Doksanlı yıllarda Avrupa ülkelerini dolaşıyor, sohbetlerde bulunuyordum. Almanya’nın ufak bir şehrini de merkez edinmiştim, vaaz ve konferansa gitmediğim günlerde orada kalıyordum. Telefon rehberinde benim kaldığım bu caminin adı İslam Merkezi olarak geçiyordu. Bir gün bir telefon geldi, bir Alman İslam Dini hakkında bilgi edinmek istiyordu, biz de kabul ettik. Bir hafta sonu Almancası güzel olan bir kardeşimizle birlikte misafirimizi karşıladık. Andras isimli yirmi yaşlarındaki bu gencin sorularını ve merak ettiği şeyleri cevaplandırmağa çalıştık.
 
Anlaşmamıza göre artık bundan sonra müsait olduğu her gün iş çıkışında gelecekti ve öyle yaptı. Yanımda her zaman tercüman bulunmuyordu, çat pat biz de idare ediyorduk. Zaten bu gence durmaksızın İslam’ı anlatmak da istemiyordum, bir Yahudi tüccarı gibi üzerine çullanmayı doğru bulmuyordum. Küçücük mutfağımızda bir şeyler hazırlayıp yiyorduk, çay yapıp içiyorduk. Sözü fazla uzatmayalım, elhamdülllah Andras Müslüman oldu, Ali ismini seçti kendisine, bir Ramazan günü Müslümanlığını cemaatimize ilan etti, oradakiler bayram ettiler, Ali’yi bağrına bastılar.
 
Gelelim işin püf noktasına, benim asıl anlatmak istediğim konuya. Camideki gençler bir gün bu kardeşimizin etrafını sarmışlar, nasıl Müslüman olduğunu, “Mehmet Göktaş seni nasıl ikna etti?” diye soruyorlar.  Ne cevap veriyor biliyor musunuz? İnanın ben de şaşırdım.
 
“Mehmet Hoca bana bulaşık yıkattı, onun için Müslüman oldum.”diyor. Hepimiz şaşırdık kaldık. Düşündüm ben bu adama ne zaman bulaşık yıkattım diye, hem bundan dolayı Müslüman olunur mu diye. Düşündüm ve sonra hatırladım.  Birkaç defa makarna yapmıştım ve Kayseri mantısına benzesin diye yoğurtlu olmuştu. Sos ve yoğurt için bir tek tabak vardı elimizde, yoğurdu hazırlayıp döktükten sonra “şunu hemen yıka da bana ver” diye uzatmıştım bulaşık tabağı. Belki birkaç defa da ben çayı demlerken bardakları yıkamasını istemiştim, hepsi bu kadar.
 
İslam adına anlattığımız şeylerden ziyade mutfakta birlikte geçirdiğimiz zamanlar, aynı tabaktan yememiz ve bulaşıkları yıkayışımız etkilemiş Andras’ı.  Meğer bu insan yalnızlıktan bunalıma girmiş, resmiyetten, soğukluktan ve ilgisizlikten bunalıma girmiş, ufacık bir sıcak ilgi hayatının dönüm noktası olmuş.
 
Bir başka hatıram: Üniversitenin ilk yıllarında, yani ideolojiler adına, İslam adına en heyecanlı ve hararetli tartışmalarla geçen yıllardayız. Gerek davamızın hak oluşundan ve biraz da çenemizin kuvvetli oluşundan, girdiğimiz münazara ve tartışmalardan genellikle galip ayrılıyoruz.
 
Hiç unutmuyorum, bu tartışmalarda beni hayran hayran dinleyen, bana hiç itiraz etmeyen, beni hep onaylayan iki arkadaş vardı, görenler onları benim müridim zannederdi.
 
 Sonunda hiçbir iddiası yokmuş gibi görünen o iki genç beni yanlarına çekivermiş ve beni kendi içlerine almışlardı. Ben de anlayamadım bu işin nasıl olduğunu. Sonradan farkına vardım ki, samimiyet ve sıcaklıktan başka bir şey değil. Konuşan benim, kendisini hayran hayran dinleten benim, galip gelen benim, fakat sonunda onlar beni kuzu kuzu teslim aldılar.
Bir araya geldiğimizde hep beni dinliyorlardı, hep benim sözüm ediliyordu, kendilerinden hiç söz etmiyorlardı, sanki kendileri hiç yokmuş gibilerdi.
 
Allah için insanımıza ilgi gösterelim, onlara önem verelim. Kendisine önem verdiğimizin farkına varsın, onları bir an önce başımızdan salmanın yollarını ve bahanelerini aramayalım.
 
Usanmadan onları dinlemeye çalışalım, velev ki konuştukları çok önemli şeyler olmasa da. Allah için birazcık sabredelim.
Şahsı ve aile efradı hakkında kendisine sorular soralım, öğrenmeye ve hafızamıza almaya çalışalım. Kendisi bir yana, çoluğu çocuğu ve ebeveyni hakkında sorup bilgi edinelim. Yani o kardeşimizi bir defacık olsun gündemimize alalım. Bunun ne anlama geldiğini siz bir de ona sorun.
 
Böyle yapan kişiler hakkında bazen çok güzel şeyler dinlemişimdir:
 
“Allah razı olsun ondan. Benimle o kadar ilgilendi ki, işimi gücümü en ince detayına kadar öğrendi. Çoluğumu çocuğumu isim isim sordu, her birinin ne yaptığını, nerede okuduklarını teker teker öğrendi…”
 
Bahsedilen kişi eğer sizseniz, ne mutlu size. Gördünüz gibi, karşınızdakini fethetmişsiniz.
 
Maddi açıdan kardeşlerinizin derdine derman olamıyorsak, bari hiç olmazsa tebessümümüzü esirgemeyelim onlardan.
Tokalaştığımızda, müsâfaha yaptığımızda elini ilk bırakan biz olmayalım, karşımızdaki bırakıncaya kadar onun ellerini bırakmayalım.
 
Sözü fazla uzatmayalım, Müslüman’a soğukluğun asla yakışmadığını belirtelim vesselam.
 
Mehmed Göktaş / İnzar Dergisi / Haziran 2012