Rabbimiz emrediyor:

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin!”(Ahzab: 70)

Hz. Resulullah aleyhi`s-salatu ve`s-selam buyuruyor:

“Doğruya yapışınız! Muhakkak ki doğruluk iyiliğe götürür, muhakkak ki iyilik de cennete götürür. Kişi doğruya devam eder, doğrulukta ısrar eder. Nihayet Allah katında “sıddık” diye yazılır. Yalandan sakınınız! Muhakkak ki yalan, günaha götürür; muhakkak ki günah da ateşe götürür. Kişi, yalana devam eder, yalanda ısrar eder. Nihayet Allah katında “kezzab” diye yazılır.”(Buhari, Müslim)

Mü`min emin kişidir; iman tasdiktir(doğrulamadır). Mü`min olmak doğrulardan olmaktır, doğrunun yanında yer almaktır.

Yalancılık felakettir, Rabbimiz, yalanı putlara tapma ile birlikte anıyor.

“… O halde murdar putlardan uzak durun, yalan sözden de kaçının!” (Hac: 30)

Yalan söylemek, mü`min kârı değildir; münafığın niteliğidir. Hz. Resulullah aleyhi`s-salatu ve`s-selam buyuruyor:

“Her kimde dört nitelik birlikte bulunursa o tam münafıktır. Kimde de o özelliklerden biri bulunursa onda nifaktan bir özellik vardır: kendisine güvenildiğinde ihanet eder, konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünden döner, husumet ettiğinde azgınlaşır.”(Buhari, Müslim)

Yalan, tatlı bir oyun gibidir. Aldatmak, aldatabilmek, başkalarının aldandığını görmek yalancıya açık veya gizli bir keyif verir. Yalanının fark edilmediğini düşündükçe yeni yalanlar uydurur ve başlangıçta “zararsız” yalanlar uyduran biri iken zamanla her konuda yalan söyleyen biri olma noktasına sürüklenir. Mesleğine “küçük yalanlar”la başlayan o kişi, gün olur, hadis-i şerifte belirtilen “kezzab”lardan olur; Allah (cc) muhafaza, yüce kayıtlarda “çokça yalan söyleyen” diye kayıt altına alınır. Hangi mü`min Hesap Günü’nde kendisini o kayıt altında görmek ister ki? Hangi mü`min “Ey sadık kişi, ey sıddık kişi!” diye çağrılmak yerine “Ey Kezzab (ey çokça yalan söyleyen)” diye çağrılmak ister?

Zalimlerin en büyük zulümlerinden biri mazlumu yalan söylemek durumunda bırakmaktır; onu yalan söylemeye alıştırmaktır. Bu, mazlumu kendi kendisiyle çeliştirmektir; mazlum, doğruya çağıran biriyken onu doğruya karşı konumlandırmaktır.

Mazlum başlangıçta yalanın kendisi için bir kalkan olduğunu düşünür; onun arkasına sığınır. Oysa yalan, zamanla, onun ucunu kendisine çevirdiği bir mızrağa dönüşür, onun kişiliğini katleder, ahlakını, imanını kanatır.

Mazlum, yalana alıştıkça hem kendisi, kendisine güvenmez hem toplum ona güvenmez. Artık konuşurken sesi eskisi kadar güçlü değildir. Söyleyişinde yalan söyleme mahcubiyetinin titreyişi vardır. Toplum da onun “basit” de olsa bir yalanını tespit ettiğinde ona eskisi gibi güveniyor değildir. Toplumun güvensizliği onu olur olmaz yemin etmeye götürür. Başlangıçta “küçük yalanlar” söyleyen biriyken artık yalan yere yemin edecek kadar batmış biridir.

Zalimin, kendisine karşı mücadele eden bir mazlum için dileyeceği vaziyet bu batma vaziyetinden başka ne olabilir? Onun derdi mazlumun “etkisiz hale getirilmesi” değil midir? Mazlumun mızrağının mazlumun kendisine saplandığını görmekten, bir zalimi daha çok ne keyiflendirebilir.

Modern dilde buna “kendi kendisini tüketme” diyorlar ve modern zamanda “kendisini kendisine tükettirmek” zulmün en etkili araçlarından biridir.

Ruhsatların suiistimali yoluyla işlenen haramlar, İslam’a çoğu zaman açık haramlardan daha çok zarar verir. Ruhsat, bir araçtır, yalan söyleme ruhsatı, düşman aldatmak aracıdır. Ancak bu ruhsat suiistimal edildiğinde mazlumun kendisini aldattığı, kardeşlerini aldattığı bir araca dönüşür.

Kişi, önce zalimler karşısında zorunluluk hissettiği için yalan söyler. Bu, bir ruhsattır. Ancak nefis, ruhsatları suiistimal etmeye yatkındır. Ruhsatın dar yolunu gittikçe genişletir, haramla ruhsat arasındaki ince perdeyi yırtar, harama dalar. Başta Allah (cc) için yalan söyleyen, zamanla kendisi için yalan söylemeye başlar. Başta davası için yalan söyleyen, zamanla keyfi için, ticareti için yalan söyler.

Artık kişi, her nerede zorlansa, doğrunun yükünü taşımaktansa, doğruyu bulup ilan etmenin zorluğuna katlanmaktansa yalanın aldatıcı hafifliğine sığınır, yalanın aldatıcı kolaycılığına kaçar.

Yalan, “sorumsuzluk” yarası üzerine sarılan zehirli bir sargıdır. Kişi, kardeşine karşı sorumluluğunu yerine getirmektense onun sorumsuzluk karşısındaki tepkisini yalanlarla dindirmeye, o tepkiden yalanlarla kurtulmaya çalışır. Yalan söylemek, sorumluluğunu yerine getirmekten onun için daha kolaydır. Bunun için yalancılar, sorumsuz ve tembeldir.

Başta bunu gizlerken, utanarak, yüzü kızararak yaparken zamanla “küçük yalanlarını” çevresiyle paylaşır. Kendisiyle çevresi arasındaki güven ortadan kalkar. Artık konuşurken çevresi onu istihza ile dinler, onun doğrularını da sorgular, onun davasına sadakatini de sorgular.

“Yalancı bir İslam toplumu…” Böyle bir şey düşünülebilir mi? Değil elbette… Ama zulüm, böyle bir İslam toplumu hedefliyor.

Yalan, bir felakettir, onun yaygın olduğu yerde kurtuluş uzaktır. Onun tohumunu daha çimlenmeden yakmak gerekir. “Boğaz, dokuz boğumdur.” Mü`min sözünü söylemeden dokuz kez düşünmelidir. Yoksa zulmün yardımcısı olur; zalimin işini kolaylaştıran olur.

Abdulkadir Turan / İnzar Dergisi / Haziran 2012