Hz. Fatıma`nın doğum yıldönümü dolayısıyla Zehra Ana Derneği tarafından, Bahçeşehir Kültür Merkezi’nde binlerce kişinin katılımıyla gerçekleşen Dünya Müslüman Kadınlar Günü`nde Sarah Lauren Booth`un sık sık alkışlarla kesilen konuşmasının tam metni

Bismillahirrahmanirrahim.

Bu muhteşem toplantının değerli misafirleri, değerli kız kardeşlerim, erkek kardeşlerim . Barışın, İslamî selamlaması ile başlamak istiyorum, Selamün aleyküm ve rahmetullah ve bereketullah  .

2010 yılında müslüman değildim. Belirsiz mücadeleleri olan çalışan bir anneydim . Tarafımca herhangi bir çaba gerektirmeyen  veya yaşam şeklimi değiştirmemde zaman almayan Allah için mücadele biçiminde ve sonuç olarak az miktarda kaydadeğer sonuç elde ettim.

Avrupa’da yalnız çalışan ebeveyinlerden ne az ne de fazla yoğundum ve birleşik krallık  mensuplarının davranışlarının basına da yansıdığı şekilde, akranlarımın içtiği kadar alkol almaktaydım ve açıkçası eski moda, güncel olmayan, ideal ve kişisel kontrol terbiyesi, ağırbaşlılık ve tevazu için pek az zaman ayırmaktaydım .

100 yıl önce alim müslümanlığa dönmüş olan  Mohammed Asad , Avrupa’nın kültürel dış görünümünün “benmerkezciliğine” kendince kafa yormuştur .

Avusturya’da genç, eğitimli Musevi olarak  geçen kendi gençliğine ilişkin yadıkları şu şekilde: Mutsuz olduğumdan dolayı değil … Kesinlikle mutsuz değildim, sadece neyin peşinde olduğumu gerçek anlamda bilmediğim için derinden etkilenmiş ve karmaşıktım ve aynı zamanda da bir gün bunu bileceğimden de emindim .“ Bundan çalışan milyonlarca kadının ne anlayacağını tahmin edebiliyorum..

Kadınlar gemişte hiç bir zaman -ve henüz aksine bu kadar az zaman -  ailedeki rollerini , mücadelelerini ve toplumdaki yerlerini düşünme isteğine sahip olmamışlardır . Multi milyar dolarlık kendi kendine yetebilme sanayi, aynı her zaman karlı olan “diyet” sanayi gibi , bazı bireyleri zenginleştiriyor ancak bizleri mutlu yada daha sağlıklı yapma amacına hizmet etmiyor .

Nasıl var olduğumuz, amacımızın ne olduğu ve öldükten sonra ne olacağını nasıl bulacağız ?

Kadınlara cins savaşını kazanmaları gerektikleri öğretildi. Feminizm tavsiyeleri arasında ev ve ailelerimizi daha fazla çalıştırmak sureti ile , daha yüksek profil , daha stresli iş hayatını tercih ederek aile hayatının da sınırları aştık .

Hiçbir yerde ücret eşitliği yok, çalışma saatlerimiz daha uzun ve evdeki talepler de aynı kalıyor.  Ancak amaçlarımız eve dayalı ve aile odaklı amaçlardan kendini geliştirmeyi ve formda kalmayı kapsayacak şekilde genişlediğinden, son iki jenerasyonda bu bize bir ‘ilerleme’ olarak satıldı.

Görüyorsunuz, kadınların işgücüne katılımındaki büyük artış, erkeklerin ev hayatına sağladığı katkı ile boy ölçüşememektedir. İşyerlerimiz ödüllendirici olduklarından daha çok yorucu birer yere dönüşmektedir. 

2009’da ben bir ülkede çalışırken, çocuklarım başka bir ülkede yaşıyordu. Bu şekilde onlara bir yüzme havuzu ve büyük bir bahçe sağlayabiliyordum. Onlar, ben giderken bacaklarıma sarıldıkça ve ben de ürettiğim işin beyhudeliğinden gittikçe nefret ettikçe, kendime, sürekli olarak, ‘yaşam tarzı’ sağlamanın, çocuklar için uzun vadede, onlara yemek pişirdiğim veya onlara göz kulak olduğum öğleden sonralarından daha önemli olduğunu söyleyip durdum. Ve ben giderken dikkat merkezi olmak, kocamla geçirdiğim zamanın azalmasından daha eğlenceliydi. 

Bu arada, İngiltere’de yapılan araştırmalar, iki veya daha fazla kez sarhoş olduğunu kabul eden çocukların oranının şu anda %31 olduğunu göstermektedir. Neden kendi toplumlarımızdaki acı için hep başkalarını suçluyoruz? Konu çocuklarımızın karşı karşıya kaldığı duygusal zorluklar ve sosyal karışıklıkları olduğunda, neden kendi davranışlarımızın Allah’ın bize verdiği en değerli armağanları yani çocuklarımızı olumsuz etkileyebileceğini düşünmeden, okulları, hükümetleri veya başka devlet kurumlarını eleştirme yoluna başvurmak zorundayız?

‘Ben buna değerim’ gibi yüzeysel düzeyde bir kişisel mükemmellik arayışı, aslında 21. Yüzyılın en popüler çoktanrıcılıklarından biridir.

Çocuklara izletilen yetişkin filmleri, toplumu suçlamayı tercih ettiğimiz herhangi bir inkarın merkezinde, kendimizi çocuk büyütmekten ve kocalarımızı ve ebeveynlerimizi desteklemekten soyutlamamız yatıyor. Tıpkı çevremizdekilerin memnuniyetinin, çok çalışmamız nedeniyle, çoğu zaman sınırlandırılması gibi…  

Kardeşlerim ve kız kardeşlerim, bunları aşabilmek için çocuklarımıza İslam’ın pratiklerini öğretmeliyiz.

Cennetteki kadınların liderini, peygamber Muhammed (saa)’in kutsanmış kızı Fatıma’yı ele alalım. 7 yaşındayken, annesi Hatice çoktan ölmüştü. Peygamber (saa)’in camide namaz kılarken başına gelen üzücü bir olaya şahit oldu. Babası alnı secdede, yere eğilmiş yakarıyordu. İslam düşmanlarından biri olan Ebu Cehil, Muhammed’in omuzlarının arasına bir deve rahmi attı. Peygamber, kan boynuna ve yanaklarına değene kadar bunu fark etmedi ve o anda burun deliklerinde kokuyu hissetti. Kılını bile kıpırdatmadan namazına devam etti. Ondan nefret edenler, yani o zamanın toplumda söz sahibi kişileri, onunla alay ederken gülmekten yerlere yatmışlardı. O anda orada bulunan peygamberin sahabesi, kendilerini çok güçsüz hissettiler.  Bir şey yapamadan, gerçek düşmanlarının güçlerinden ve alaylı kahkahalarından tedirgin halde geri durdular. Peygamberi savunmak için ise, tek bir kişi ileri atıldı. Yedi yaşındaki kızı Fatıma. Leş gibi kokan rahmi babasının boynundan ve omuzlarından temizledi. Ve sessizce değil ağlayarak ve inanmayanları azarlayarak...  Onları yaptıkları şey için azarlayarak, ayıplayarak yaptı.

Bugünün yedi yaşındaki çocuklarını bu parmak ısırtan çocukla karşılaştırmaya çalışabiliriz. Bu onu olağanüstü yapıyor. Ancak önce çocuk haliyle onun bu gerçek kararlılığını, gücünü ve aile sevgisini, kendi sevdiğimizi söylediğimiz kişiler adına sarf ettiği çaba ile karşılaştırmalıyız.
Fatima’nın hayatından alınan bu gerçek hikaye, bize, kendi önceliklerimizi ve bunların etkilerini hatırlatmalı. Annesi zengin, zeki, çalışkan, bir iş kadını idi. Bugünün ithalat ve ihracat şirketlerine denk bir işletmeyi yönetiyordu. Hatice, peygamberin çok sevgili eşi, Allah ondan razı olsun, bizim ilham kaynağımızdır. Kazandığı her şeyi Allah yolunda harcadığı ve çocuklarına en iyi şekilde örnek olduğu için. Sabrı, kararlılığı, kendini sevdiği adama adamışlığı ve İslam’ın gereklerini yerine getirmesi ve İslam’a bağlılığı için…

Biz modanın takipçileri mi yoksa Allah’ın takipçileri miyiz? Kendimizi ailelerimize mi adıyoruz, yoksa ayrı birer varlık olarak kendimize mi? Yaşamlarımızı “dengelediğimizde”, çocuklarımıza, kuaförlere, spor salonuna, facebookta veya kendimize ayırdığımızdan daha mı fazla zaman ayıracağız? Peki, bu yargılar çocuklarımız, evliliğimiz, toplumumuz ve kaderimiz üzerinde nasıl etkiler yaratıyor?

İslam’dan önce, kızlarımızın her şeyin ötesinde parasal zenginliğe ihtiyaçları olduğuna inanıyordum. Anne iken feda ettiklerim asla yerine konulamayacak. Bu toplumda çalışmak zorunda olduğumuzdan, para kazanırken kaybettiklerimiz sorun değildi çünkü. Ama bedenim evdeyken, aklım hala orada değildi. Evde olduğum zamanlarda, onları bir an önce yatırmak istiyordum ki zorlu bir iş günün ödülü olarak kendime bir kadeh şarap doldurabileyim.  Bazen yatarken masal okumamak için bahaneler buldum, böylece ‘kendime zaman ayırmak’ için bir paket sigara açarak arkadaşlarımı eve davet edebilirdim. Eğlence annelikte bulunabilen bir şey değil, hep başka yerlerde aranıyor. Kendini gerçekleştirmek mi?  Bir ailenin çok çalışması nasıl bir kendini gerçekleştirmedir ki?

Fatıma bir sarayda doğmadı veya büyümedi. Hatta o zaman için yoksul bile denilebilecek bir şekilde yetiştirildi. Annesinin serveti Allah yolunda başkalarına yardım etmek için verilen zekat olarak ve İslam’ı kurmak için harcanmıştı. Ona rağmen, bu çocukta bizim sahip olmadığımız ve başkalarının çocuklarında ve kendi çocuklarımızda olmadığından yakındığımız nitelikleri görebiliyoruz.  Onlarla paylaşacak zamanımız olmaması nasıl bir ahlak? Toplumumuzun aktif, kibar, mütevazı bireyleri olmaları için onlara işlemek için zaman harcadığımız değerler neler? Her gün sergilediğimiz kendi davranışlarımız onlara nasıl örnek oluyor? 

Size nasıl Müslüman olduğumu anlatmak istiyorum. İsfahan’da sıradan bir şekilde namaz kıldım ve “Allah’ım kendim için hiçbir şey istemiyorum, sadece Filistinlilere yardım etmeni istiyorum.”diye dua ettim. Oturdum ve üzerimde bir rahmet, bir barış duygusunun çöktüğünü hissettim. O kadar yüksek bir duyguydu ki, zaman benim için durmuştu. Oturdum ve ellerimi açtım, yanıma bir kadın geldi ve anlamadığım dilde bana bir şeyler söyledi. Oturdu, ellerime ve ayaklarıma dokunarak “Seni seviyorum.” dedi. “Ben de seni seviyorum.” dedim. Sanki karşımdakini tanıdığım biri, büyükannem gibi ya da hiç görmediğim yaşlı bir yakınım gibi hissettim. O kadar güçlü bir duyguydu ki, o gece otele dönmedim o gece boyunca yerde oturdum. 15 saat boyunca hiç hareket etmeden camide ibadet ettim ve sonunda “Allah’ım nolur İslamiyet.” dedim. Düşünün ki Allah’ın varlığından bile habersizdim ve bir anda Allah’ın varlığından, Ehlibeyt’ten olan duyguların içine girdim ve şaşkındım. Abartmıyorum, arkadaşlarımla İsfahan’dan ayrıldıktan sonra her üç saatte bir namaz kılmak istiyordum. Ben sürekli arkadaşlarıma namaz kılalım mı diyordum, onlar erteliyordu ama ben sürekli namaz kılmak istiyordum. Ertesi gün Tahran’dan Londra’ya gitmek için uçağa bindim, uçak Londra’ya vardığında bir uçaktaki takım bayanlar gibi bende eşarbımı çıkarmak istedim, üç defa denememe rağmen başörtümü açamadım. Ondan sonraki günler, çocuklarımı okula götürmek için bile evden çıktığımda eşarbımı takarak çıkıyordum, Elhamdulillah, artık hicabımı nasıl sevdiğimi kelimelerle ifade edemem.

 Başımdaki başörtüm Allah’ın bana verdiği bir vazife, kötülüklerden ve arzularımdan beni koruyan bir koruyucudur. Çocuklarıma Müslüman olduğumu söylediğimde, bana soracakları soruları liste yapacaklarını söylediler. Büyük çocuğumun, “Müslüman olduğun için hala benim annem olacak mısın?” sorusuna, “Müslüman olduğum için daha iyi bir anne olacağım.”dedim. İkinci sorusu, hala alkol almaya devam edecek misin sorusuna, hayır asla alkol almayacağımı söylediğimde tepkisi “Oleyy!” oldu. Üçüncü sorusu ve bence en ilginç olanı, artık gerdanlığını gösterecek misin oldu. Bu soruya şaşırarak bu nerden çıktı, öğretmenleriniz İslamiyeti size böyle mi öğretiyor diye tepki gösterdim. Çocuklarım da bu durumdan rahatsız olmalılar ki, bir daha okula öyle gelmeni istemiyorum anne dedi. Müslüman olduğum için baştan aşağı kapanacağımı söyleyince “İslamiyeti çok seviyorum!” diye bağırdı ve çocuklarım artık Müslüman.

Elhamdulillah, hepinize çok teşekkür ediyorum, ne olur benim için dua edin.

Önemli olan şu ki, İslamiyet sadece söz değil, yaptığınız ameldir. Bunun en güzel örneğini Gazze’de bir ev ziyaretinde yaşadım. 17 çocuklu bir anneyi ziyaret ettim, çocuklardan ikisi fosfor silahı yüzünden kolları yanmıştı ve iki tanesi bombalar yüzünden ne duyabiliyor, ne de konuşabiliyordu. O kadar yoksullardı ki, elektrikler zaten yok, cep telefonları çalışmıyor, kimseyle konuşamıyorum, diğer odaya geçerek ağlamaya başladım. Çocukları teselli etmeye çalıştım. Çocuklardan birisi bir ayağını atılan bombalardan dolayı kaybetmişti, onları gördüğümde o kadar ağladım ki anneleri başıma gelerek beni utandıracak bir şey söyledi: “Bizim için ağlama, biz çok mutluyuz Elhamdulillah.” Filistin’de olduğum her gün Elhamdulillah’ın ne demek olduğunu anladım.

Bizler Elhamdulillah’ın en güzel modelini Hz. Fatıma’da görüyoruz. Onun yolunda olmak dileğiyle, bütün güzellikler Allah’tan, bütün kötülükler nefsimdendir, hepinize teşekkür ediyorum.

zeynebiye.com

Lauren Booth, müslüman olmadan önce, "Filistin`e Özgürlük" konvoyu ile gittiği Gazze`de, Filistin başbakanı İsmail Heniyye`nin elinden Filistin pasaportunu alırken...