İslam öncesi cahili-şirk toplumunda fesadın kapladığı zelil yaşantının o dönemle sınırlı olmadığı, tüm peygamberlerin, helakı hak eden kavimlerinde de aynı zilletin olduğu görülmüştür.

Günümüz toplumunda da renk, isim ve sembollerin değişimine rağmen aynı kaosun, küfrün ve vahşetin egemenliğinin şahidi oluyoruz.

Küfür ve iman mücadelesi, insanın tarihiyle birlikte var olmuştur. Bu mücadele seyrinin bir cephesinde Tevhidî egemen kılmak bulunurken; diğer cephede ise, nefs ve aklı ilahlaştırma sapması vardır. Yani kavganın mahiyetinde değişme olmamıştır. Değişen tek şey, küfür cephesindeki akıl ve nefis unsurlarının zaman ve şartlarla isimlerinin, renklerinin değişmiş olmasıdır.

Allah’ın emir ve yasaklarının insana ve çevreye ait tüm değerlerin merkezinde olduğuna inanılınca; artık Allah-insan ilişkisi, insan-insan ilişkisi ve insan-çevre ilişkisi, tümü Kur’an merkezi çevresinde şekillenir.

Ancak, insanlar adını İslam bile koysalar, değerleri vahiy kaynağına götürmede sapma gösterdikleri takdirde, hayatlarını şekillendirerek öğretinin eksik ve yanılmaya mahkum olduğunu da kabul etmek zorundadırlar.

İman edenler; günü birlik şahsiyete, kavmiyete, coğrafyaya hatta belirlenip sınırlanmış faziletlere dayalı kavgaların tarafı olmamışlardır.

Günümüz aktif, cahili toplum; islam aydınlığından mahrum, bünyesi şirkle dolu, fesadın her yeri kapladığı fuhuş, zina, sınırsız arzular, kin, önüne geçilemez mal ve servet hırsı, benlik, nefret, içki ve alabildiğince insanı ürküten insanlık dışı hayatın tüm unsurlarına sahiptir. Bütün bunlara tahrif edilmiş dinleri, dinleştirilen mezhepleri, bağnaz sofizmin duyguları da eklendiğinde, ortaya çıkan manzara tam manasıyla “kaos”tur.

Böylece toplumların, kitlelerin aptallaştırıldığı, kendi elinin neticelerine karşı çıkan, reddettiklerini alkışlayan ucûbe bir millet görüyoruz...

İslamî olma iddiası ve birtakım İslamî motiflerle süslü, ancak vahiy ile bağdaşmayan düşünce ve pratiklerin sahiplenilmesi, problemi daha da karmaşık hale getirmiştir.

İnsanları laboratuvardaki kobay gibi gören beşeri öğretiler, bu kez insanı kapitalizmin laboratuvarına almıştır.

Bu sistemlerin çoğu, günümüzde iç içe uygulanmaktadır. Şimdi de adını koyup işlevinde anlaşamadıkları dinsiz (lâik) lik şartlı “Demokrasi” laboratuvarı “gözde” olarak sunuluyor.

Demokratik, laik, çağdaş, liberal vs. gibi süslü laflarla toplumlar köleleştiriliyor... Uyutuluyor... Uyutuluyor... Uyutuluyor...

Demokrasi... Kuru kalabalığın, her türlü köleliği kendisine reva gördüğü sistem...  Egemenliğin cehalete teslimi... Efendiler tarafından ayaklarına vurulan prangaları, kendi elleriyle kafalarına vuranların sistemidir.

Hiçbir akıl sahibi, kaynağı Allah’a itaate dayanmayan çoğunluğun, her zaman hak üzere olacağını söyleyemez. Allah (cc): “Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tabi olmaz, yalandan başka söz söylemezler.” (En’an / 116)

“... Hüküm sadece Allah’a aittir. O size kendisinden başkasına itaat etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf / 40)

Selam ve dua ile...

Sümeyye AYAZ