Diyarbakır’ın fethinden söz ederken Hz. Ömer (ra)’den söz etmemek olmaz. Hem Diyarbakır’ın fethi, Hz. Ömer (ra)’in döneminde gerçekleşmiştir. Hem de yöremizde sosyalistler tarafından, Diyarbakır’ın fethi üzerinden Hz. Ömer (ra) aleyhinde baştan sona yalan üzerine bina edilmiş, ağır bir propaganda yürütülüyor
 

Ahmet Yılmaz / Araştırma

27 Mayıs Diyarbakır’ın fetih günüdür. Fethin yıldönümüne üç hafta var. O güne kadar bitmesini umduğumuz bu yazı dizisinde Hz. Ömer ve Diyarbakır’ın fethini işleyeceğiz. Anlatacaklarımız, inşaallah, doğruların duyulmasına vesile olur ve bu etkinliklerin bugünden sonra sadece “Diyarbakır’ın Fethini Kutlama Etkinliği” olarak değil, “Diyarbakır’ın Fethini Kutlama ve Hz. Ömer (ra)’i Anma Etkinliği” olmasını sağlar.


Sosyalist kesimlerin din düşmanlığı beynelminel bir vakadır. Dünyanın her yanında Sosyalistler, Yahudi, Hıristiyan, Budist demeden her dine muhalefet ettiler. Dinle tüm bağları kopmuş bir toplum inşa etmeyi hedeflediler.


Sosyalistlerin bu özelliği, Türkiye’de tabii olarak kendisini İslam düşmanlığı olarak gösterdi. Sosyalist yayınlarda sürekli İslam düşmanlığı yapıldı, Resulullah aleyhine rutin bir faaliyet yürütüldü.


Diyarbakır ve çevresinde sosyalizmin İslam karşıtlığı başka yerlerde görülmeyen bir şekilde ortaya çıktı ve özellikle PKK’nin sosyalist kesimin temsilciliğini üstlendiği son dönemde Hz. Ömer (ra) düşmanlığı olarak kendisini gösterdi.
Sosyalist örgütün Hz. Ömer (ra) düşmanlığı, bugün hâlâ devam ediyor. Neredeyse her ortamda Hz. Ömer (ra)’in Diyarbakır surları önünde Kürtlere katliam uyguladığı anlatılıyor. Hz. Ömer (ra)’e, iftira atılıyor. Halkın bilincinde Hz. Ömer (ra)’e karşı bir kin oluşturmanın mücadelesi veriliyor.


İSLAMÎ KİMLİĞİMİZDE HZ. ÖMER’İN AYRI BİR ÖNEMİ VAR


Neden Hz. Ömer (ra) düşmanlığı? Örneğin elimizdeki tarihi bilgiler ilk çağda Emevilerin ve onlardan çok sonra Hamdanoğulları’nın yöremizle ilgili uygulamalarının olumsuz olduğu bilinmektedir. Neden onlar değil de Hz. Ömer (ra)? Sosyalistler, neden onu hedeflerine koydular? Neden ona karşı kin ve nefret kampanyaları başlattılar?
Resulullah’ın sahabeleri yıldızlar gibidir. Onlardan her birinin bir üstünlüğü vardır. Şair Bakî dört büyük halifenin en belirgin yanlarını şu güzel beyitle açıklamış:


“Adl û dâd-ı Ömer û sıdk û safayı Sıddık
İlm û irfan-ı Ali hilm û haya-yı Osman”


Ancak Hz. Ömer (ra)’in İslamî kimliğimizde ayrı bir yeri vardır. Yöremizin İslamî kimliğinde önemli iki unsur öne çıkar: Ehl-i Beyt sevgisi ve Hz. Ömer (ra) sevgisi.


Ehl-i Beyt sevgisinin kaynağı bellidir. Emevi ve Abbasîlerden kaçan pek çok Ehl-i Beyt mensubu yöremize sığındı. Buna Şafii alimlerinin Ehl-i Beyt sevgisi de eklenince yöremizde Ehl-i Beyt’le ilgili bir birikim oluştu, Ehl-i Beyt’i sevmek, onlara saygı göstermek ve sahip çıkmak halk tarafından Müslüman olmanın bir gereği olarak kabul edildi.
Kaynağını Kur’an ve Sünnet’ten alan bu mukkaddes sevgi, yöremize has da değildir. Bu yöndeki fitne günlerini geride bıraktıktan sonra İslam dünyasının neredeyse her yanında Ehl-i Beyt sevgisi doruğa çıkmıştır. Bu konuda yöremizin ayrıcalığı varsa bu, konumuyla ilgilidir:


Yöremiz, Şam ile İran arasındadır. Şam’da Emevi günlerinden kalma Ehl-i Beyt karşıtlığı Miladi 11. yüzyıla kadar bile sürmüştür. Emevilerin kara propagandası, Müslüman halkın Ehl-i Beyt’i hakkıyla tanımasını engellemiş, Ehl-i Beyt muhabbetini işleyen vaiz ve alimler o yüzyılda bile “Rafizi” denerek bizzat halk tarafından Şam’da dövülmüştür.
İran’da ise özellikle Miladi 16. yüzyıldan itibaren Safevi yönetimiyle birlikte Ehl-i Beyt sevgisi farklı bir boyuta taşınmıştır.
Yöremiz, ne Şam gibi Ehl-i Beyt düşmanlığı yapmış ne de Ehl-i Beyt sevgisini Safevilerde olduğu gibi başka bir boyuta götürmüş. Ehl-i Beyt’in yanında diğer sahabeleri de sevmiş. Onları yıldızlardan bir yıldız olarak görmüştür. Bu mutedil yaklaşımın oluşmasında Hz. Ömer (ra) sevgisinin büyük etkisi vardır. Hz. Ömer (ra)’e duyulan sevgi, Kürtlerin Safevilerin etkisine girmesini engellemekte etkili olmuştur.


Yöremizin insanı, Hz. Ömer (ra)’i “İmam Ömer”, “Ömer e Adil” diyerek farklı bir vasıfla anmış ve kendilerinden biriymiş gibi ona “ ‘Umer’ê Kurê Xattab” demiştir. Yöremizde “İmam Ali”, “Ali ye Şêr” adlandırması da vardır. Ancak “ ‘Umer’ê Kurê Xattab” gibi rahat bir adlandırma başka hiçbir sahabe için yoktur.


Halk, ondan, sanki Hz. Ömer (ra) her an yanlarına gelebilecekmiş gibi söz eder, onu odasının bir misafiri, kendisine yönelik zulmü bertaraf edecek bir adalet simgesi olarak görür. İnsanlarımız, dünyadan yakınırken “Ka ‘adaleta ‘Umer (Nerede Ömer’in adaleti?)” diye sorarlar. Birinin yiğitlik gösterisini sorgularken “Ma ti Şêr e Ali’yi? (Sen Hz. Ali misin ki?)” derler; adeletini sorgularken ise “Ma ti İmam Ömer’i?(Sen Hz. Ömer misin ki?)” diyerek Hz. Ömer (ra)’in uygulamalarını “adaletin doruğu” olarak gördüklerini ifade ederler.


Bu yazı dizimizde hem Hz. Ömer (ra)’e olan sevgimizin kaynağından hem de sosyalist kesimin ona düşman kesilmesinin nedenlerinden söz edeceğiz. Bu bağlamda Diyarbakır’ın fetih gerçeğini anlatacağız.


HZ. ÖMER (RA)’İN KİŞİLİĞİ TOPLUMUMUZU CEZB ETMİŞTİR


Hz. Ömer (ra), ilk Müslümanlardandır. İslam, onunla kuvvetlenmiş, sahabeler onun İslam’la şereflenmesinden sonra tekbirler getirerek Kabe’yi ziyaret etmişlerdir. Bu olayı kendisi şöyle anlatır:


“Müslüman olduğum zaman, Eshâb-ı kirâm, müşriklerden gizlenir ve ibâdetlerini gizli yaparlardı.
Bu duruma çok üzüldüm ve Resûlullah’a sordum:


- Yâ Resûlallah! Biz hak üzere değil miyiz?


Resulullah cevap verir:


- Evet. Allahü Teâlâya yemîn ederim ki, ister ölü ister diri olunuz, muhakkak hak üzerindesiniz.
- Yâ Resûlallah! Mâdem ki biz hak üzerinde, müşrikler de bâtıl yoldadırlar, o hâlde ne diye dînimizi gizliyoruz? Vallahi biz, dîn-i İslâm’ı, küfre karşı açıklamaya daha haklı ve daha lâyıkız. Allahü Teâlânın dîni, Mekke’de, hiç şüphesiz üstün gelecektir. Kavmimiz bize karşı insaflı davranırlarsa ne âlâ, yok taşkınlık etmek isterlerse, kendileriyle çarpışırız.
Yâ Resûlallah! Seni hak Peygamber olarak gönderen Allahü Teâlâya yemîn ederim ki, hiç çekinmeden ve korkmadan, oturup İslâm’ı anlatmadığım bir müşrik topluluğu kalmayacaktır. Artık ortaya çıkalım.
Kabul buyurulunca, iki saf hâlinde dışarı çıkıp, Harem-i şerîfe doğru yürüdük. Safların birinin başında Hamza, diğerinin başında da ben vardım. Sert adımlarla, toprağı un edercesine, Mescid-i Harâm’a girdik. Kureyşli müşrikler, bir bana, bir Hz. Hamza’ya bakıyorlardı.”


Hz. Ömer’in bu gelişi üzerine, Ebû Cehil ileri çıkıp, “Yâ Ömer! Bu ne hâldir?” deyince, Hz. Ömer hiç aldırış etmeden Kelime-i Şehâdet getirdi:


Ebû Cehil ne diyeceğini şaşırdı. Donup kaldı. Hz. Ömer, bu müşrik gürûhuna dönerek dedi ki:
- Ey Kureyş! Beni, bilen bilir! Bilmeyen bilsin ki, ben Hattâboğlu Ömer’im.
Bunun üzerine Kureyşli müşrikler, bir anda dağılıp, oradan uzaklaştılar.
Böylece, ilk defa Harem-i Şerîf’te açıktan namaz kılındı.”
Bu yönüyle Hz. Ömer (ra) Mekke döneminde cesaretin simgesidir. Onun hicret ediş biçimi, bu simgesel yönüne güç katmıştır.


“Hz. Ali (r.a) onun hicretini şu şekilde anlatmaktadır: “Ömer’den başka gizlenmeden hicret eden hiçbir kimseyi bilmiyorum. O, hicrete hazırlandığında kılıcını kuşandı, yayını omuzuna taktı, eline oklarını aldı ve Kâ’be’ye gitti. Kureyş’in ileri gelenleri Kâ’be’nin avlusunda oturmakta idiler. O, Kâ’be’yi yedi defa tavaf ettikten sonra, Makâm-ı İbrahim’de iki rek’at namaz kıldı. Halka halka oturan müşrikleri tek tek dolaştı ve onlara; “Yüzler pisleşti. Kim anasını evladsız, çocuklarını yetim, karısını dul bırakmak istiyorsa şu vadide beni takip etsin” dedi. Onlardan hiçbiri onu engellemeye cesaret edemedi (Suyûtî, a.g.e., 130). Bunun içindir ki İbn Mes’ud;


“Ziyad el-Bekkaî, İbn Mesud’un şöyle dediğini rivayet eder:


‘Ömer’in İslâm’a girişi, bir fetih oldu. Hicret edişi, bir zafer oldu. Emirliğe geçişi, bir rahmet oldu. Ömer, Müslüman oluncaya kadar biz Ka’be’nin yanında namaz kılamazdık. O Müslüman olunca Kureyşlilerle vuruştu. Nihayet Kabe’nin yanında namaz kıldı. Biz de onunla beraber kıldık.”


Halkımız, “Din é Muhammed eşkereye. (Muhammed’in (S. A.V.) dini açık yaşanır, gizlenmez.)” der; Bugün için kişinin kendi dinini saklamasını en ağır ürkeklik ve bir tür insanlıktan çıkma olarak görür. “Dinini söyle, ya Müslümansın ya Hıristiyan?” der, karşısındaki insanı dini kimliğini açıklamaya zorlar. Bu tavırda Hz. Ömer (ra)’in İslam’ı açık yaşamak istemesinin izi vardır. Hz. Ömer (ra)’in tutumu, insanımızın karakterine uygun gelmiş; böylece Hz. Ömer (ra) ile insanımız arasında tutum birliğine dayanan farklı bir sevgi gelişmiştir.


TOPLUMUMUZ KARAKETERİNİN BİR YANINI HZ. ÖMER (RA)’DE BULMUŞ


Hz. Ömer (ra), Medine günlerinde de daima Resulullah’ın yanında bulunmuş, keskin, saf ve sert çizginin simgesi olmuştur:
Bedir Savaşı’ndan sonra, Mekke esirlerinin öldürülmesinden yanadır.


Mekke’nin fethinden önce Medine’ye anlaşmak üzere gelen Ebu Süfyan’ın korkusudur.
İslam ordusu Mekke’nin fethine giderken yolda Resulullah’ı karşılayıp anlaşma isteğini bildiren Ebu Süfyan’ı takip edip öldürmek isteyen yine kendisidir.


Ebu Süfyan, Mekke’nin en güçlü kabilesinin temsilcisidir. Onu öldürmek risklidir. Fakat, söz konusu İslam aşkı olunca Hz. Ömer (ra) için riskin önemi yoktur.


Resulullah’ın ruhunu Rahman’a teslim etmesinden sonra Hz. Ömer (ra), Hz. Ebu Bekir Efedimizin sadık bir yardımcısıdır. Onda ihanet, sözü kıvırmak, karşısındakini kayırmak yoktur. İçi dışı birdir onun. Karşısındaki kim olursa olsun hakkı söylemek onun işidir.


Bu yiğitlik, bu sadakat, bu açıksözlülük; (bütün toplumlar gibi) cesarete, sadakate ve açıksözlülüğe düşkünlüğüyle bilinen insanımızın Hz. Ömer (ra)’e olan sevgisinde muhakkak pay sahibidir.


Ama bundan daha önemlisi Hz. Ömer (ra), bu özellikleriyle Resulullah’ın sevgisini kazanmıştır. O hâlde Hz.Ömer (ra)’i seveni, onun gibi olmaya çalışanı Resulullah da sever. Resulullah’ın sevgisini kazananı Allah (cc) da sever. İnsanın bu sevgiden daha büyük bir kazancı ne olabilir ki?

 

Sosyalist yapılanmaların Hz. Ömer (ra) ile ilgili düşmanlığını biliyordum. Ama iki yıl önce duyduğum bir örnek meseleye benim zihnimde bambaşka bir boyut kazandırdı ve Hz. Ömer (ra) ile İslamî kimliğimiz arasındaki ilgi üzerinde yoğunlaşmama vesile oldu.


Batman’da baba dostu bir seydayı ziyaret etmiştim. Her tür siyasi görüşten uzak olan o Seydanın anlattıkları beni dehşete düşürdü. Seydayla yaptığımız sohbet iki boyutta gelişti:


1. Seyda, toplumsal değişimden söz ederken “Mahallemi

zde oturan bir cahil, çocuklarından birinin adını Lenin koymuş, diğerinin de Mao. Çocukların annesi bana geldi ve dedi ki ben bunu Mele Ömer isimli falan hocaya sordum. Bana “Onlar yurtseverdir, isimlerini yüceltmek belki sevaptır” dedi, ikna olmadım. Bu cevap üzerine de bu tartışmada çocuklarımın babasına karşı yenik düştüm. Bu gavur isimleri yüzünden çocuklarımın cehenneme gitmesinden korkuyorum. Siz ne dersiniz, sizce bu isimler çocuklarım için uygun mu?” diye sordu” dedi.


2. Bunun üzerine ben, Seydanın Mele Ömer diye biri adına yapılan bu açıklamayı şüpheyle karşılayıp karşılamadığını sordum. Seyda, “Hayır, kadının doğru konuştuğundan şüphelenmiyorum” dedi. “Neden? Oysa adam ‘mele’ imiş, nasıl böyle bir şey söyler?” diye itiraz ettim, meselenin ayrıntılarını öğrenmeye çalıştım.


Seyda “Çünkü, daha geçen gün onunla Hz. Ömer (ra) hakkında tartıştık. O, bir taziyede onlarca insanın içinde bana İslam’ın en adil halifesi bile bizi katletti, bize zulmetti, dedi.”


“Halk, onun gibilere inanıyor mu?” diye sordum.


“İnanan var, o tartışmadan sonra beni başka bir taziyeye çağırdılar. Adamlardan biri, onun görüşlerini orada da birebir seslendirince onunla kavga etmek zorunda kaldım, kızıp oradan ayrıldım ama halk beni durdurdu, birkaç kişi elimi öptü, adama da elimi öptürdüler, özür dilettiler” diye cevap verdi.


Seyda “Bir de ‘mele’ olacaklar. Böyle cahilleri helak ediyorlar, karşımıza çıkarıyorlar” diyordu, öfkesi hâlâ üzerindeydi.
Bir dinin başına gelebilecek bundan büyük felaket mi var? Halk adama “mele” diye güveniyor. O da bu güveni Hz. Ömer (ra) düşmanlığı için kullanıyor. Ne diyeceğimi bilemedim. Ama Seydanın Diyarbakır’ın fethi konusunda yeterli bilgiye sahip olmadığını da anladım. Seyda, halka sadece “Hz. Ömer’dir o, faruktur, adildir, bize zulmetmez” diyordu. Bu düz bilgi dün yetiyordu ama bugün sosyalistlerin zihnini bulandırdığı kişilere yetmiyor, meseleyi halk için bütün yönleriyle açıklamak gerekiyor.

 

DEVAM EDECEK…