Bir günaha veda etmek...Nefis, eşittir ben, demektir. Dolayısıyla “ben” duygusu büyük bir güç olarak kendini gösterir. Böylece yollar ikiye ayrılır; bir tarafta canının istediğini yapanlar, diğer tarafta Allah’ın istediğini yapanlar. Nefis meselesinin özü budur.
Nefis, cennetle cehennemin yol kavşağıdır. Nefsiyle isteyen cennete, isteyen cehenneme gider. Şeytan, “ben” kelimesinden manevi hayatımıza girer. İkisi birleşir, Müslüman’ın rakibi olur. İnsanın zaafları şeytanla anlaşır, iki ayaklı şeytanların sayısı artar. Yol kavşağı her şehirde her an karşımızdadır. Orada cami de vardır meyhane de vardır. İsteyen camiye isteyen meyhaneye gider. Meyhaneden kasıt haramların bütünüdür.
Haram daire, zahiren daha süslüdür, daha caziptir. Haram daireye girmek çok kolay, helal daireye girmek çok zordur. Çünkü helal dairenin zahiren cezbedici bir yönü olmamakla beraber, haram daire insanı kendisine çağırır. Cennet ebedi saadet yeridir. Bu durumda insana zoru başarmak düşer. Cennetin ücreti reklam edilen haramlardan uzaklaşıp, helal daireye girmektir. İnsanları sevk eden: para, makam, şöhret ve zevklerdir. İşte şeytan, bu dört nesneyi kendisine silah eder, ummadığı anda Müslüman’ı bu silahlarla vurur. Tarikatta nefsin kademeleri vardır. O kademelerde pişerek yükselen kişi, kendini nefisten ve şeytandan korur. Eğer korumakta yine zorluk çıkarsa Ahmed Yesevi gibi senelerce mağarada yaşar. Mevlana gibi kütüphaneyi suya atar. Bediüzzaman Said Nursi gibi çıkar dağın başında yaşar.
Yani zamanın cazibesinden korunmak bu kadar zordur…
En büyük kazayı en iyi şoförler yapar. İyi şoförüm der, yola hâkim olduğuna emindir ve gaza basar… Amma sonu bazen felaket olur. Müslüman da hızla sünnet-i seniyye de ilerliyor. Kendini müttaki zannediyor. Hiç beklemediği bir anda bir haram, koca bir kayalık gibi önüne atılır. Fren yapsa da yine o harama sürüklenebilir. Böyle pek çok arkadaş, beklenmedik işler yaptılar…
Risk her zaman herkes için vardır…
Bu durumda “Ben İslamiyet’i yaşıyor muyum? Helal dairede miyim, haram dairede mi?” sorusu akla gelebilir. Bunun cevabını herkes kendi hayatına bakarak bulabilir; şöyle ki:
Kimin dünyası cennet olmuşsa, o şahıs İslamiyet’i yaşıyor demektir. Çünkü İslamiyet, dünyamızı cennet etmek için gönderilmiş bir dindir.
Üç aylara girdik. Üç aylar, insanın kendine çekidüzen vereceği bir zaman dilimidir. Mesela bir mübarek şahıs demişti ki: “Ben üç ayların her gününde bir günaha veda ediyorum. Birinci gün, sigara içmeyeceğim. İkinci gün, laubali olmayacağım. Üçüncü gün, şartlar ne olursa olsun yalan söylemeyeceğim. Dördüncü gün, helal kazancın peşinde koşacağım. Beşinci gün, borçlarımı ödeyeceğim. Altıncı gün, eşime daha iyi davranacağım vs.” Arkadaşı dinleyince düşündüm; insan aldığı bu kararları uygulasa, sırat-ı müstakime biraz daha girer. O yolun sonu da dünya ve ahiret saadetidir.
Bu da bir nevi pişerek yükselmektir…
Allah’ım bu mübarek üç ayların hürmetine, bizleri affeyle.
Şafi-i Kerim olan Allah’ım, bizlere şifa ver.
Rezzak olan Allah’ım, rızkımızı artır.
Hafız-ı Kerim olan Allah’ım, bizleri her türlü kötülükten koru…
Ve bizlere bildiklerimizle amel etmemizi nasip eyle… AMİN.
Hekimoğlu İsmail