın karışması, tozun dumana karışması, kirli yordamlar için deyim yerindeyse pandoranın kutusunun açılması gerekiyordu. Nitekim kendilerince çözüm bulunmuş ve uygun ortam için yaşanacak bir iç çatışmada karar kılındığı sonradan ortaya çıkmıştı. PKK’nin yanı sıra Hizbullah’ın da bölgede yerleşik olması, iki gücün çatıştırılmasına karar verilmişti.
 

O yıllarda Hizbullah’a yakın olduğu bilinen değişik hedeflere yönelik PKK saldırıları başlamış, belli bir süre sonra Hizbullah da karşı koymak zorunda bırakılmıştı. İki taraf arasında karşılıklı eylem süreci başlamış, her iki taraftan da insanlar silahlı eylemlerin hedefi olmaya başlamıştı.
 

Elbette iki tarafın birbirlerine dönük eylemlerinin yanı sıra kirli konseptin aktörlerine de gün doğmuş, her iki tarafa dönük birçok saldırı eylemi, üçüncü taraf olarak ortamın toz duman olmasını bekleyen devletin karanlık güç odaklarınca yapılmaya başlanmıştı. Neticede 1990 yılının sonlarına doğru başlayan çatışmalar, yaklaşık dört yıl sonunda duraksama dönemine girmesine karşın karanlık odaklar ellerini tetikten çekmemiş, tam tersine sürmesi noktasında her iki tarafa da misilleme görüntüsü altında eylemler yapılmaya devam edilmişti. Çatışmalar bitmeye yüz tutarken hem PKK hem Hizbullah hem de bölge insanı bu süreçten büyük zararlar görmüştü. Ancak PKK’nin eski konumuna nazaran çok daha fazla zarar gördüğü ve gerilediği gözlerden kaçmıyordu.
 

Ve 2011 yılı. Bu sefer silahlı eylem taktiği yerine siyasi mekanizmalar kullanarak şehirlerde harekete geçen PKK’ye bağlı farklı bileşenlerin eylemlerine karşı kolluk kuvvetleri yine belli bölgelerde çaresizlik oyununu oynamaya başlamış görünmektedirler. Yerine göre bir çocuğu yakalamak için panzerlerle kovalamaca oynayabilen kolluk güçleri, yerine göre ise şiddetin dozajı ne olursa olsun çaresiz kalma imajını özenle vermeye çalışmaktadırlar. Oluşan şiddet içerikli gösterilerin belli medya gruplarınca özenle ve tekrar tekrar ekranlara taşınması, hatta toplumsal şiddet olaylarına sponsorluk yapma durumları, yine devlet otoritesinin zafiyet gösterdiği imajının pekişmesine dönük psikolojik bir harekattır. Bu tür sponsorluklar, iktidar odaklı kısa vadeli siyasi amaçlar gütse de aslında tekrar farklı zeminlerin oluşmasına duyulan özlemden kaynaklandığı aşikardır.
 

Çizilen tablo bellidir. Devlet otoritesi kaybolmuş, PKK tekrar 1990’lı yıllarda olduğu gibi kimi yerlerde “alan hakimiyetini” oluşturmuştur. Zaten PKK’nin her faaliyetinin “Açılım” zeminine taşınarak tartışılması da aslında yasal zeminde mücadele verilemeyeceği kanaatini bilinçaltına yerleştirme çabasından kaynaklanmaktadır.
 

Evet, oluşan duruma bakılırsa birileri yine tozun dumana karışacağı bir ortam hazırlığı için kolları sıvama gereği duymuştur. Bölgede yine dumanlı havanın oluşup derinlerin cirit atmasını sağlayacak fiili bir durumun oluşması için tekrar Hizbullah’ın kapısı çalınmaktadır. Israrla Hizbullah, çatışmaların içerisine çekilmek istenmektedir. Nitekim Yüksekova’da katil güruhların ellerini kana boyamaları, iç çatışma özlemine duyulan ihtiyacın kendilerince aciliyetini ortaya koymaktadır.
 

Bölgede PKK’nin siyasi aktivitelerinin vardığı nokta ortadadır. Yine Hizbullah’a atfedilen farklı STK’ların aktiviteleri, derin düşünen odakların uykusunu kaçırmaktadır. Tekrar 1990’lı yıllardaki gibi çatışma senaryoları ısrarla devreye sokulmak istenmektedir. Hatta bu ısrar, son beş yıldır belirmekle beraber Yüksekova’daki son menfur saldırı ile doruğa çıkmış bulunmaktadır. İslami STK’lara dönük BDP içerisindeki derin grupların periyodik saldırıları, bu saldırıların faillerinin hiç birisinin bugüne kadar yakalanamamış olması, saldırılar esnasında kolluk güçlerinin taammüden müdahale etmemesi, olaylar sonrasında derin hesaplar içerisindeki medya organlarının olan bitene alkış tutması, keza PKK/BDP içerisindeki bazı kanatların provokasyonlara selam durması, oluşturulmak istenen dumanlı havaya olan özlem dışında başka hiçbir saikle açıklanmayacak durumdadır.
 

Peki ama, derinlerin arzuladığı çatışma ortamı oluşursa durum ne olur? Aslında durum bir ölçüde yaşanan eski çatışma ortamının 2011 versiyonu şeklinde tecelli edecektir. Yine karşılıklı çatışmalarla süreç yaşanacak, ancak çatışma ve eylemler sadece iki kesimle sınırlı kalmayacaktır. Çatışmayı arzulayan güç elbette hazır beklemekte, bildiği yöntemlerle sürece en etkin şekilde müdahale ederek belki de iki taraftan da oluşturduğu ölüm listelerini uygulamaya sokacaktır. Bu bakımdan en fazla zarar görecek kesimin, bugün için provakatif saldırıları yalan dolanlarla geçiştiren hatta sahiplenen BDP’li görünümlü sözde siyasetçi tabakası olacağı muhakkaktır.

Durum bu iken, bölgenin kaymağını yiyen, akan kanlar üzerinden Meclis’e terfi etme dışında bir kaygıları olmayan, ya da yerel yönetimlerdeki konumlarıyla palazlanan, ancak buna rağmen gerekli sağduyuyu göstermek yerine şahin görünmeyi tercih eden ve aynı zamanda PKK ile derin devlet arasında mekik dokuyup çift rol oynayan kesimler muhtemel çatışma sürecinin ana sebepleri olarak bedelini en fazla ödeyecek kesim olacaktır.
 

Devletin derin odakları, PKK/BDP’ye karşı yasal yollarla mücadele yerine başka türlü yollara amade oldukları, bunun için de ortamın oluşmasını arzuladıkları ortadadır. Keza yapılan hayır faaliyetleri ve İslami etkinliklerin kitlesel boyutlara taşınmış olması, aynı şekilde İslam’a hep nefret gözüyle bakagelmiş derin odakların kimyasını bozmaktadır.

Ancak işin garip tarafı, ne YSK kararlarının ne de PKK’lilerin ölümlerinin Hizbullah’la ya da başka derneklerle hiç alakasının olmamasına karşın bugün BDP’de insiyatifi ele geçirdiği görülen derin hizmetkarların marifetiyle bu kurumlara karşı harekete geçilip çatışma ortamına zemin hazırlama çabaları oldukça manidardır. PKK/BDP içerisinde İslam’a duydukları nefretle derin odaklarla ortak paydaya sahip bir kesim var ve bu kesimin fırsat buldukça saldırmak için başka bahanelere gereksinim duymayacakları biliniyor. Ancak sızmalarla adeta şişmiş bir BDP gerçekliği de, çatışmalara davetiye çıkaran önemli bir unsur olmuş durumdadır.
 

PKK/BDP çizgisindeki provakatif akımların saldırı ve provoke girişimleri daha ne kadar sürecek, ya da bu tür provakatif eylemlere karşı Hizbullah nasıl bir refleks gösterecek bilinmez. Ancak siyasi alanda şimdilik önemli bir inisiyatifi elinde bulunduran BDP’nin provokatif tavırlardan en fazla uzak duran taraf olması beklenirken önemli aktörlerinin iğrenç tavır ve açıklamaları dikkat çekici hal almış bulunmaktadır.

 


Siyasette şiddet ile kaset rekabeti
MHP’li kaymak tabakasının peş peşe yayınlanan ahlaksızlık kasetleri, seçim propagandasının ana gündem maddesi haline gelmeye başladı.
 

CHP’de seçim sürecine hazırlık dizaynı olduğu anlaşılan kaset operasyonundan sonra MHP’li üst düzey kurmaylarının ahlaksız görüntülerinin reyting kıran dizilere dönüşmesi, henüz bir ay kalan seçim sürecinin daha nice sürprizlere gebe olduğunu bir kez daha gösterdi.
 

Aslına bakılırsa seçim süreci sonucunda Türkiye’nin yeni bir anayasayla yüzleşeceği söylemi, seçim arefesindeki sürece barut etkisi yapmıştır. İlk dizayn CHP üzerinde gerçekleşti. Ancak taraflar bununla yetinmedi.


Ak Parti’nin tek başına iktidara geleceği öngörüsü, özellikle statükoyu, tek başına anayasa yaptırmama ya da referandum için gereken vekil sayısını engelleme taktiğine itti. Bu taktiğin gereği ilk adım BDP kartıyla sahneye sürüldü. Statükocu kurum ve özellikle medya dahil bilumum bileşenlerinin BDP üzerinden tedavüle soktuğu senaryo, BDP’nin hedeflediği vekil sayısında yüzde ellilik bir artışa gitmesi oldu. Elbette bölgede BDP’li vekil sayısının artması demek, AKP’nin vekil sayısının düşmesi demekti.

Ancak normal şartlarda BDP’nin istenen sayıyı sağlama ihtimali olmadığı düşüncesinden hareketle ortamın gerilmesi, bölgenin önemli merkezlerinin şiddet sarmalına sokulması, böylece istenen vekil dengesinin tutturulması stratejisi benimsendi. Nitekim statükocu kurum olarak YSK’nın meşhur veto kararı, ısmarlama şiddet dalgası için önemli bir fırsata dönüştürüldü. Keza statükonun belkemiğini oluşturan malum medyanın şiddet olaylarına BDP lehine müdahil olması, senaryonun en dikkat çekici unsuruydu.
 

Gerçi bölgede kimin ne kadar vekil çıkaracağı net olmamakla beraber oluşturulan kaos ortamının AKP’nin aleyhine döndüğü gerçeği de ortadadır.
 

BDP kaynaklı şiddet dalgası statükocu çevreyle beraber malum medyayı ne kadar memnun ediyorsa, aynı şekilde MHP’deki kaset furyası da onları o kadar üzüntüye sevk ettiğinin açığa çıkması, iki parti üzerinden karşılıklı hamlelerin olabileceğine dair önemli işaretler veriyor.
 

Daha ne kadar sürer bilinmez ama MHP’yi vuran kasetler, bu partiden uzaklaşacak seçmenlerin önemli bir bölümünü AKP’ye yöneltecektir. Bu da MHP’yi zora sokmakla kalmayacak, BDP üzerinden AKP’ye kuşatma uygulayan statükoyu epeyce rahatsız edeceğe benziyor. Derin devletin tüm bileşenleriyle statüko, AKP’de olası vekil sayısını BDP üzerinden düşürmeyi hesaplarken, Batı illerinde MHP cephesinde açılan kaset gediğiyle daha fazla fire vereceğe benziyor.
 

Elbette MHP’nin iddia ettiği gibi kaset skandallarının arkasında kimlerin olduğu, bunları yayınlayan elin okyanus ötesi veya bir başka gücün olduğu konusunda net bir bilgi yok. Ayrıca küskün MHP’lilerin tıpkı CHP’de olduğu gibi bu işte ne tür katkılarının olabileceği de bilinmiyor. Ancak ortaya çıkan sonuç, seçim üzerinden sürdürülen temel hesaplaşmanın BDP ile MHP üzerine odaklandığı gerçeği ortaya çıkıyor.
 

MHP üzerinden sürdürülen harekat daha ziyade teknolojik imkanlarla sürdürülürken BDP üzerinden sürdürülen stratejisinin gerilim odaklı olması ve BDP adına boy gösterenlerin zücaciye dükkanına dalan fil misali Kürtlerin günlük yaşamlarını altüst etmesi, Kürt halkını bir kez daha kirli senaryoların asıl mağdurları haline getiriyor.