İbrahim Toprak / Doğruhaber
Türkiye’de hukukun üstünlüğü mü yoksa üstünlerin hukuku mu konusu devamlı tartışılırken geçtiğimiz günlerde yaşanan iki farklı tablo hukukun kişiye göre nasıl işlediğini gözler önüne serdi. İşte o iki tablo…
İhya Der üyelerine açılan dava kapsamında mahkûm edilerek Elazığ Cezaevine konulan Yavuz Öner’e, babasının taziyesine katılması için izin verildi. Cezası onaylandıktan sonra kendisi teslim olan ve hiçbir kaçma ihtimali olmayan Öner’e verilen iznin 5 saatle sınırlı tutulması tepkilere neden oldu.
Daha önce Ergenekon sanığı Mehmet Haberal’a yüksek güvenlikli bir cezaevinde kaldığı ve müebbetle yargılandığı halde yol süresi hariç 48 saat izin verilmişti.
Diyarbakır Cezaevi’nden yüzden fazla mahkûmun ailelerinin ikametlerinden yüzlerce kilometre uzak yerlere sürgün edilmesi tepkilere neden olmuş, yapılan bu sevklerle beraber büyük mağduriyetler yaşanmıştı. Bunlardan en çarpıcı olanı ise oğlunu göremeden vefat eden Rana teyzenin ölmeden önce söylediği, “Allah için ölmeden önce son kez oğlumu göreyim” sözleri olmuştu.
Öte yandan yine bu tabloya karşılık Susurluk davasından yargılanan eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar için havadar, ailesine yakın bir cezaevinin günlerce aranması dikkat çekti.
Hukuk alanında yaşanan çifte standarda tepki gösteren hukukçular ucu açık kanun maddelerinin hak ihlallerine neden olduğunu belirterek, bu uygulamalarla büyük mağduriyetlerin yaşandığını söylediler.
HUKUK KÂĞIT ÜSTÜNDE KALMAMALI
Hukuk kurallarının kâğıtlara yazılmakla kalmaması, adaletin ve hukukun özümsenmesi gerektiğini vurgulayan Hukukçu Halis Yetkiner, “Hukukun üstünlüğü, adalet gibi tabirleri öyle Avrupa’dan ithal birinci kalite, kuşe kâğıda basmakla olmaz.
Önemli olan onu özümsemek, onu uygulayabilmektir” dedi. Yasaların herkese eşit olması gerektiğini vurgulayan Yetkiner, ancak Türkiye’deki uygulamalarda bunun tersi sonuçlar çıktığını belirtti.
Yetkiner, şunları söyledi: “Anayasanın ikinci maddesinde der ki ‘Türkiye cumhuriyeti devleti çağdaş, laik, demokratik bir hukuk devletidir.’ Onuncu maddede de der ki, ‘Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.’
Bunlar ne demektir, bu Mehmet Haberal ile Hakkâri’nin dağındaki bir çoban eşittir, demektir. Anayasa böyle diyor. Fakat Türkiye’deki hukuk uygulamalarına baktığımızda hiç de söylenildiği gibi bir eşitliğin olmadığını görüyoruz. Uygulamalara baktığımızda güçlülerin daha eşit sayıldığını görüyoruz. Güçlülerle zayıflar, yoksullar; müstekbirlerle Mustazaflar eşit değildir maalesef.”
KİŞİYE GÖRE HUKUK İŞLİYOR
Hukukun kişiye göre uygulandığına dikkat çeken Yetkiner, “Girdiğim bazı ceza dosyalarına bakıyorum; adam kardeşinin hanımını, yeğenlerini cezaevine, dedesini ziyarete götürmüş ve bu adam terör örgütüne yardımdan yargılanıyor.
Ama hiç kimse demiyor, bu kadar anlı şanlı generaller, Hasdal’da, Silivri’de generalleri cezaevinde ziyaret ediyor, moral veriyor, manevi takviye veriyor; bunlar suç değil. Ve bunun gibi yüzlerce mesele” diyerek yaşanan çifte standardı özetledi.
HUKUKSUZLUKLAR SAYMAKLA BİTMEZ
Yaşanan hukuksuzluk ve çifte standarda başka bir örnek veren Yetkiner, sözlerini şöyle sürdürdü: “Sonradan takipsizlik kararı verilmiş dosyalarda yargılanan insanların evlerine sabahın beşinde balyozlarla, koçbaşlarıyla baskın yapılıyor, çocuklarının kafasına keleş dayatılıyor, onlarca saat gözaltında tutuluyor, daha sonra savcılığa çıkarılıyorlar, savcı ya takipsizlik veriyor ya da açılan davada beraat ediyor. Ama öbür taraftan Anayasayı cebir ve şiddetle değiştirmeye çalışmış, tank, top kullanmış adamlara savcı yazı yazıyor, ‘Lütfen gelir misiniz, ifadenizi alacağım’ diyor.
Türkiye’de hukuk maalesef böyle işliyor. Hangi birini sayalım bilemiyorum.”
KANUNLARIN UCU BİLİNÇLİ AÇIK BIRAKILIYOR
Türkiye’de birçok hukukun kişiye göre uygulandığını belirten Hukukçu Emin Güneş de bu durumun insan hakları ilkesiyle bağdaşmadığını söyledi. Sanki bilinçli bir şekilde kanun ve kuralların ucu açık bir şekilde yazıldığını dile getiren Güneş, “Hâkimin, savcının, idarecinin, valinin inisiyatifine bırakılan uygulamalar var.
Bu uygulamalar sırf çifte standarda meydan vermek için olmuş. Adamına göre muamele yapma ihtimali tanıyan hükümler gibi algılanabilir. Bu tabi hukuk devleti ilkesiyle, eşitlik ilkesiyle, adalet ilkesiyle, insan hakları ilkesiyle bağdaşır uygulamalar değil” dedi.
UCU AÇIKLIK CEZAYA DÖNÜŞÜYOR
Yasa yapanları uyaran Güneş, haksızlıkların ve adaletsizliklerin ortaya çıkmaması için net ve açık kanun maddelerinin yazılması gerektiğini ifade etti. Güneş, “Yasa koyucu başta bazı insanların haklarının ihlal edilmesini istemiyorsa burada kesin ve emredici hüküm koyması lazım. Başka türlü şöyle bir sonuç ortaya çıkıyor: Hâkim istediği gibi karar verebilir. Yani kanunların ucu açık olmamalı ve kötü niyetli insanların eline böyle bir yetki verilmemelidir.
Yine İhya-Der davası, kanunların kesin sonuçlar içermemesinden dolayı ceza ile sonuçlandı. Benzer davalar takipsizlik alırken ihya-Der davasında ceza çıktı.”
ÇAKTIRMADAN MÜSLÜMANLIK
“Bugün Türkiye’de Müslümanlara yönelik bir çifte standart var mıdır?” sorusunu yanıtlayan Güneş, şöyle söyledi: “Bir Temel fırkasıyla konuya açıklık getireyim. Temel, katıldığı bir yarışta doping alıyor ve yarışmada sonuncu geliyor. Ne oldu Temel, niye sonuncu geldin, diye soranlara “çaktırmamak için,” cevabını veriyor. İnsan doping ilacını birinci gelmek için alır.
Temel ise doping alıp çaktırmamak için sonuncu geliyor. Burada da birileri İslamcı olmadıklarını İslami hassasiyeti olanlara ayrımcılık yapmadıkları görüntüsünü oluşturmak için Müslümanlara eziyet ediyorlar. Bunun başka izahı yok.”