Ahmet Yılmaz / Araştırma

Selahaddin-i Eyyübî’nin Zengilerle ilişkisi, hep gündemde olmuş; bu ilişki kimi yazarlarca abartılmış, Selahaddin Hazretleri, neredeyse bir köle asker(memluk) gibi anlatılmıştır. Tarihi bilgiler, buna zıt yöndedir.

Eyyübî ailesiyle Zengiler arasında güçlü bir ortaklık; Nureddin Zengi ve Selahaddin Hazretleri arasında da güzel bir bağ vardır. Bugün merak edilen bu bağın bir cemaat bağı olup olmadığıdır.

ZENGİ DEVLETİ, ÜMMET DEVLETİYDİ

Zengi devleti, İmaddeddin Zengi tarafından Kürtlerin yaşadığı coğrafyada kurulan bir Selçuklu devletidir. Zengilerde Atabeg konumundaki emir Selçuklu Türkü, diğer yardımcı emirler de onun aile mensuplarıydı. Ancak askerî komutanlıklar ve bürokrasi neredeyse tamamen Kürt emir ve Kadı Kemaleddin Şehrezuri gibi bürokratların elindeydi. Ordu komutanı ve büyük şehir Halep’te yetki sahibi Selahaddin’in amcası Şirkûh; son başkent Dımaşk (Şam) valisi Selahaddin’in babası Necmeddin Eyyüb’dür. Bir ümmet devleti kuran Zengiler, Şam’ı Eyyübilerin desteğiyle almışlar; Dımaşk yerel yönetimi de Nureddin Zengi’den önce Emir Mücahidüddin lakaplı Nizar b. Mamin el-Kürdî’ye aitti. (1) Bu büyük emir, Dımaşk’ta hayırlı hizmetler yapmış ve medrese inşa etmiştir.

Kemaleddin Şehrezuri ise Zengilerin adeta başbakanı ve Abbasiler nezdindeki elçisidir. Zengi devleti, Eyyübîler için adeta bir okul görevi görmüştür. Eyyübîlerin pek çok kurumu burada şekillenmiş. Selahaddin, o kurumları alıp ileri götürmüştür.

Zengilerin en büyük başarısı, şüphesiz Urfa’nın Haçlılardan kurtarılmasıdır. İmadeddin Zengî döneminde gerçekleşen bu fetih, Kudüs’ün fethi için bir anahtar olarak görülmüştür.

NUREDDİN’LE SELAHADDİN ARASINDA CEMAAT BAĞI VAR MIDIR?

Nureddin Zengi’nin babası İmaddedin Zengi, büyük bir insandır; Eyyübî’leri yanına alarak Haçlılarla mücadele etti. Ancak Zengilerin büyük lideri Nureddin’dir. Nureddin, Zengiler içinde tekil bir şahsiyettir. Kardeşleri, kendisiyle aynı ideallere sahip değiller. Örneğin, Nureddin vefat ettiğinde Musul’daki kardeşi Seyfeddin Gazi, davul zurnayla, adeta “hürriyet” ilan etti; içkiyi, fuhşu serbest bıraktı.

Oysa Nureddin, mücahid bir emir olmanın yanında “Geceleyin çok namaz kılardı, güzel tesbih ve zikirleri vardı. Hanefi fıkhını bilirdi fakat asla mezhep taassubu yoktu. Hadis tahsil etti ve Allah rızası için hadis okuttu… Suriye, el-Cezire ve Musul’da mükis ve öşrü tamamen kaldırdı. Şeriata hürmet eder ve onun hükümlerine göre hareket ederdi… Ülkenin her yerinde sûfiler için hankahlar inşa ettirdi. Hepsine vakıflar tahsis ettirdi… Nureddin, seher vaktinde kalede gece namazı kılmak isteyenleri uykudan uyandırmak için tabılhane çalınmasını emretti.” (2)

Acaba Nureddin, Selahaddin Hazretlerinde de görülen bu faziletleri kimden öğrenmişti? Bu konuda İbn-i Kesir bizlere çok ilginç bir bilgi vermektedir: Nureddin’in Musullu Şeyh Ömer Molla ile ilişkisi…

“Bütün bunları da salih ve âbid bir zat olan Şeyh Ömer’in tavsiyesi üzerine yapmıştı. Şeyh Ömer Molla’nın orada (Musul’da) ziyaret edilen bir tekkesi vardı. Her sene mevlid kandilinde davette bulunurdu. Melikler, emirler, alimler, vezirler davetine gelir ve orada büyük bir ihtifal düzenlenirdi. Melik Nureddin, onun arkadaşıydı. İşlerinde ona danışırdı. Musul’da ikamet ettiği süre zarfında yaptığı bütün hayırlar için o tavsiyede bulunmuştu. (3)”

Meselenin garip yanı gerek Nureddin gerek Selahaddin Hazretlerinin etraflarındaki alimlerden İslam için mücadele ve şeriata bağlılık konusunda daha hassas olmalarıdır. Önceki bölümde Kadı Fadıl’la Selahaddin arasındaki “deniz” sohbetini vermiştik. Nureddin’le ilgili şu olay da çok ibret vericidir:

“Musul’da bulunan Şeyh Ömer Molla, ona bir mektup yazmıştı. Kendisi oradaki yöneticilere ve emirlere, Şeyh Ömer Molla’ya danışmaksızın herhangi bir hususta karar vermemelerini, onun kendilerine verdiği emre uymalarını emretmişti. Şeyh Ömer Molla, salih ve zahid kimselerdendi. Melik Nureddin, her sene Ramazan ayında ondan iftarlık şeyleri ödünç alırdı. Şeyh Ömer Molla da ona ekmek kırıntıları ve yufka gönderir, Melik Nureddin de bütün Ramazan boyunca bu ekmek kırıntıları ve yufkalarla iftar ederdi. İşte sözünü ettiğimiz Şeyh Ömer Molla ona şöyle bir mektup yazmıştı:

‘Fesatçılar çoğaldılar. Her tarafta bozgun yapıyorlar. Bunları cezalandırmak gerekiyor. Bunun üstesinden ancak öldürmek, asmak ve şiddetli dayakla gelinebilir. Çölde yakalanan bir adam, kendi lehine şahidlik yapacak birini nereden getirebilir?”

Melik Nureddin de bu mektubun arkasına şöyle bir cevap yazıp göndermişti:

“Cenâb-ı Allah, mahlukatı yarattı. Onlar için bir Şeriat koydu. O, yaratıkları için en yararlı olan şeyi bilir. Eğer Şeriate insanların yararına olacak bir ilave yapmak gerektiğini bilseydi, bunu mutlaka yapardı. Şu halde Cenâb-ı Allah’ın koyduğu Şeriate ilave yapmaya ihtiyacımız yoktur. Kim herhangi bir ilave yapacak olursa Şeriatın eksik olduğunu iddia etmiş olur ki, bu da Allah’a ve O’nun koymuş olduğu Şeriate karşı cüretkârlık sayılır. Karanlıktaki akıllar doğru yolu bulamazlar. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah bizi de seni de dosdoğru yola iletsin.(4)”

İşte Nureddin’in Şeriat anlayışı…Asr-ı Saadet anlayışına birebir uygun. Burada Nureddin Hazretleriyle Şeyh Ömer Molla arasındaki sofiyane cemaat bağı açıktır. Ancak, Selahaddin Hazretleriyle Şeyh Ömer Molla arasında böyle bir bağ tespit edebilmiş değiliz. Doğrusunu Allah (cc) bilir ama öyle görünüyor ki Nureddin, Şeyh Ömer Molla’ya; Selahaddin de Nureddin’e bağlıdır.

ONLAR NAMAZ EHLİ VE PEYGAMBER SEVDALISIYDILAR

Selahaddin ve Nureddin’in İslamî anlayışı ana hatlarıyla şöyledir:

1. Şeriata açıkça bağlılar.

2. Hıristiyanlarla cihadı amaç edinmişler.

3. Kesinlikle sofidirler. Katip İmad, Selahaddin Hazretleri hakkında onun sofiyane bir zühd içinde olduğunu kayda geçer. Ama dahası Selahaddin Hazretleri hem Mısır hem Şam’da tasavvuf dergahı (hankah) açmıştır. (Babası ve amcasının bu yönünü önceki bölümde anlatmıştık.)

4. Sofilik anlayışları Nizamiye Medreseleri alimleri ve İmam Gazalî’nin “İhya” anlayışıyla şekillenmiştir. Bu anlayışta Şeriat, her şeyin üstündedir. Şeriata aykırı davranışta bulunanın sofiliği, şeyhliği, kerameti anlamsızdır.

5. Cemaatle namaza ve hadise çok düşkündürler. Selahaddin Hazretleri, ömrünün son demlerinde bile cemaatle namaz kıldı. Ayrıca her tek başına kaldığında hadis okurdu, devlet işi bittiğinde arkadaşlarına “Haydi bir hadis sohbeti yapalım” derdi. Hadis okurken Resulullah’a olan sevgisinden ağlardı. (Sallabî, İbn-i Şeddad’dan alıntı)

6. Ümmetten yanadırlar. Atamalarında belirgin bir kavim farkı kesinlikle yoktur. (5)

7. Hıristiyanlara karşı cihad anlayışlarını ve Hıristiyanlarla işbirliği yapan Müslümanlara karşı tutumlarını İmam Gazalî’nin Murabıtlar Devleti Emiri Yusuf Tafşin’e fetva niteliğinde gönderdiği mektuptaki şu ayrıntı belirlemiş gibi: “Hıristiyanlarla ve onların dostlarıyla anlaşma yapan kişilerle savaşmak vaciptir.”

8. Kendi topraklarındaki Gayrimüslimlere karşı, İslam`ın emrettiği üzere, "Dinlerini yaşama hürriyeti"ni tanımakta çok titiz davranmışlardır.

Aynı mektup hilafetle ilişkiyi de belirliyor:

Buna göre, Abbasî halifesine bağlı kalınacak, Halifenin emirname gönderdiği emirlere itaat edilecek. Ancak halife, emirname konusunda görevini yapmazsa emir kendiliğinden harekete geçecek, adaletle hükmedecek ve Halife adına hutbe okutacak. Bu durumda halk, emire itaat etmeli, “Halife de o kişiye yetki vermekten geri duramaz.(6)”

Bağımsızlığa yaklaşan bir özerkliği meşrulaştıran ve Abbasî halifelerini “simgesel” bir konuma düşüren ama Bağdat’ı İslam için bir buluşma noktası olmaktan da çıkarmayan bu fetva Nureddin ve Selahaddin Hazretlerine geniş bir hareket alanı açmış olmalıdır.

Nureddin’le Selahaddin arasındaki en önemli fark, Nureddin’in Hanefi; Selahaddin’in Şafii olmasıdır. Her ikisi de kendi çağlarındaki özellikle Horasan bölgesinde Şafii alimleri katletmekle neticelenen mezhep çatışmalarına rağmen mezhep taassubundan uzaktırlar. Şafii mezhebinin “İmam ancak adil olursa ona itaat edilir, Allah’ın hükmüne aykırı hükümlerde ona itaat edilmez. (Hayrettin Karaman, Osmanlılarda Mezhep)” yönündeki hükmü Selahaddin Hazretlerinin Abbasî Halifeliğiyle problemini çözmesinde çok etkili olmuştur. Çünkü o dönemde özellikle saraylarla bütünleşen alimler “her halükarda itaat gibi” bugünkü Avrupai terimle neredeyse bir kral tapıcılığı geliştirmişlerdir. Selahaddin, İmam Gazalî çizgisine değil de o alimlere bağlansaydı yoluna devam edemezdi. (Nedenini sonraki bölümlerde göreceğiz.)

Neticede şöyle bir fikir geliştirmek mümkündür:

Doğrusunu Allah bilir ama Nizamiye Medreselerinde İmam Gazalî anlayışı üzerine yetişen alim ve şeyhler bir cemaat oluşturmuşlar ancak bu cemaate kendileri emir olacaklarına emirliğe hem asabiyesi hem yeteneği bakımından daha yatkın olan Nureddin Zengi ve Selahaddin-i Eyyübî Hazretlerinin etrafında buluşmuşlar. Bu tez yerindeyse, şöyle diyebiliriz: İlmiye (alimler) ve Kalemiye (yine alimlerden oluşan bürokratlar) sınıfı; seyfiyye (kılıç ehli, asker) sınıfından emirlerin etrafında toplanmayı maslahata uygun bulmuş. Emirin takvalı olmasını önemsemiş ancak emir olmayı “alim” sınıfından olma şartına bağlamamış. Böyle sınıfsal bir yapı geliştirmemiş.

Bu anlayışın Mısır’da İmam Hasan El Benna Hazretleri etrafında buluşmaya benzeyen pek çok yanı vardır. İmam, bir öğretmendir, ilmiye sınıfından değildir ama Müslümanlara emir olmuştur. Emir olmayla “en alim olma”yı birbirinden ayıran ve kaynağını Hülefa-i Raşidin’in seçiminden alan bu anlayış, bugün başta HAMAS olmak üzere Ihvan-ı Müslimin geleneğine yakın bütün İslamî cemaatlerin usulü haline gelmiştir.

SÜHREVERDÎ’NİN KATLÎ

Selahaddin dönemindeki en acı olay, İmam Yahya b. Habeş b. Emirek Sühreverdî’nin katlidir.

Bir Müslümanın günahını üzerinden kaldırma yetkisini kendimizde görmekten ve Peygamberler dışında hükmen masum insanların bulunduğuna inanmaktan Allah’a sığınırız. Ancak, bu olay anlatılmadan Selahaddin Hazretlerinin İslamî anlayışını anlamak da mümkün değildir.

İmam Sühreverdi, büyük bir Kürd alimidir, riyazet ehlidir. Halep’e uğramış, orada Selahaddin’in oğlu Melik Zahir’e bir nevi danışman olmuş ancak Halep ulemasının fetvasıyla Selahaddin tarafından ölüm cezasına çarpıtılmıştır. Selahaddin’in kişiliğine aykırı ve pişmanlığına yol açan bu kararın nedeni olarak genellikle onun ulemaya boyun eğmek zorunda kalması gösterilir. Oysa olayın başka yanları da vardır:

Haçlı tarikatların Templier(Tapınak Şövalyeleri) ve Hospitalier (Malta Şövalyeleri) adı altında Hıristiyanların en savaşçı gücünü oluşturduğu o dönemde Müslümanlar arasında İran menşeli ve eski Yunan kültürü etkisinde bir felsefi tasavvuf yaygınlaşıyordu. Sühreverdî, o anlayışın önemli temsilcilerindendi. O,

- Eski Yunan’dan Eflatun’un fikirlerini araştırmış.

- Çok az yiyerek geçinen, yoksul görünmeyi seven bir zühd ehliydi.

Selahaddin’in tam da karşı olduğu tasavvuf anlayışı buydu. Selahaddin, o tür sofileri cihada katmak için onlara esir teslim etmiş ve o esirleri kendi elleriyle öldürmelerini emretmiştir ancak onlardan bazıları bu işi bilmediklerinden gizlice adam tutup bunu yapmışlardır. (7)Selahaddin, Sühreverdi’nin bu fikirleri oğlu Melik Zahir üzerinden yaymasından ve Müslümanların nakli ilimlerle ve cihadla meşgul olmaktansa bu tür pasifleştirici bir anlayışa sürüklenmelerinden korkmuş olmalıdır.

“Nureddîn ve Selahaddîn, daha ziyade selefe uygun tarzdaki İslamiyet’i benimsedikleri için felsefeye, kelama, mantığa, felsefî tasavvufa, çeşitli maddeleri altına çevirmekle uğraşan simyâya iyi gözle bakmazlardı.” “Selahaddîn Eyyûbî’nin babasının, Nureddin’in ve Selahaddin’in zühdî tasavvufu himayelerinin de tesiriyle, bu devirde tasavvuf büyük gelişme gösterdi, halk arasında yayıldı. İran ve Endülüs’ten gelen felsefî tasavvuf ise fakihler ve hadisçilerin tepkisiyle karşılaşıyordu.(8)”

Anlaşılacağı üzere Selahaddin Hazretleri, zuhdün cihadın gıdası olmasını istemiştir. Onun bu anlayışı Hindistan’da önce İmam Rabbanî önderliğinde Ekber Şah’a sonra, İngilizlere karşı mücadeleye şekil vermiş, “devrimci sufilik” denen bir anlayış oluşturmuş; 19. yüzyıldan 20. yüzyılın başına kadar ise Şeyh Halid-i Bağdadî’nin öncülüğünde Hıristiyan işgaline ve Batılılaşmaya karşı mücadelenin esası haline gelmiştir. Tasavvufu Şeriata bağlamakta ve “cihad ehli sofiler yetiştirmekte” Şeyh Halid adeta Selahaddin Hazretlerinin bir tabisi veya Selahaddin Hazretleri Şeyh Halid’in bir müridi gibidir.

Selahaddin’in karşılaştığı zorluklar… Haftaya İnşaallah

 

Kaynaklar ve notlar:

1. İbn-i Kesir,

2. İbn-i Esir ve İbn-i Kesir, Hicri 569 yılı olayları

3. İbn-i Kesir, Hicri 569 yılı olayları

4. İbn-i Kesir, Hicri 569 yılı olayları

5. Ne yazık ki Eyyübiler son dönemlerinde Kürtlüklerini ve Şafii yanlarını taassuba götürme meyli göstermişler ve bu da yıkılmalarında etkili olmuştur.

6. M. A. Sallâbî, Murabıtlar Devleti, s. 162 7. Sallabî, Eyyübi Devleti; M.C.Lyons ve D.E.P. Jackson, Salahaddin 8. Rıfat Okudan, İşrak Filozofu Sühreverdî Maktûl ve Eserlerindeki Üslup ve Belağat