Arakan; Bangladeş, Burma ve Hint Okyanusu ile sınırlı bir Güneydoğu Asya bölgesidir. Bir zamanlar 50 bin kilometre karelik topraklarında kendilerine ait bağımsız bir devlete sahip olan Arakanlılar, bugün Myanmar askeri diktasının yönetimi altında yaşamaktadır.

Bugün aklınıza sömürge ülkesi olmak zorunda kalmış, kullanılmış, toprakları işgal edilmiş hakları çalınmış ve en önemlisi de hiçleştirlmiş ve tamamen yok olması için uğraşılan toprakları düşünün, yakın tarihten ilk önce akıllara Suriye ve masum onlarca yüzlerce hatta binlerden fazla insanın katledilmesi, 17 yıl önce öldürülen yüzlerce insan Srebrenitsa katliamı, İsrail’in Filistin topraklarında ki zulmü… ve daha niceleri gelmektedir.

İşte Arakan da bunlardan biri ama en hüzünlülerinden, onların varlıkları yer kürede aldıkları nefesle sınırlı ve eskiden sahip oldukları topraklarına, evlerine, kimliklerine hatta kendilerine bile yabancılaştılar, yabancılaştırıldılar. Her şeye rağmen onlar önce Müslüman oldukları sonra bir gün daha yaşadıkları için şükrediyor ve yeniden huzur dolu günlerin geleceği zamanı bekliyorlar…

Son zamanlarda dünya medyasında kendilerine uygulanan zulümle yer bulabilen Arakanlı Müslümanlar her gün yenibir zulme maruz kalıyor. Arakanlı Müslümanlara uygulanan zulüm, Arakan’da yaşanan vahşet Türkiye gündeminde de yerini aldı. Arakan’da yaşanan Müslüman katliamına konuşmadan evvel bize Arakanlılar’dan bahsedebilir misiniz? Arakanlılar kimlerdir?

Geçmişte Burma, şu an ise Myanmar olarak isimlendirilen ülkedeki beş eyaletten birinin ismi Arakan’dır. Arakanlılar ırk olarak Rohingya ırkına mensuplar. Bundan dolayı Arakan’da yaşayan insanlara Rohingyalar deniliyor. Arakan bölgesinde geçmişte yaşayan Rohingyaların toplam nüfusu beş milyon civarındaydı. Şimdiki nüfus için net bir rakam vermek oldukça güçtür. Arakan’da yaşayan Budistlere Rakhinler/Maglar deniliyor. Müslümanlar ise kendilerini Rohingya olarak isimlendiriyorlar. Bundan dolayı Arakan dendiğinde akıllara Rohingya Müslümanlar geliyor.

İslam, Arakan bölgesine ilk defa ne zaman girdi?


Arakanlılar Müslümanlarla ilk defa 618 yılında Saad bin Ebu Vakkas’ın komutasındaki bir geminin Arakan sahillerine yaklaşmasıyla tanıştılar. Bu gemi kısa bir süreliğine Arakan’a uğramış ve yoluna devam etmiş. İslam’ın Arakan’da hızlı bir şekilde yayılması ise 1203 yılından sonra gerçekleşti. Bu yıllarda, Hint alt kıtasının doğu bölgesi Bengal’in İslamlaşmasının etkisiyle Arakan’da da İslam hızlı bir şekilde yayıldı. Hatta 1430 yılında bu bölgede Arakan İslam devleti kuruldu.

İslam devleti kaç yıl Arakan’a hükmetti?

Arakan İslam devleti 1782 yılına kadar kesintisiz olarak bu topraklara hâkim oldu ve Arakan’da 350 yıl İslam hukuku uygulandı. Arakan İslam devleti 1782 yılında Budistlerin saldırılarıyla yıkılınca bölgede Budist işgali başladı. Bölgedeki Budist hâkimiyeti kırk yıl boyunca sürdü. Daha sonra da İngilizler Arakan’ı işgal ettiler ve Arakanlı Müslümanlar 1942 yılına kadar İngiliz işgali altında yaşadılar. İkinci Dünya Savaşı sonrası İngilizler Burmalı Budistlerle yaptıkları Pinlong Anlaşması ile Arakan’ı Budistlere bıraktılar ve bölgeden çekildiler. İngilizler bölgeden ayrılır ayrılmaz Budist fanatikler tarafından başlatılan olaylarda 100 binden fazla Müslüman katledildi ve Arakan’da tarihin en kanlı katliamlarından biri yaşandı.

Haziran ayında başlayan ve halen daha tüm vahşetiyle süren olaylara gelecek olursak… Bir otobüs yolcularının katledilmesiyle başlayan olayları bize anlatabilir misiniz?

3 Haziran’da Arakan’ın güneyinde Müslümanların neredeyse hiç bulunmadığı Budist kasabası Tass Wcokk’ta Cuma günü ibadetten dönen Müslüman alimleri ve davetçilerden oluşan bir cemaati taşıyan otobüs, kontrol noktasını geçtikten sonra mola verdi. Otobüsteki Müslüman alim ve davetçilerin tamamının vatandaşlıkları da mevcut durumda… Yani yolculukta yasa dışı hiçbir şey söz konusu değildi. Otobüs mola verince Budistlerden 400-500 kişilik bir grup otobüsteki Müslümanlara saldırdı. Budistler, Müslüman alim ve davetçilerin ellerini ve ayaklarını insanlık dışı bir surette bağladıktan sonra yüzlerine ve kafalarına sopalarla vurarak öldürdüler.

MÜSLÜMAN OLDUĞUNU ANLAYINCA TECAVÜZ ETTİLER

Otobüs saldırısının bilinmeyen önemli detayları da var ki… Cemaat kontrol noktasından geçtikten sonra, güpegündüz 15:30-16:00 sıralarında Budist grup otobüsü durdurduğunda evvela otobüsün hostesi olan bir bayan karşılarına çıkıyor. Bu bayan Mongolodi denen “Moğul yüzlü”, yani Tayland’daki Çin’deki insanlar gibi yuvarlak yüzlü çekik gözlü bir bayan... –Biz yuvarlak yüzlü, çekik gözlü insanlara mongolodi deriz- Onların yerel kıyafetlerini giyinen, onlardan gibi görünen, onların yerel dillerini de bildiğinden dışarıdan onun Müslüman olduğu anlaşılmayan biriydi. Otobüse saldırı amacıyla gelen Budist gruba, bu hostes bayan saldırmamaları için “Lütfen dokunmayın, bunlar tamamen suçsuz” diyerek oldukça dil dökmesine rağmen onu dinlemediler. Anladığım kadarıyla şoför orada bir şekilde kaçtı.

Budist grup otobüsün içindekileri çok kötü bir biçimde, az önce anlattığım gibi insanlık dışı surette katlettiler. Otobüsün hostesi olan bayanı ise en son Müslüman olduğunu anladıkları zaman tecavüz ediyor ve öldürüyorlar. Öldürdükleri insanların üzerine idrar ve içtikleri şaraplardan döktüklerini görenler var… Daha önce Müslümanları nerede görürsek öldürürüz diyerek provokasyon başlatmışlar. Onun ardından otobüse saldırıyorlar zaten.

Provokasyondan söz ediyorsunuz… O zaman bu otobüs katliamı planlı bir eylem miydi?

Kesinlikle. Bu olay aslında planlıydı… Çünkü daha önce, 28 Mayıs’ta Müslümanlardan birinin tecavüz edip öldürdüğünü iddia ettikleri Budist kızın intikamını almak için saldırdıklarını, Budist kıza tecavüz edip öldürenlerin, otobüs ile kasabaya gelen davetçiler olduğundan şüphelendiklerini, bu sebepten saldırdıklarını savundular! Oysa davetçiler aslında o kasabadan dahi değildi. Sadece Cuma ibadetinden dönüş yolunda kasabada mola vermişlerdi. Bu olay tamamen planlı bir provokasyondu…

PROVOKE EDEN GRUBUN SAHİP OLDUĞU BİLGİ AĞININ YANSIMASIYDI

Bahane edilen tecavüz olayının geçtiği kasabada hiçbir şekilde dünya ile iletişimi bağlayacak elektrik bulunmuyor. Buna rağmen kasabada cereyan eden bu tecavüz olayı anında –gerek sosyal medya, gerek başka biçimlerde- tüm dünya da duyuldu. Bu kasabada elektrik bile bulunamazken, nasıl oldu da tecavüz olayı anında dünyada duyuldu? Bu bağlamda olayın tüm kamuoyunda yankı uyandırması ancak ve ancak provoke eden grubun sahip olduğu bilgi ağının yansımaydı. Budistler bunu bahane ederek otobüstekilere saldırdı.

Ayrıca Budistlerin saldırdığı otobüsteki cemaatin o köyde mola verdiği bilgisi, ancak sınır kapısından kendi kimlikleri ile geçerken provoke eden grubun sınır kapısındaki istihbaratçılarının bilgisi dahilinde bilinçli ve isteyerek saldırmaları sonucu olay gerçekleşmiştir. Bu bağlamda olayın tüm kamuoyunda yankı uyandırması ancak ve ancak provoke eden grubun sahip olduğu bilgi ağının yansımaydı.

15 YILLIK ÖTEKİ… BURMA’DA MÜSLÜMANLAR…

8 Haziran Cuma günü, Müslümanların çoğunlukta olduğu MongDaw şehrinde Müslümanlar cemaat halinde Cuma namazından çıkarken, hemen oradaki jandarma ve polis direk ateş açıyor “dağılın” diyerek… Cemaat “Burası demokratik bir ülke, ibadetten çıkıyoruz” demelerine rağmen ateş açıyorlar. Orada da ölenler oluyor. Ve böyle bu iki olay ile katliamlar iyice başlıyor. Artık insanlar otobüs katliamı ve üzerine Cuma çıkışı katliamını görünce ne yapacaklar, bu direk “terör”dür…

Haziran’ın 10’unda Devlet başkanı Arakan’da 18.00’den 06.00’ya sıkıyönetim ilan ediyor. Ayrıca iki kişiyi bir araya toplama yasağı da getirildi. Müslümanlar zaten sokağa çıkamıyor… Olaylar Arakan’ın başkenti Akyab’a sıçrıyor olaylar… Akyap’taki Müslümanlar bizden daha cesurlar… Bizim Müslümanlar bir olay olduğunda hemen Bangladeş’e gidiyorlar. Ancak Akayp’ta insanlar daha cesur, daha çetin… Sokağa çıkma yasağı uygulanırken, bu yasaktan Budist olan Maglar muaf… Maglar gece sokağa çıkıp Aykaplı Müslümanlara ateş açıyorlar.

Cunta 1990’lı yıllardan bu yana Burma’ya Bangladeşli Budistlerden dahi getirip, Burma’ya yerleştiriyorlar. Bu olay aslında 1960’lı yıllarda da vardı.

“BİZ RAZIYIZ, ANCAK BUNLAR YOK OLMALI”

Bu tamamen Müslümanları azınlık duruma düşürmek için planlanıyor. Zaten Budistler, Müslümanların eline özgürlük geçme fikrinden dolayı çıldırdı… Burma güçleri “Liderler bizi, Dünya Savaş Suçları Mahkemesi’ne götürmelerine dahi razıyız, ama bunlar yok olmalı, biz razıyız. Ancak bunlar yok olmalı. Biz bunlara razıyız” diyorlar. Ki bu dünya medyasında da yer almıştır. Burma’da Müslümanlara yönelik asimilasyon senelerdir olmasına rağmen son üç, dört senedir oldukça çok var…

“ONLAR BURAYA AİT DEĞİLLER”

Son olaylarda Burma’da Müslüman nüfusu azaltmak için zaten sonradan başka grupları getiriArakan’a yetiştirdiler. Bu Budist olan grup etnik grup, ilk başlarda olaylardan korkup geri dönmek istedi. Gece sokağa çıkma yasağı, insanları katletme, polisler eşliğinde silahlandırılmış Mag milisleri katliama devam ediyorlar.

Bu sonradan Arakan’a yerleştirilen Budist grup sonraları oraları sahiplenmeye başladı. Halbuki Arakanın asıl sahibi Müslüman Rohingyalar ve Budist Maglar’dır. Zaten Burma güçleri Rohingyalıların vatandaşlıkları mevcut, vatandaşlık numaraları olmasına rağmen Burma güçleri, “Vatandaşlıkları olsa dahi biz onları buranın bir etnik grubu olarak görmüyoruz, onlar buraya ait değil” tutumunu sergiliyorlar. 1962 yılından günümüze kadar Arakan toprakları Myanmar yönetimine bağlı bir askeri diktatörlük tarafından yönetiliyor. Askeri diktatörlük Arakan’daki Müslüman nüfusu azaltmak için sistemli bir şekilde baskı politikaları uyguluyor.

BU BİR SOYKIRIM: MÜSLÜMANLAR ÖLÜLERİNE BİLE HASRET

Askeri diktatörlüğün nüfus azaltma politikalarından söz ediyorsunuz. Bu Arakanlı Müslümanlara uygulanan bir soykırım değil midir?


Bu tamamen bir soykırım hareketinden başka bir şey değildir. Bu hayvansı bir davranış bile değildir… Kaçırılan insanların akıbeti belli değil. Ölüyorlar ama ölüler nerde? Ölüler yok, teslim edilmiyorlar. Mag milisleri vuruyor, vurduğu an ölüler yok oluyor… Bunların hepsi hayalet ölümler ve hayalet cesetler, Burmalı Müslümanları sessiz sedasız, nedensiz öldürüyorlar ve öldürür öldürmez hemen topluyorlar. Ortada ne bir ceset ne de bir kanıt kalıyor. Müslümanlar ölülerine bile hasret. Baskınlarda herkes ölüyor ama herkes özellikle genç nüfus. Bunun en büyük nedeni genç nüfusla Müslüman sayısının artacağı korkusudur.

BİR ŞEY YAPILMAZSA YOK OLACAK BİR MÜSLÜMAN ÜLKESİ…

Tecavüzü silah olarak kullanıyorlar. Tecavüzler ölümler, bulunamayan cesetler, kimliksiz insanlar, vatansızlaştırılmaya çalışılan toplum, akıbeti bilinmeyen ve hiçbir şey yapılmazsa eğer tamamen yok olacak bir Müslüman ülkesi. Arakan’da zulüm hala devam ediyor, bana ulaşan bir kaynak şuanda Akyab’ta sadece 10 bin kişinin katledildiğini, 14 köyün yok edildiğini söyledi.

FİLİSTİN’İ DÜNYA DUYOR, ARAKAN’I KİMSE BİLMİYOR


Dünya’da hep Müslümanlara zulmediliyor. Filistin, Bosna Hersek, Irak, Suriye… Şimdi de Arakan…

İnanın Arakan’da yaşananlar Ne Filistin, ne Suriye, ne de Bosna’daki, hiç biri gibi, değil. Bu hepsinden daha acı… Arakan’da yaşanan katliam Filistin’den de daha kötü durumda inanın. Filistin’de bir çocuğun kolu kırılsa anında tüm dünya duyuyor. Arakan’da ne yaşanılırsa çok zaman sonra duyuluyor, ya da bilinmiyor. Biz artık Arakan da yaşanan her şeyin duyulmasını istiyoruz, tarafsız basın ve yetkililer istiyoruz. Biz artık “İlgileniyoruz” değil “Kınıyoruz ve duruma el atıyoruz, masum olan Müslüman halkın hakları için savaşıyoruz” denmesini istiyoruz.

ARAKANLI MÜSLÜMANLAR YOK EDİLİYOR

7. yüzyıldan beri Arakan Müslümanlara ait. Fakat son 50 yıldır artan zulüm, şiddet ve baskı olayları insanları kendilerinden bile bıkkın hale getirdi. Askerlerin yapmış olduğu zulüm her geçen gün boyutunu, şeklini değiştirerek artış göstermekte.
Bu durum Müslümanların elinde ne varsa almakta. Öncelikle insan olmalarından kaynaklı ‘yaşama hakları’ bile yok olmuştur, kendilerine ait bir vatandaşlık belgeleri bile bulunmamaktadır, yersiz/yurtsuz bir hiç olmuşlardır. Arakanlılar yok ediliyor.

PERYODİK ARALIKLARLA EV ZİYARETLERİ

Belirli zaman aralıkları ile ani baskınlarla askerler evlere geliyor ki, ev dememize bakmayın üstü kapalı bir alan, ve soruyor asker “falan şahıs nerede?” o kişi, o anda evin içinde yoksa hemen siliniyor yok olan vatandaşlık ölü olarak bile geçmiyor artık. Yani verilmeyen kimlik siliniyor. İşte bu en büyük ‘hiç’leştirmedir.

HİÇ BİR HAKKA SAHİP DEĞİLİZ

Ev diye sahip oldukları yer, muşamba örtülü bir alan, oranın içinde yaşıyorlar. Sahip oldukları birkaç tane çömlekten yapılmış tabak, çanak onları da askerler her kontrolde arama yaptıklarını bahane ederek silahlarının dipçikleri ile kırıp döküyorlar. En son soğan vb. kesmek için kullandıkları bıçaklarına el koymuşlardır çünkü bir gün Müslümanların isyan ederek onlara saldıracağını ve onları öldüreceği paniği içinde yaşıyorlar.

2005’ten bu yana iki Burmalı Müslüman evlenmek istediğinde en az 2 yıl öncesinden müracaat etmek zorundadır. Eğer çiftin şansı varsa süre daha fazla uzamaz. Bu süre zarfında evlilik için izinleri çıktığı andan itibarense ‘2 çocuk’ şartı konur. Çift evlilikleri boyunca 2 çocuklan fazla çocuk yapamaz.

MÜSLÜMANLAR HER ŞEYİ ÖLÇÜLÜ KULLANMAK ZORUNDA

Askerlerin yine evlere periyodik baskınları devam etmektedir, eve gelip bu seferde çatal, bıçak, tabak hatta yumurta sayısını bile saymaktadırlar. Herhangi birinden 1 adet fazla çıkması demek ölümleri için yeterince delil teşkil etmektedir. O nedenle o evliliklerde Arakanlı Müslümanların her şeyi sayılı ve ölçülü olmak zorundadır.

Arakanlı gençler Bangladeş’e artık ya evlenmek ya da çalışmak için gidiyorlar. 7. yüzyıldan beri gelen vatanlarına artık sahip değiller. Kendi ülkelerinde evlenip kendi ülkelerinde kimlik ya da vatandaşlık numaraları ile ölüm korkusu olmadan yaşayamıyorlar.

OLSUN… BİZ YİNE DE ŞÜKREDİYORUZ!

Bangladeş Arakan’da yaşanan katliama nasıl bakıyor? Nasıl bir politika izliyorlar şuanda?

Bangladeş şuanda bizi istemiyor. Biz onlar için angaryayız. Bizi sırtlarında bir yük olarak görüyorlar. Çünkü onlar yeni bir ülke, Burmalılar’dan faydalanmak, pastadan payını almak istiyorlar. Şuanda Burmalılar askeri yönde, her yönde daha güçlü. Ulusal çıkarları daha çok öne çıkıyor. Bangladeş’in dış politikası şuan tamamen Rohingyalılara karşı. Tamamen şöyle bir politika izliyorlar; “Biz almıyoruz, kapılar kapalı…”diyorlar. Bangladeş bizden faydalanarak daha fazla ekonomi refah almak istiyor.

1978’de büyük Rohingya iltica olayı oldu, 1991-92’deBangladeş, sadece bizi sırtından atma derdindeydi. “Bu Rohingyalıların hakları nedir?” demediler. Şuanda dünya medyasına yansıdığı gibi Arakanlı mültecileri almıyorlar.

‘KLAR’ DEĞİL, BURMA SINIRLARI İÇERİSİNDE YAŞAYAN MÜSLÜMANLAR…

Bu vahşet Burma ve yakın çevre medyalarında nasıl yer aldı? Myanmar medyası kendi ülkesinde yaşanan bu katliamı nasıl duyurdu?

Burma’da Hindistan, Asya görünümlü insanlara “klar” derler. Bir nevi siyahî vatandaşlara “zenci” demek gibi… “klar” aşağılamak için siyah anlamında kullanılan bir ifade. Burma’daki devlet bağlantılı medya, bu otobüs katliamını yayınlarken “klar” ifadesini kullandı… Bu haberlere tepki gelmesi üzerine “Klar değil, Burma sınırları içerisinde yaşayan Müslümanlar” olarak değiştirdi. Çünkü Burma bir demokrasi savaşı verirken, bu haberlerde “klar” ifadesi kullanılması onlar için kötü bir durumdu. Dünya şuan Burma’nın demokratikleşme sürecini pohpohluyor… Çünkü dünyanın istediği dolar, petrol, doğalgazlar, el değmemiş doğal zenginlikler var…

Tam bu noktada –Burma’nın demokratikleşme sürecine değinmişken- “Nobel ödüllü tutsak” olarak tanınan, Daw AungSan Suu Kyi’den bahsetmek gerekiyor. Cuntaya karşı direnen Nobel ödüllü, barış yanlısı siyasetçi Suu Kyi’yi bize anlatabilir misiniz? Nobel ödülü alırken Arakanlıları temsil edebildi mi Suu Kyi?


Kesinlikle, Daw Aung San Suu Kyi’den bahsetmek gerekiyor… Daw(Hürmetkar ifade) Aung San Suu Kyi Burma’nın bağımsızlık kazanmasında rol oynayan, Burma’nın babasının kızıdır. Kendisi iki yaşındayken babası General Aung San öldürülmüştü. Babası öldürüldükten sonra kendisi annesiyle birlikte uzun süre Hindistan’da kaldı. Annesi Hindistan’da Burma’nın büyükelçilik yaptı. Annesi Daw Aung San Suu Kyi’yi İngiltere’ye gönderdi. İngiltere’de onu hocası ve bir başka Nepal üzerine araştırma yapan bir İngiliz ile tanıştırıyor.

Tanıştırma amacı hem iyi bir dost, hem de yaşanılan süreci araştırmalarından dolayı iyi bilmesi buna ek olarak onun düşünce yapısına uygun olduğunu düşünmesindendir. Tanıştırdığı bu İngiliz ile hayatını birleştiren Suu Kyi, bu evlilikten iki çocuk sahibi olmuştur.

“BURADAKİ İNSANLAR İÇİN BİR ŞEYLER YAPMALISINIZ”



 Hasta annesini iki haftalığına ziyarete giden Suu Kyi, 1988’de Burma’da cuntaya
 karşı ayaklanma sonucu annesini ve ülkesini bırakıp dönememekteydi. Bu sırada Çin-Burma benzerliği sağlayan önemli hususlardan biri, 1988’de Yangon’daki dev gösteriler ordu tarafından bastırılırken, bir benzerinin 1989’da Çin’nin Tiennanmen’da ortaya çıkmasıydı.

Hastaneye yaralılar geliyordu. Hastanede annesiyle ilgilenen Suu Kyi etrafta yaralı insanları görmekteydi. Kendisini gören insanlar ona “Siz buradaki dağılmış insanları organize etmeli, insanlar için bir şeyler yapmalısınız” diyorlardı. Kısaca, Suu Kyi’nin babası Aung San’ın bağımsızlık mücadelesi ve modern Burma devletini kurmadaki öncülüğü nedeniyle ülkede istisnai, “sosyal hafıza” ışığında bakarsak “kutsal” bir yer edindiğine kuşku yoktu...

Bu çerçeve de Suu Kyi, Burma’da yaşananları gördükçe, içindeki büyüyen acıyla, aynı zamanda babasının ve annesinin soyadını taşımanın ağırlığı/sorumluluğu ile büyük bir merhamet duygusuna kapılmıştı. Böylece, uzun bir aradan sonra 1988’de başkent Yangon’a ayak basmasıyla bugüne kadar büyük bir bölümü “ev hapsinde” geçen siyasi liderlik rolünün aktif liderliğe dönüşmesi umuduyla geçti.

Babasının katledilmesinin kırkıncı yılına tekabül eden 1988 yılı, Suu Kyi babasının rolünü bıraktığı yerden devralmasıyla ülke tarihinde yeni bir döneme işaret ediyordu. Bu süreçte giderek artan bir ivme ile Myanmar siyasi yaşamına eklemlenmekle kalmayan Suu Kyi, uluslararası çevrelerin de odağı haline geldi veya getirildi. 1988-1990 yılları arasında sergilediği Gandivarî pasif eylemcilik tutumunun ardından 14 Ekim 1991 tarihinde Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmesi, bunun tastamam teyidinden başka bir şey değildir.

“ROHİNGYA İLE İLGİLİYİZ” DİYOR, “KINIYORUZ” DİYEMİYORLAR…


Daw Aung San Suu Kyi, Avrupa turundayken, Nobel ödülü alırken ve dünyaya güzel konuşmalar yaparken, dünya medyasının bir sorusu ile olay patlak veriyor. Kendisine “Senin ülken bu durumdayken, nasıl dışarı çıkıyorsun?” diyen dahi var… Suu Kyi’nin ülkesinde yangın var ve Batı hiç kimsenin göstermediği ilgiyi gösteriyor kendisine. Batı’nın elbette bir hesabı var… “Biz Rohingya olaylarıyla oldukça ilgiliyiz” diyorlar ancak, “Biz kınıyoruz” diyemiyorlar… Biz artık “İlgileniyoruz” değil “Kınıyoruz ve duruma el atıyoruz” denmesini istiyoruz.

Suu Kyi’ye “Arakan’daki Müslümanlar vatandaş mıdır, değil midir?” diye soruyorlar, soru bu gayet net bir soru. Suu Kyi ise “Ben bilmiyorum” diye cevap verdi. Bu cevap bir politikacı cevabı değil, bir “ev hanımı” cevabıydı adeta… “Bilmiyorum” demekle olay biter mi? Nasıl bilmez, ama bilmediğini söyledi. Altı çizilerek yeniden sorulan sorular üzerine Suu Kyi istenilen cevabı vermedi. Bu kez “Oradaki insanların vatandaşlıkları, var mı, hukuki düzen çerçevesinde hakları mevcut mu?” sorusuna Suu Kyi, “Burada önemli olan vatandaşlık kanunun nasıl icra edildiğidir” diyerek güzel bir cevap veriyor ve kendini kurtarmış oluyor.

Burma’da baş gösteren demokrasi ve temiz toplum taleplerine karşılık olarak ordu bir kez daha kendine biçtiği rolü üstlendi. Gerçekleştirilen darbe ile çok partili seçim vaadine karşın “demokrasi yanlılarının” dışlandığı sözde seçimlerin ardından bir kez daha asker güdümlü siyasi elit merkeziyetçi politikaları yürürlüğe koydu. Ancak bu safha, etnik unsurların taleplerinden ziyade, ülkenin merkezindeki orta sınıfların talepleri olarak gündemde yer alsa da, ordu muhalefetin rengine ve kategorisine bakmayarak ölüm makinesi olarak vazifesini icra ederken, çoğunluğunu üniversite öğrencilerinin oluşturduğu eylemciler soluğu Kayin, Kachin ve Mon bağımsızlık gruplarına sığınmada buldu. Bu süreç, en azından bir grup sivil eylemcinin “militarize” olmalarına yol açtı.

Bir yanda otonom talebiyle gelen etnik unsurlar, öte yandan demokrasi talebini dillendiren öğrenciler ve orta sınıfların birliği ülkede yeni bir siyasi modelin profilini oluşturuyordu. Bu birliğin önce gizli ardından açık lideri ise Aung San Suu Kyi’di. Yaklaşık iki yıl boyunca devam eden sivil ayaklanmalarda taraftarlarına orduya karşı şiddet kullanılmaması, bir başka deyişle “pasif direnişi” öncelediğini ifade eden Suu Kyi’nin kimi destekçilerinin bağımsızlık veya özerklik talebini dillendiren etnik unsurlarla birleşmesine rağmen, çoğunluğu arkasına alarak 27 Mayıs 1990 seçimlerinden, 392 sandalye kazanarak, parlamento’nun %90’ını oluşturacak şekilde büyük bir başarı anlamına geliyordu. Buna rağmen, cuntanın süprizleri devam ediyordu… Cunta’nın siyasi alanı seçilmişlere bırakmaması siyaset gözlemcileri tarafından “Nurnberg Sendromu” olarak adlandırılıyor. Yani, korku’nun ürettiği şiddet, elde edilen kazanımların yitimi ile birleşince ülkede altmış yıldır beklenen “olgun” şartlara adım bir türlü atılamıyor. Aslında Myanmar’da iktidarın korku üzerine kurulması, Nurnberg’den çok daha önce, İngiliz sömürgeciliğinin 19. yüzyılda Burmalılarla karşı karşıya geldiği üç büyük savaş sonunda kurduğu düzenle çok daha çarpıcı benzerlikler taşıdığını söyleyebiliriz. İşte bu, sömürge savaş etiğinin modern ulus-devlete aktardığı kaçınılmaz miras…

Arakanlı Müslümanlar için ne yapılmalı? Birleşmiş Milletlere, Türkiye ve dünya kamuoyuna düşen görev nedir?

Acilen BM’nin bir gözlem heyeti kurulmalı. Bu heyet Arakan’a gitmeli ve gözlem yapmalı. Bunun yanında tarafsız bir medya olmalı. Orada yaşanılanları tüm dünya’ya aynı dakikada iletilmeli, nasıl ki Filistin’de bir çocuğun kolu kırıldığında tüm dünya haberdar ise aynı şekilde Arakan’da da bu durum aynı olmalı.

Altını defalarca çizerek söylüyorum, Tarafsız gözlem heyeti ve tarafsız basın istiyoruz,BM den acil müdahale istiyoruz,uluslar arası STKlar yardım kuruluşlar Arakana girmelerine izin vermeli Myanmar Hükümeti.Türkiye Cumhuriyetinin de olay seyirci kalmamasına özellikle rica ediyorum…timeturk