İSTANBUL/AA/PROF. DR. ÖZCAN HIDIR/ANALİZ

Papa Francis’in Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) başkenti Abu Dabi’ye yaptığı üç günlük ziyaret, Körfez’in geleceği açısından önemli olduğu kadar, sembolleri ve muhtemel teo-politik amaçları ve mesajlarıyla da bilhassa dikkat çekici oldu. Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed’in 2016 yılındaki Vatikan ziyaretinde yaptığı davet üzerine gerçekleştiği anlaşılan bu ziyaret, Körfez’e/Arap yarımadasına yapılan ilk Papa ziyareti olması ve BAE’nin ilan ettiği “2019 hoşgörü yılı”na denk düş(ürül)mesiyle de özel önem arz etti.

Ezher Üniversitesi Şeyhi (Başkanı) Ahmed et-Tayyib’in Papa’yı havaalanında kucaklayarak karşılaması, ziyareti esnasında hemen hiç yalnız bırakmaması, beraberce ‘insanî kardeşlik zaptını’ imzalamaları, Şeyh Zayed camiinde farklı dinlerden sayıları 700’ü bulan dinî liderin katıldığı “dinler arası diyalog” toplantısına katılmaları ve Papa’nın Zayed stadyumunda 120 binin üzerinde Hristiyan’a ayin yaptırması ise ziyaretin özellikle dikkat çeken yönleri oldu. Bütün bu yönleriyle ziyaret, sıradan bir siyasi, diplomatik ziyaret olmanın ötesinde, BAE’nin Ortadoğu’daki muhtemel teo-politik rolü bakımından öne çıktı ya da çıkarıldı.

Bu vesileyle şunu ifade etmek gerekir ki, Papa’nın bir İslâm ülkesini ziyareti anormal bir durum değil. Nitekim gerek şimdiki gerekse bir önceki papa Türkiye’yi de ziyaret etmişti. 2017’de Mısır’a “dinler arası diyalog” temalı bir ziyaret yaptığı da biliniyor. Gelecekte Papa’nın Riyad’ı da ziyaret etmesi muhtemeldir. Önemli olan, bu tür ziyaretlerdeki zamanlama, sembolik toplantılar ve “dinler arası diyalog” adına verilen mesajlardır. Papa’nın BAE ziyaretinde bu açılardan dikkat çeken pek çok yön mevcut. Mesela Papa ve Ezher Şeyhi Ahmed et-Tayyip’in ziyaret esnasındaki konuşmalarında bu yönde dikkat çeken noktalar bulunuyor. Dini liderlere yönelik konuşmasında “Tanrı’nın adına işlenen şiddeti şiddetle kınıyorum” diyerek dini liderleri savaşlar karşısında inisiyatif almaya çağıran Papa; Yemen, Suriye, Irak ve Libya’da yaşanan insanlık dramına seyirci kalınmaması ve harekete geçilmesi gerektiğini söylerken, Ezher Şeyhi Ahmed et-Tayyib ise mahcubiyeti her halinden okunan konuşmasında, soyut, ucu açık ifadelerle Müslümanların Batı ülkelerindeki yanlış imajına değinerek Ortadoğu’daki Müslümanları yerel Hristiyan toplulukları kucaklamaya çağırdı. Bu iki konuşmadan Papa’nın Müslüman coğrafyadaki savaşlara ve insani drama işaret eden konuşmasının, Müslümanları daha fazla tatmin ettiğini belirtmek gerekir.

“İnsan Kardeşliği” zaptı

Öte yandan Papa’nın ziyaret günlerine denk getirilerek, “Müslüman Hükemâ Konseyi” tarafından, kardeşliğin ilkeleri, insan kardeşliğini sağlamak için ortak sorumluluk ve bununla ilgili zorluk ve fırsatlar etrafında dönen temel konuları ele alan üç oturumlu iki günlük bir konferans da düzenlendi. On iki ayrı dine/mezhebe mensup 700 civarında katılımcının yer aldığı konferans günlerinde, Papa Ezher Şeyhi ile “İnsan kardeşliği zaptı” (Human Fraternity Document) adı verilen bir belge imzaladı. İnsan kardeşliği zaptı adını alsa da, aslında belge daha ziyade “Hıristiyanlık ve İslâm arasında karşılıklı anlaşma, dayanışma ve hoşgörü mutabakatı” hüviyetindeydi. Metne Hıristiyanlar adına Papa imza atarken, Müslümanlar adına Ezher Şeyhi Ahmed et-Tayyib’in imza atması özellikle dikkat çekicidir. Dolayısıyla, anlaşma görünürde sembolik gibi dursa ve iki devlet arasında değilmiş izlenimi verse de, Ezher Şeyhi’nin orada yaptığı, BAE veya daha geniş anlamda Körfez (BAE, Suudi Arabistan ve Bahreyn) ve Mısır’ın dinî otoriteleri adına imza atmak olmuştur. Böylece Körfez ülkeleri Ezher Şeyhi’ni kendi müftülerinin üstünde bir dini otorite olarak gördüklerini kabul etmiş oluyorlar.

Toplantının ismi “insan kardeşliği” olsa da, somut anlamda farklı coğrafyalardaki mülteci/göçmen krizlerinin, Akdeniz’de neredeyse göz önünde yaşanan göçmen krizinin, Suriye, Yemen, Arakan ve Filistin’deki insanlık dramının gündeme getirilmemesi özellikle not edilmiştir. Dolayısıyla, “insan kardeşliği” toplantısında ortaya konulan genel sözlerin, retorikten öteye geçemeyeceği ortadadır. Bununla birlikte, ziyaret öncesinde ve esnasında Papa’nın yaptığı açıklamalara, “Yemen’deki insanî krizi büyük endişeyle izliyorum” açıklaması başta olmak üzere Yemen, Suriye, Irak ve Libya’da yaşanan insanlık dramlarına seyirci kalınmaması gerektiği yönündeki açıklamalarına işaret etmek gerekir. Buna karşılık Ezher Şeyhi Ahmed et-Tayyib, Muhammed bin Zayed ve Dışişleri Bakanı Enver Gargaş ise bu tür insanî zulüm ve dramlardan söz etmek yerine, BAE’nin ve Papa ziyaretinin “dinler arası diyalog” açısından rolüne vurgu yapmışlardır.

BAE’nin rolüne dair tartışmalar

Öte yandan, Papa’nın ziyaretine büyük anlam yüklenip yüklenmeyeceği de tartışılabilir. Bu meseleye iki açıdan bakılabilir: Birinci bakışa göre, (daha önce Türkiye’yi de ziyaret etmiş olan) Papa’nın ziyareti normal bir devlet ziyareti olarak görülebilir. Zira Papa aynı zamanda Vatikan devletinin başkanıdır. İkinci yaklaşıma göre, Papa’nın ziyaretinin tam da ABD-İsrail ekseninde Ortadoğu’da yeni bloklaşmanın alabildiğine öne çıktığı, Muhammed bin Zayed-Muhammed bin Selman tarafından “ılımlı İslâm”ın ilan edilip buna dair dinî, siyasî ve sosyo-kültürel politikaların alabildiğine devreye sokulduğu ve hepsinden önemlisi “seküler muhafazakârlık” politikası doğrultusunda hızlı değişimlerin yaşandığı zaman diliminde, üstelik de bu politikaların merkezi olan BAE’de gerçekleşmesi, perde gerisinde başka bir üst teo-politik projeksiyon olduğu izlenimi veriyor.

Bu meyanda, Papa’nın ziyaretinin Körfez ülkelerinde “kilise açılmasını” kolaylaştırmanın ötesinde teo-politik amaçlara sahip olduğu, BAE’nin başarılı olmuş (yani devletleşmiş) FETÖ benzeri bir proje olarak önümüzdeki süreçte biraz daha öne çıkıp öncü rol oynayacağı, 2017 sonunda Muhammed bin Selman tarafından ilan edilen “ılımlı İslâm” projesinin somut adımlarla desteklenmiş yeni bir sürümüyle (“ılımlı İslâm 2.0”) karşı karşıya olduğumuz yönünde bazı değerlendirmelerin yapıldığı da belirtilmelidir.

“Müslüman Hükemâ Konseyi”

Papa’nın ziyareti esnasındaki iki günlük toplantıyı düzenleyen BAE-merkezli “Müslüman Hükemâ Konseyi” (Muslim Council of Elders) ile Suudi Arabistan merkezli “Râbıta” özellikle dikkat çekti. Uzun yıllardır etkin bir âlimler konseyine sahip olamamanın eksikliğini de yaşayan BAE, 2014 yılında Ezher Şeyhi Ahmed et-Tayyib başkanlığında, farklı İslâm ülkelerinin önde gelen ilim adamlarının da katılımıyla “Müslüman Hükemâ Konseyini” kurmuş ve konsey bu minvalde bazı toplantıları daha önce de düzenlemişti. Konsey, Dünya Kiliseler Birliği ve İngiliz Anglikan Kilisesi başta olmak üzere, dünyadaki belli başlı dinî kurumlarla anlaşmalar da imzalamış, Vatikan’da Papa’yı da ziyaret etmişti. Bu kurumun, Yûsuf el-Karadavî’nin yön verdiği Katar merkezli “Dünya Âlimler Birliğine” alternatif olarak kurulduğu yönünde değerlendirmeler de yok değil.

Diğer yandan, geçmişte İslâm dünyasında ve dünyada itibarlı bir dinî kurum olan Ezher’in ve şeyhinin dinî otoritesinin artık zayıfladığı ve bu misyonun daha ziyade BAE’ne taşındığı, “Müslüman Hükema Konseyi” başkanlığı ve Papa ziyaretindeki misyonuyla Ahmed et-Tayyib’e “dinler arası diyalog” projesinde yeni bir rol verildiği de düşünülebilir. Nitekim 2017’de Papa Francis’in “dinler arası diyalog” temasıyla Mısır’ı ziyaret ederek Ahmet et-Tayyib ile bu meyanda toplantı yaptığı da biliniyor.

Kuruluşu çok eskilere dayanan Râbıta ise zaten yıllardır bu tür toplantıları Suudi Arabistan içinde ve dışında düzenliyor. Mesela Râbıta’nın, biri Muhammed bin Selman tarafından “ılımlı İslâm’a dönüyoruz” açıklamasının yapıldığı Ekim 2017’nin hemen öncesinde, diğeri ise 2018 Eylül’ünde olmak üzere benzer iki büyük toplantıyı New York’ta düzenlediği biliniyor. Bu dönemde Râbıta Başkanı Muhammed el-Îsâ’nın Vatikan’a yaptığı ziyaretler de takip edenlerin malumu.

Neden BAE?

200 farklı etnisiteden insanın yaşadığı BAE’de nüfusun yaklaşık yüzde 90’ının yabancılardan ve neredeyse yüzde 30’unun ise (çoğunluğu Hıristiyanlar olmak üzere) gayrimüslimlerden oluştuğu biliniyor. Halen (diğer dinlere ait mabetlerin yanı sıra) 76 kilisenin bulunduğu BAE’de ilk kilisenin 1965’te Abu Dabi’de açıldığı biliniyor. Bu ziyaret sırasında Papa’nın, Arap yarımadasındaki farklı kiliselerden gelen 120 binden fazla Katolik’e Zayed stadyumunda ayin yaptırması da ziyaretin dikkat çeken bir diğer yönü oldu. BAE’de bir ana caddenin her iki kenarındaki Katolik, Protestan, Ortodoks ve Anglikan kiliseleriyle bir sinagogun yan yana fotoğrafları sosyal medyaya yansımıştı. Muhammed bin Zayed’in bu ziyaret anısına Abu Dabi’de bir “İbrahimî Aile/Dinler Evi” inşa etme talimatı verdiği de söyleniyor.

Her şeyden önce ziyaret, Güney Arap Yarımadası Başpiskoposu Paul Hinder’in “Papa’nın bu ziyareti için daha iyi bir zamanlama olmazdı” sözünden de anlaşıldığı üzere, zamanlama açısından dikkat çekiciydi. Zira Ortadoğu’da bir yandan özellikle BAE-Suudi Arabistan’ın (MBS-MBZ) başını çektiği ABD ve İsrail’in yön verdiği politik bloklaşma yaşanırken, diğer yandan da bunun dini ayağı olarak teolojik/teo-politik temelli “ılımlı İslâm/seküler muhafazakârlık” modelinde de yeni bir anlayış oluşturuluyor. Bu modelde, özellikle Yahudilere ve Hıristiyanlara ve Batı’ya yönelik bakışın ılımlılaştırılması öne çıkarken, başta İhvan olmak üzere “radikal” olarak niteledikleri Müslüman âlim, mütefekkir ve gruplara yönelik sertleşme/dışlama politikası görülüyor. Papa’nın ziyareti, sembolik mesajları bir yana, esasen bu yeni “ılımlı İslâm” anlayışının yapıtaşlarını oluşturması bakımından önemlidir.

Ziyarette ortaya konulan “insan kardeşliği” nosyonuyla neyin kastedildiği, içinin nasıl doldurulacağı, hangi ilkeler-ülkeler etrafında şekilleneceği ve hepsinden önemlisi (bir “Vatikan projesi” olduğu her açıdan deşifre olmuş) “dinler arası diyalog” projesinin yeniden diriltilmesi anlamına gelip gelmediği, şayet öyleyse İslâm, Müslümanlar ve İslâm dünyasını yakından ilgilendiren ne tür somut teo-politik adımlarla ilerleyeceği zamanla netleşecektir. Bekleyip göreceğiz.

[Prof. Dr. Özcan Hıdır İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi öğretim üyesidir]