Peygamber(sav): “Müminin ferasetinden korkun. Çünkü o, Allahın nuruyla bakar” buyurur.

Feraset; işlerin ve meselelerin iç yüzüne vakıf olarak öngörüyle karar verebilme gücüdür. Feraset, zahire ve görüntüye aldanarak kandırılamamayı ifade eden bir kavramdır. Bu nedenle, aslanın avını yakalayıp parçalamasına da “feraset” denilmiştir. Burada avının gafletinden yaralanarak aslanın avını yakalaması durumuna dikkat çekilir. Yani av, ferasetli olsaydı aslana av olmazdı. Ya da aslan ferasetli olmasaydı avını yakalayamazdı demeye getirilir. Gerçekten av ve avlanma işinde feraset öngörü işidir. Av olmamak, tuzağa düşmemek için feraset sahibi olmak gerektiği gibi karşısındakinin ne yapacağı ne gibi hamlelerde bulunacağını bilmek de ferasettir.

Tefsir ile ferasetin harfleri aynıdır. Tefsir Kur’an’ın bir ayetinin veya bir meselenin üzerindeki perdeyi kaldırarak hakiki manayı ortaya çıkarmaktır. Burada şöyle latif bir çıkarım vardır; aslında ilim ve hikmet av gibidir. Ancak ferasetle yakalanır. Feraset, örtünün altındakini, perdenin arkasındakini mesele tefsir edilerek açığa kavuşur. Adeta ilmin ve hikmetin yuvasına sızarak oradan ilim ve hikmet avlanır.

Feraset; meydanda güvenli ve güçlü bir şekilde at koşturmaktır. Mücadele kabiliyetine sahip olarak iyi bir süvari olmaktır. Çünkü ata da ferasetle aynı kökten olan “feres” at binicisine de “faris” adı verilmiştir. Gerçekten feraset iyi bir ata benzer. Ne zaman ne şekilde davranır, ne zaman atağa kalkar veya çekilir bunu insanın bilmesini sağlar. Feres; atın ortak ismidir. Hem erkeğine hem de dişisine “feres” adı verilir. Bu da ferasetin sadece erkeğe has olmadığının delilidir. Yani hem kadın hem erkek feraset ehli olabilir ve esasen buna da muhtaçtır.

Feraset meydanlarda bir at, hücumda bir aslandır. Bu nedenle hadisi şerifte “Müminin ferasetinden korkun” diye buyruldu. Müslüman’ın düşmanları için feraset çekinilecek bir şeydir. “Müminin ferasetinden korkun” hadisi, İslam düşmanlarına moral bozucu bir mesajdır. Çünkü peşinen onların azmini kırar. Heveslerini kursaklarında bırakır. Müslümanlara ise güç ve moral verir. Özgüven kazandırır.

Peygamber(sav); “Müminin ferasetinden korkun, çünkü o Allah’ın nuruyla bakar” buyurur. Dikkat edilirse hadiste “Çünkü o Allah’ın nuruyla bakar” buyrulmuştur. “…Allahın nuruyla görür” denilmemiştir. Çünkü “bakmak” sadece bir şeyi görmeye matuf bir durum değildir. Bir tavır belirleme olayıdır. Bakış açısı geliştirme hadisesidir. Görmek, sonuçtur. Olaydır. Bakmak ise başlangıçtır, niyettir. Görmek de Allah’ın nuruyladır. Ama bakmanın Allah’ın nuruyla olması, Onun rızasının ve meşietinin istikametinde bunun tahakkuk etmesi demektir. Allah’ın nuruyla bakmak Onun hükmüyle ve Onun emriyle bakmaktır. Tabiatıyla bu şekilde bir bakışın görüntüsü her zaman net ve safidir. Buna göre; iyi görmenin iyi bakmaya bağlı olduğu hususu net bir şekilde sabit oluyor. Yani Üstat Bediüzzaman Said Nursi’nin dediği gibi “Güzel bakan güzel görür” hakikat, budur.

Bakış açısı sağlam ve doğru olan insan “nazır” olur. Nazır, bakan demektir. Bakabilen kimse bakan olduğu içindir ki geniş bir alanda mesuliyet sahibi devlet görevlisine “bakan” denilmektedir. Eğer bakan, gören durumuna gelirse bu görevi ihmaldir. Suçtur. Bu sorumluluğunu yerine getirmemektir. Bu nedenle her insan görendir. Ama Müslüman bakandır. Etrafını görmekle yetinmez etrafına bakar. Bu nedenle görevlerini kötüye kullananlar onu karşılarında bulur. Müslüman iyi at kullanır. Bu nedenle başka bir hadiste Peygamber (salallahu aleyhi ve sellem) “Çocuklarınıza ata binmeyi öğretin” buyurmuştur. Ata binmek ferasetin mücesset halidir. Ata binen kimseye bu nedenle “faris” adı verilir.

Efendimizin bize layık gördüğü, bizde bulunmasını istediği bu güzel sıfattan hali olmamak dileğiyle… Allah nuruyla bakmayı, nuruyla görmeyi ve bu doğrultuda hareket etmeyi bütün Müslümanlara nasip etsin.

Âmin…

Muhammed Cemal Ateş / İnzar Dergisi - Mayıs 2012