SEVGİ

Kâinat çarkının işleyişindeki en ulvi duygudur, ‘Sevgi`. Zira sevgi, bütün iyi duyguların anasıdır. Ana gibi kucaklayıcı, ana gibi toparlayıcıdır. Fıtratın özü, aidiyetin kopmaz bağıdır. Her şeyin etrafında döndüğü mütevazı bir kutup, kalpten kalbe akan sıcak, sımsıcak bir yol, bir mecradır. Duyguların merkezi olan kalptir, kaynağı ve orada fokurdayıp duran tatlı mı tatlı bir pınardır sevgi.

Sevginin anlamı ve muhtevası çok daha farklıdır bir Müslüman için. Bu anlamda imanın bir ölçütüdür sevgi. Kimin ne kadar sevileceği, neyin nasıl sevilmesi gerektiğini bilir iman sahipleri. Dosdoğru yola döşenmiş nurdan işaret levhaları, “Sevdiğini Allah için sev!” diyerek bir mizan belirlemiştir sevgiye. Allah için olmayan; içinde, Allah rızasını barındırmayan her sevgi boş ve anlamsız; tüyden daha hafiftir mizanın kefesinde. Böylesi bir sevgi; en ağır yüktür kalbe; eziyettir duygulara ve bir şey getirmez acıdan, mihnetten, hasretten başka. Kamil bir mutluluğa ulaşmak imkânsızdır böylesi bir sevgide. Mutluluktan ziyade mutsuzluk, firak vardır vuslattan ziyade. Sürekli bir tatminsizlik, bir eksiklik ve arayış vardır. İşte bu arayışın nihayet bulduğu yer, gerçek sevgidir. Yani aslolan sevgi; yani Allah`a ve Peygamber (sav)`e olan sevgidir.

O halde sevgi, kulluktur. Yaratılış amacını yerine getirmek, Yüce Allah (cc)`a gösterilen sevginin en güzel izharıdır. O`nun emir ve nehiylerine uymayı her şeyden daha çok isteyip arzulamaktır. Hayatı, O`nun rızası uğruna hasretmek, O`nu hatırlamaya engel olacak her şeyden tecerrüt etmektir. Gönderdiği Yüce Din`e tabi olmak, bu dinin Yüce Peygamberi (sav) babasından, evladından, bütün insanlardan ve hatta kendi nefsinden daha çok sevmektir.

Sevgi, Yüce Allah (cc)`tan hakkıyla hayâ etmektir. Bir münkeri işlerken, bir harama meylederken O`ndan hali bir yer olmadığını, dolayısıyla o fiili O`nun huzurunda işlediğini bilerek heva ve hevesin, nefis ve şeytanın arzularından kaçınmaktır. Göz, kulak ve dili; kalbi ve içteki diğer organları muhafaza etmektir. Ölümü hatırdan çıkarmamak, daracık bir mezara gireceğini, bedenin çürüyeceğini; yılan, çıyan ve akreplere yem olacağını unutmamaktır. Münker ile Nekir`in iyi ya da kötü her ameli yazdıklarını, tutulan bu defterlerin O`nun huzurunda açılacağını düşünerek hareket etmektir. Ahiret hayatını dilemek, dünya hayatının süs ve ziynetinden, zevk-u sefasından vazgeçmek, ahireti dünyaya tercih etmektir Allah`tan hakkıyla hayâ etmek…

Sevgi, şefkattir. Kalbinde, sadece Allah`ın sevgisini barındıran bir kul, O`nun diğer yaratıklarına karşı da sevgi ve merhametle doludur. O`nun için sever, O`ndan dolayı merhamet eder. Öyle ise muhtaç ve düşkünlere, yetim ve fakirlere karşı sorumluluğun bilincinde olmaktır O`nu sevmek. Komşusu aç iken, geceyi tok geçirmemektir. Darda olanı genişletmek, sıkıntısı olanı ferahlatmak, derdi olana derman bulmaktır. O`nu sevmek, tevazu kanatlarını germektir O`nun kullarına karşı.

Sevgi, cefaya katlanmaktır. Zira sevilen, sevginin ölçüsünü sınamak ister. Bu yüzden de sevgi, bela ve musibet yağmurlarını beraberinde getirir. Dünya ile irtibatlı olan bağları bir bir koparan kasırga ve tayfunların ortasında, mütevekkil bir kalple dimdik durabilmektir sevgi. Bütün mal ve mülk talan olurken, dönüp bakmamak, kalbinde hiçbir sıkıntı duymadan “Allah ve Resulü (sav) bana yeterdir” diyebilmektir. Evlad ü ıyale, can ve canana yönelik ölüm, ayrılık, hastalık, yokluk ve her türlü olumsuzluğa karşı “Hasbunallahi ve ni`mel vekil” zikriyle nefsini mutmain edebilmektir.

Sevgi, O`na giden yolda fedakârlıktır. O`nun emanetini omuzlamak, bu uğurda her türlü eza ve sıkıntıya gülüp geçmektir. Çevreden, aileden, dost ve akrabalardan gelecek kınamalara aldırmamak, bundan çekinip korkmadan yola devam etmektir. Önceki ümmetlerin misalleri hatırlatılıp gözdağı verildiğinde, “Cennet elbette ucuz değildir” diyebilmek, onların Rablerine olan imanlarına gıpta edebilmektir. O`nun dininin hâkimiyeti için geceyi gündüze katarak, yorulmak bilmeyen bir enerjiyle çalışmaktır. Bu yoldan ayrılma karşılığında vaat edilen dünyalıklara, nefse hoş gelen şeylere, mal-mülk, makam-mevki, şöhret-ün, özgürlük gibi tekliflere karşı Yüce Resul (sav)`ın “Vallahi güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler, ben davamdan vazgeçecek değilim” şeklindeki tavrını sergileyebilmektir. Ve Yüce Dost ile kârlı bir alışveriş yapıp malı ve canı, karşılığında cennet almak üzere yine O`na satmaktır sevgi.

Sevgi, kıskançlıktır. Hiçbir şeyi, hiç kimseyi O`na denk bir sevgiyle sevmemektir. Göklere ve yere sığmayan, mekânlardan münezzeh olan Yüce Dost`a kalpte sevgi sarayları inşa etmektir. Sevginin merkezi olan kalpte, ikinci bir sevgiye yer bırakmamaktır. Gözün, baktığı her şeyde O`nu görebilmesi; kulakların, doğadan gelen her seste O`nun zikrini duymaya hasredilmesidir. Dilin, sadece O`nu anlatmak, O`na davet etmek, O`na şükredip hamd etmek, O`nun adını yüceltmek için kullanılmasıdır. Sevgi; aklın, ruhun, his ve duyguların karşılaştığı her olayda O`nun hikmet elini görebilmesi, her şeyde O`nun Zatı`nı idrak edebilmesidir.

Sevgi, Mü`min kulların kusurlarına karşı körlüktür. Zira O`nu seven, bütün kâmil sıfatların O`na ait olduğuna iman etmiştir. Peygamberler haricinde hatasız kul olmadığına göre, O`nu seven; O`nun kullarının hata ve kusurlarına hoşgörüyle yaklaşır. O`nu sevmek; kendi hata, kusur ve günahlarının duyulmasından korktuğu gibi, Mü`min bir kardeşinde gördüğü hataları duyurmaktan da öyle korkar. Öyle ise sevgi, O`ndan ötürü yaratılanı hor görmemek, Mü`min kardeşlerini olduğu gibi kucaklamaktır.

Sevgi; Yüce Dost`tan gelen en güzel ve en ulvi bir lütuftur. Nimetlerin en üstünü, kula Rabbini tanıyacak bir aklın verilmesidir hiç şüphesiz. Rabbini bilen, O`nu tanıyan akla sahip olan kul; hakikat bahçesinde bülbül-i şeydâ gibi kendinden geçercesine sevgisini terennüm eder. Sevgisini yerleştirdiği gönül, Yunus gibi cenneti dahi birkaç köşkle birkaç huriden ibaret görüp onları istemediğini, sadece kendisine lazım olanın Yüce Dost olduğunu âleme ilan eder. O`nun aşkıyla yanan gönüllere Üstad Bediüzzaman tercüman olur ve “Faniyim, fani olanı istemem” diyerek O`ndan başka her şeye gözünü, gönlünü, kalbini, bütün his ve duygularını kapatır. Öyle ise sevgi lütfuna mazhar olan kul, yaratıklar arasında en yüksek mevkilere çıkma onuruna sahip olur. Böylece Kâinata nispetle zerreden daha küçükken, kâinatın en değerlisi olur.

Yaratılan her şey kendi lisanıyla O`nu tesbih ve takdis ediyorsa… Görünen ve görünmeyen bütün varlık severek, isteyerek, arzu duyarak, şevkle O`na boyun eğip itaat ediyorsa… Güneş, milyonlarca yıldır vazifesinde hiç aksama yapmamışsa… Yıldızlar, galaksiler, gezegenler, dünya ve ay bir pervane misali cezbeye tutulup semah`a durmuşsa… Deniz ve toprak bir ana şefkatiyle bağrından bereket ve rızık sunuyorsa O`nun emriyle tüm canlılara… En sert kayalar sinelerinden hayat veren pınarlar fışkırtıyorsa… Bu; Sevgi`nin, Aşk`ın, Cezbe`nin bir tezahürüdür. Evet, Fuzuli`nin deyimiyle:

“Aşk imiş her ne var âlemde/ İlim bir kîl–u kal imiş ancak”

Kaynak, İnzar Dergisi, Yıl 2006, Naşit Tutar