“Sana vahyettiğimiz bu kitap (Kur’an), kendinden önceki (kitap)ları tasdik eden hak (bir kitap)tır. Kuşkusuz Allah, kullarından hakkıyla haberdardır, çok iyi görendir. Sonra bu kitaba (Kur’an’a) kullarımızdan seçtiğimiz kimseleri varis yaptık. Ne var ki onlardan kimisi nefsine zulmeder, içlerinden kimisi mutedil (orta yolu izleyen)dir, onlardan kimisi de Allah’ın izniyle hayırlarla öne geçmek için yarışır. İşte bu, (Allah’tan) büyük bir lütuftur. “ (Fatır suresi: 35/31–32)

Peygamberimiz Hz. Muhammed (s. a. v)’in son peygamber olması sebebiyle, kuşkusuz ondan sonra peygamber de gelmeyecektir. Kur’an’ı Kerim’in sarih ifadesiyle peygamberimiz; Hatemünnebiyyin/Peygamberlerin sonuncusudur. Onun ifa etmiş olduğu sorumluluğu, ondan sonra gelecek âlimler ifa edeceklerdir. Onun için, yukarda zikrettiğimiz ayette Rabbimiz: “Sonra bu kitaba (Kur’an’a) kullarımızdan seçtiğimiz kimseleri varis yaptık” buyurmuştur. Burada, âlimler için: “Seçtiğimiz ve Varis kıldığımız kimseler” ifadesi kullanılmıştır. Allah (c. c) bu iki sıfatı, –peygamberler hariç–yalnız âlimlere layık gördüğü sıfatlardır.

Allah (c. c) bir toplumda ilmi kaldırmak istediğinde, âlimleri alır ve böylece toplum ilimsiz kalır. İlmin olmadığı yerde ise cehalet hâkim olur. Cehaletin hâkim olduğu toplumlarda ise, kargaşa hâkim olur. Böylesi toplumlarda, insanların hiçbir konuda emniyetleri kalmaz. Toplumun başına zorbalar ve diktatörler geçer. Bu zorbalar, gece gündüz insanlara zulmedip onları kendilerine kul köle yapmaya çalışırlar. Hâkimiyetleri altında yaşayan insanları öyle bir hale getirirler ki, onlardan insanlık namına hiçbir şey bırakmazlar.

AAllah (c. c) hiçbir sebep yokken, İslam’ın nuruyla çepeçevre kuşatılmış olan bir toplumu, cehaletin karanlığına terk etmez. Bu, Allah (c. c)’ın muhkem bir vadidir. “… (Onlar, ) kendi nefislerinde olan (iyilikler)i değiştirmedikçe, kuşkusuz Allah, bir kavme olan (nimetini) değiştirmez!. . . “ (Ra’d suresi: 13/11)

İslami toplumlar, İslam’ın ahkâmına sımsıkı sarılır ve İlahi şeriatın sınırları içinde yaşamlarını sürdürmeye devam ederlerse, kuşkusuz Allah (c. c), o toplumun üzerine bütün hayır ve bereket kapılarını açar, onlara emniyet ve selamet bahşeder, toplumun bütün katmanları, hayatın huzur ve selametinin doruğunu yaşarlar. Bu konuyla ilgili birçok ayet ve hadis mevcut bulunmaktadır. Bu sağlam delillerle beraber, Müslümanların geçmiş tarihi de bunun en canlı örneğidir.

Müslümanlar olarak, asırlarca İslam’ın nimeti sayesinde, yeryüzünün en müreffeh toplumu olarak izzetli bir hayat yaşadık. Ancak daha sonraları, İslam’a ve onun değerlerine sırt çevirdik ve layıkıyla onun kadri kıymetini bilmez olduk. İçine düşmüş olduğumuz bu kötü durumdan dolayı Rabbimiz de, bizden İslam’ın izzetini çekmiş oldu ve bizi, zilletle baş başa bıraktı.

Konumuzun başına aldığımız ayeti kerime, üç çeşit âlimden söz etmektedir: “Nefslerine zulmedenler, bahanelere yapışıp ruhsat yolunu izleyenler, hayırlarla öne geçmek için yarışanlar.”

Nefislerine zulmedenler, elde etmiş oldukları ilmi, dünya menfaatleri için kullanan kimselerdir. Bu şahıslar, tıpkı Yahudi ve Hristiyan din âlimleri gibi, Allah’ın ayetlerini ve dinin ahkâmını, değersiz dünya menfaati karşılığında satanlardır. Kuşkusuz bu tür âlimlerin, toplumları ifsat etmedeki rolleri büyüktür. Hitap etmiş oldukları kitleler, şayet dinden habersiz de olsalar, onların bütün manevi değerlerini yıkmada, en büyük şeytani hünerlerini ortaya koyarlar. Toplum olarak, nefislerine zulmeden âlimlerin yapmış oldukları tahribatların acısını, en derinlerimizde an be an hissedip yaşamaktayız.

Ruhsat yolunu izleyen âlimler, yukarda zikri geçen zalimler gibi, ifsatçı ve tahribatçı değiller. Ancak âlimler olarak, İslami sorumluluklarının hakkını da vermezler. Tehlikeyi sezmeleri durumunda, köşelerine çekilirler. Zorluklara ve sıkıntılara maruz kalma söz konusu olunca, hakkı söyleme ve bu konuda öncü olma cesaretini gösteremezler. Zorluklar karşısında birtakım bahanelerin arkasına sığınıp ruhsat diye bunlara tutunurlar ve hakkı ayakta tutma gayreti içinde olmazlar.

Gerçek âlimler ise, hayırlarla öne geçmek için yarışan örnek şahsiyetlerdir, ruhsatlara değil, azimetlere sarılırlar! Bu âlimler, tarih boyunca İslam dininin, toplumların hayat sahnesinde yer alması ve İslam’ın hayat nizamıyla insanlığın hayatının diri tutulması için, hep mücadele vermiş ve her türlü tehlikeyi göğüslemişlerdir. Allah’ın lütfu ve bu gayretli âlimlerin bereketi sayesinde İslam dini, düşmanlarının amansız darbeleri ve saldırılarıyla beraber, tarih sahnesinden silinememiştir. Bu âlimlerin izzetli duruşları ve mücadeledeki sarsılmaz azimleri, maruz kalınan bütün darbeleri etkisiz kılmış, İslam güneşinin semalarda hep parlamasına yakıt olmuşlardır.

Bugün toplum olarak, örnek şahsiyetli ve güçlü iradeli âlimlere her dönemden daha çok ihtiyaç duymaktayız. Toplumun yemiş olduğu darbenin derinliği büyüktür. Bu tahribatların tamiri, yaraların tedavisi ve cehalet karanlığının dağılması için, Kur’an ve Sünnete sıkı sarılıp toplumun önüne geçecek mücahit âlimlere olan ihtiyacımız büyüktür. Münkeratla ve masiyetle kirlenmiş bir toplumda, örnek şahsiyetli ve güçlü iradeli âlimlerin yetişmesi, elbette kolay değildir. Ancak Müslümanlar olarak, zorluklara ve sıkıntılara teslim olacak da değiliz. İnançla ve azimle zorluklara yönenildiğinde, Allah (c. c)’ın inayetiyle aşılmayacak zorluk yoktur.

Bilindiği gibi İslam’a göre âlim olmak, bilgi yüklü olmak değildir. İslam âlimi, öğrenmiş olduğu ilmi hayatında eksiksiz yaşama ve yaşatma mücadelesinde olan faziletli kimsedir. İslami toplumların, maruz kaldıkları saldırılar ve zahmetlere karşı hep en önde olan ve şehadet şerbetini ilk içenler de yine onlardır. Mücadeleyi önde götürecek âlimler, salih ortamlarda ve haramlardan arınmış yerlerde ancak yetişirler. Günah kirine bulaşmış âlimlerin, Kur’an’a varis olmaları ve toplumların kurtuluşu yolunda öncü rol almaları çok zordur.

Perişan halde olan toplumumuzun yegâne kurtuluşu, gerçek İslam âlimlerinin öncülüğünde mücadele sahnesine çıkmakla mümkün olacaktır. Toplumumuzun yegâne umudu olan gayretli Müslümanlar, bütün alanlarda eğitim ortamları oluşturarak ve hızlı işleyen eğitim programları devreye sokarak “Sabikun bilhayrat” olan âlimleri yetiştirmek durumundadır. Bu ortamlarda yetişen âlimler, toplumun ufkunda güneş gibi parlayacak ve her türlü karanlığı izale edecektir. Bu konuda halkımızın daha ciddi destek vermeleri gerekir. Allah’ın izniyle vermiş oldukları bu destekle, hem dünya hem de ahiretlerinin kurtuluşunu temin etmiş olacaklardır. Unutmamak gerekir ki, toplumun içine düşmüş olduğu bu kötü durumdan kurtarmaya çalışmak, bütün Müslümanların görevidir. Bu görev ve sorumluluktan kaçmanın yolu da yoktur.

Topluma hayırda öncü olacak âlimlerin üstünlüğü konusunda, Resulullah (s. a. v)’den rivayet edilen şu hadisi şerif, gerçekten üzerinde fazlasıyla düşünülmeyi gerektiren bir özellik arz etmektedir: Kays b. Kesir’den rivayet edildiğine göre dedi ki: Medine ehlinden bir adam, Şam’da bulunan Ebu Derda’ya uğrar. Ebu Derda adama: “Ey kardeşim, seni buraya getiren şey nedir?” Adam: “Senin, Resulullah (s. a. v)’den bir Hadis rivayet ettiğinin haberi bana ulaştı, o hadis için buraya geldim.“ der. Ebu Derda: “Yani sen ticaret için gelmemiş misin?” Adam: “Hayır” der. Ebu Derda: “Başka herhangi bir ihtiyaç içinde mi gelmedin?” Adam: “Hayır” der. Ebu Derda: “Yani bendeki hadisi öğrenmek için mi buraya geldin?” Adam: “Evet” der.

Ebu Derda dedi ki: Resulullah (s. a. v)’in şöyle buyurduğunu işittim: “Kim ilim öğrenmek için yola çıkarsa, Allah da onu, cennete götürecek yola koyar. Melekler de, ilim tahsil eden kimselerden razı oldukları halde onlar için kanatlarını sererler. Göklerde ve yerde bulunanlar hatta sudaki balıklar dâhil, âlimler için (Allah’tan) mağfiret dilerler. Âlimlerin abidlere olan üstünlüğü, Ay’ın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Peygamberler, dinar ve dirhemi miras bırakmazlar. Onlar, sadece miras olarak ilim bırakırlar. Kim (miras olarak) ilim alırsa, büyük bir paya/hisseye sahip olmuş olur. “ (Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace)

Resulullah (s. a. v)’in, âlimlerin üstünlüğüyle ilgili vermiş olduğu bu sahih haber, her Müslümanı ilim talep etmeye yöneltecek ve bu konuda onları harekete geçirecek özelliktedir. Kuşkusuz ilim talebeleri için ortamlar oluşturan ve bu konuda katkı sağlayan Müslümanlar da, –Allah (c. c)’ın lütfuyla–tıpkı âlimler gibi üstün derecelere ve büyük sevaplara nail olacaklardır. İslami eğitimin yapıldığı medreselerde ve eğitim kurumlarında okuyan talebelerin ağzından çıkan her bir kelimenin karşılığı, buna sebep olanların amel defterlerine hesapsız olarak kaydedilecektir inşallah. Buralarda okuyan her talebe, Allah’ın izniyle, gelecekte âlim olmaya namzet şahsiyetlerdir. Onlarca, yüzlerce ve belki de binlerce talebenin okumasına sebep olan Müslümanların, Allah (c. c) katındaki derece ve sevaplarının büyüklüğünü, ancak O büyük lütuf sahibi olan Zat takdir eder. Dünya ve ahiretlerinin kurtuluşu için çaba sarf edenler, ilim tahsili için ortam ve şartlar oluşturmak için yarışmalıdırlar.

İçinde yaşamış olduğumuz zaman, Kur’an ayetlerinin gök semadan indiği zamana denk geldiği gerçeği de göz önünde tutulduğunda, Kur’an talebelerinin yetişmesi konusunda çok daha duyarlı ve gayretli olmamızın gerekliliği de ortaya çıkmaktadır. Ramazanın o rahmet dolu atmosferiyle kuşatıldığımız bir zaman diliminde yaşıyor olmamız, Kur’an’a karşı olan sorumluluğumuzu bize daha bir hatırlatmalı ve bu yöndeki çaba ve gayretimizi daha bir katlamalıdır.

Haci İnan / Huseynisevda.biz