Emrah Tel / İstanbul

Sıradışı vaatlerden, çılgın projelere kadar her şey var. Ancak halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan ülkede manevi değerleri ile ilgili hiçbir vaadin olmamasına tepki gösteren kanaat önderleri siyasileri samimi olmaya davet etti

Sıra dışı vaatler, hakaret ve küfürlerle başlayan seçim süreci… 2011 seçimlerinde iktidar olmayı garantileyip ikinci ve üçüncü iktidar dönem projelerini açıklayanlar dahi var. Yeni Anayasa, İstanbul’a ikinci boğaz, yeni ultra lüks şehirler, işsizlik sorunu, fakirlere konutlar, askerlik süresinin kısaltılması, anadilde eğitim, üniversite sınavının kaldırılması, özerklik, Kürt sorunu, hatta eşcinsellere Anayasal güvence… Ancak sıralanan vaatler arasında manevi değerlerimizle ilgili hiçbir başlık yok. Daha önce verilen vaatlerin yerine getirilmediğinin altını çizen kanaat önderleri manevi konuların istismar edildiğine dikkat çekerek, siyasi liderlere tavsiyelerde bulundular. Kanaat önderleri siyasi liderlere, “Siyaset; küfür hakaret ve samimiyetsiz vaatler yumağına döndü. Halkın ileriye yönelik hem ümitlerini hem saygılarını tüketiyorlar. Halkın manevi değerlerine saygı göstererek hareket etmeliler” diye seslendi.
 

 

KARAMAN HOCA: SAMİMİ DEĞİLLER
Siyasilerin seçim vaatleri hakkında gazetemize değerlendirmede bulunan Hayrettin Karaman Hoca, seçim dönemlerinde samimiyetin bir tarafa bırakılmasına tepki göstererek “Seçim vaatlerinde manevi değerlerin yer almamasını tercih ederim. Çünkü bu istismar ediliyor. Biri gitse bir yaşlı kadının elini öpse diğeri de gidiyor. Biri gidip bir yoksulu ziyaret etse öbürü de ziyarette bulunuyor. Bunu da taklitle yapıyorlar. Dolayısıyla bu seçim furyasında samimiyet bir tarafta kalıyor. Bütün emel, halkın dikkatini çekip ümit verip oylarını almaktan ibaret oluyor. Böyle bir zamanda verilen sözlerin de hiç değeri olmuyor. Diyelim ki biri ‘Başörtüsü sorununu halledeceğim’ dese, bu halledeceği manasına gelmiyor. Hatta bunun üzerine bunun olmaması adına birtakım tedbirler alınıyor. Ya da tedbirler alınmasına sebep oluyor. O sebeple bu manevi konuların ‘Ben şunu yapacağım, bunu yapacağım’ diye seçim arifesinde gündeme getirilmemesini daha hayırlı görüyorum” dedi.
 
Siyasi liderlerin küfür, tehdit ve tahrik içeren konuşmalarına da tepki gösteren Karaman Hoca, “Seçim hazırlığı yapan siyasi partilere her şeyden önce edepli olmalarını, samimi olmalarını, dürüst olmalarını tavsiye ediyorum. Bazı siyasi liderlerin söylemleri 18 yaşından aşağısı seyredemez diye yazılabilecek şekle gelmiştir. Bu tüyler ürpertici bir olay herkese kötü örnek oluyor. Bu insanlara bir kısım insanlar örnek olarak bakıyor. İlerisi, gerisi yok bunlar yönetecek. Demokrasilerde bu yok ama teorik olarak bir ülkeyi en ehil, yani ahlak, amel bakımından en yetkin insanlar yönetmeli, toplumun başında onlar olmalıdır. En azından teorik olarak öyledir. Demokrasilerde avamı, nâsı kim ikna edebiliyorsa o başa gelir. Gelen kişi de maalesef çok muzaffer olmayabilir. Hiç olmasa siyasiler bunu düşünerek soyundukları hedefi düşünerek söylemlerini ona göre ayarlamalılar. Çok ayıp ediyorlar. Bu küfürleşmeler, bu iftiralar, yalanlar, abartmalar, samimiyetsiz vaatler, hayali vaatler güzel değil. Yeni yetişenlere kötü örnek oluyor. Halkın da ileriye yönelik hem ümitlerini hem saygılarını tüketiyor. Bu bakımdan biraz daha düşünmelerini tavsiye ediyorum” ifadelerini kullandı.
 

ÇINAR: VERİLEN SÖZLER BAKIŞ AÇILARINI YANSITIYOR
Verilen sözlerin kişilerin dünyaya bakış açılarını yansıttığını ifade eden Cemal Çınar Hoca ise, “Verilen sözler Allah’a esasta verilen sözlerin temelinde yatmıyorsa o sözün verilişi de haramla eşdeğerdir. Yani bir Müslüman olarak neye söz verebiliriz, neye veremeyiz öncelikle bunu değerlendirmek lazım. İkincisi verilen sözler insanın dünyaya bakış açısını toplumda yapmak istediğinin diğer bir yüzüdür. Bu dolayısıyla söz veren insanların dünyada kafasını daha çok neye yorduğunu gösteriyor. Maalesef üzülerek söylüyoruz ki şu anda veya önceki seçimlerde verilen sözlere çocuklar dahi gülüyorlar. Bu şekilde basit sözler vermek kişiyi toplum gözünde de basit hale getirir” dedi.
Türkiye halkının büyük çoğunluğunun Müslüman olduğuna dikkat çeken Çınar Hoca, “Yüzyıllardır üzerinde oynanan oyunlara rağmen eğer İslam’ın özünden uzaklaşmamışsak, ahlaki konularda yozlaşmaya gidilse bile İslami temel esaslardan ödün vermiyorsa halkımız Müslüman bir halktır. Bu halka münasebette olan bir kişi, siyasetçi, eğitimci, esnaf, tüccar, kim olursa olsun halkın inançlarını basite almak, gündeme getirmemek kişiyi, hem toplum nazarında hem de Allah katında basitleştirir. Toplumun itikadi, ameli ve ahlaki bazda idarecilerden, topluma yön veren tüm kesimlerden ciddi manada istekleri bulunmaktadır. Ve bu halkın kendi imkânlarıyla zaman zaman bunları dile getirdiğini görüyoruz. Örneğin bir toplu taşıma aracında ailelerin içinde iki gencin gayri ahlaki tavrına karşı, uyarıda bulunan şoförle ilgili soruşturma açılıyor. Oysa toplum, o noktada değil. Toplum, yöneticiler gibi olsaydı şoför de lakayt davranırdı. Yöneticiler, halka destek olacaklarına ters yönde duruyorlar. Eğer şoför, o davranışa sessiz kalsaydı asıl o zaman onun hakkında soruşturma açmak gerekirdi. Nahoş bir duruma bir Müslümanın uygun bir şekilde müdahale etmesinden, uyarıda bulunmasından daha doğal ne olabilir? Burada yöneticilere büyük görevler düşüyor” şeklinde konuştu.
 

İNANÇ GÖZ ARDI EDİLMEMELİ
Halkın da talepleriyle siyasileri yönlendirmesi gerektiğine değinen Çınar Hoca, “Tabi Müslüman halka da çok iş düşüyor. Onlar da aş, iş isteklerinden daha önce itikad, ahlak, iman konularında isteklerde bulunsalar...
İslami noktada toplumun eksiklerini talep etmesi gerekiyor. Biz şu anda vaatlerde bulunan siyasi çevrelerin bu şekilde manevi değerleri göz ardı etmelerinden çok rahatsızlık duyuyoruz. Ahlak, inanç göz ardı edilmemeli, gündem dışı bırakılmamalı. Bir insanın verdiği söze uymaması durumunda o insanın Kur’ân’ın tabiriyle üç sınıf insandan (mümin, kâfir ve münafık) en alçak ve azabı en çetin olan münafıkların sınıfına düştüğünü de bilmesi lazım. Bu sebeple o tür vaatlerde bulunan kişilerin verdikleri vaatleri iyice düşünmeleri lazım. Eğer yarın istediği sonuca ulaşırsa ve o vaatlerini yerine getirmezse hem Allah’ın huzurunda hem de halk nazarında vereceği ağır hesaplar olur” ifadelerini kullandı.


ALLAH’IN DİNİ MAHKUM EDİLEMEZ
Taleplerin en başında ise dini yaşamın önündeki engellerin kaldırılmasına yönelik taleplerin olduğunu belirten Çınar Hoca, “Bu halk her şeyden önce dinini yaşamaya çalışırken kendisini özgür hissetmesi lazım. Yani ben İslam’ı yaşadığım zaman kitap okuduğum, birine sohbet yaptığım ya da birinin sohbetini dinlediğim zaman kendimi rahat hissetmem lazım. Allah’ın dini mahkûm edilemez. İnanç özgürlüğü kapsamında Müslüman bir halkın, azınlıkta olan bir Ermeni’nin özgürlüğü kadar özgür olamayışı düşündürücüdür. Gayrimüslim bir insan kendi düşüncesini bas bas bağırarak söyleyebildiği kadar, bir Müslüman düşüncesini cami kürsüsünde söyleyemiyor. Bir Müslüman olarak yöneticilerin gerek kılık kıyafette gerek kendi düşüncelerini ortaya koymada bir alimin de bir gazeteci kadar özgür olması gerekiyor. Tesettüre riayet eden bir bayanın gerek kamuda gerekse başka alanlarda başı açık biriyle aynı haklara sahip olmaması çok üzücüdür. Açıkçası okullarda, medreselerde, dernek, vakıf toplu taşımalarda özellikle de İstanbul gibi yerlerde bayanların rahatsız olmayacakları bir ortam hazırlandığında, bu noktada ahlaki kurallara riayet edildiği zaman toplumun tamamına sirayet edecek bir açılım yapılmış olur. Bu da ciddi bir girişim olur ve kişi hem toplum nazarında hem de Allah katında takdir gören bir iş yapmış olacaktır. Bu kolayca da yapılabilir ve herkesin de razı olacağı bir uygulama olur. Örneğin kapalı alanlarda sigaranın yasaklanması sigara içenleri dahi memnun etti” dedi.
 

CAMİLERİMİZİ BİZE BIRAKSINLAR
Çınar Hoca sözlerini şöyle sürdürdü: “Bunu da belirtmek gerekiyor ki ülkede Müslümanlara verilecek özgürlüğün temelinde Müslüman halkın imkânlarıyla yapılan camilere devletin müdahale etmemesi var. Bu ne tarihte görülmüş ne de benzeri dünyanın diğer yerlerinde bulunmayan korkunç bir durumdur. Yani kendi arsam üzerinde bina edeceğim bir camiyi bitirdikten sonra götürüp Devlete vakfetme mecburiyetim olacak. Bunun adı vakıf değil gasp etmek olur. Bugün Hıristiyanın kilisesi ve papazına devlet müdahale edemiyorsa, haham ve sinagoguna müdahale edemiyorsa, beşeri ideolojilerin vakıf derneklerine müdahale edemiyorsa bir camiye neden müdahale etsin ki. Kendi yaptırdığı camilere kendi görevlendirdiği imamları tayin etsin. Bu yadırganmaz kim yaparsa yapsın iyidir. Ama bir insan kendi mülkiyetinde olan camilere devletin ipotek koyması dine vurulan en büyük darbe, dini özgürlüklerin kısıtlanmasının başında yer alır.”