Merdiven üstündeki nesil israfı!
Bismihi Subhanehu.
Günümüzde kalıplaşmış bir cümle var; ‘merdiven altı üretim`… Ve bu durum malzemeden çalmakla kalitesizliğin kanıtıdır.
Şimdilerde merdiven üstünde toplanan kapasitesiz, istisnaların kaideyi bozmadığı kuru bir gençlik var. Amaçsız, davasız, gamsız, saygısız, duruşsuz, kimliksiz ve en mühimi de şefkatsiz. Ne yazık ki, daha sayılamayacak bir dizi yoksulluk eki almış durumdalar. İşin acı tarafı, bu gidişata ‘dur` diyebilecek, doğru yola teşvik edecek duyarlı ve adam akıllı ebeveynleri ve dahi öğreticilerinin bulunmamasıdır.
Herkes birbirini suçlamakta ve sorumluluğu bir diğerine yüklemekle işin içinden sıyrılmaya çalışırken, hadisenin vahameti daha net ortaya çıkmaktadır. Biz ne vakit bu denli eringen (tembel, üşenen) ve sorumluluktan kaçan bir toplum olduk, iyice bir düşünmek gerek. Değerlerimize sahip çıkmanın ve bunu yeni nesile aktarmanın ciddiyetinden uzaklaştık. Yönlendirilmiş bulunduğumuz boş gündemlere kanalize olarak asıl vazifelerimizden kopartıldık(!)…
Gençlik toplumun şah damarıdır ve onlara gelen zarar toplumu hasta eder ve kaybeder. Sağlıksız veya kayıp bir toplum; bitkisel hayat misali, faydasız bilinçsiz ve yaşamıyor gibidir. Çevrenizdeki ergen gençleri uzun bir ara ve farklı mekânlarda gözlemleyiniz; ne kadar samimiyetten uzak, duyarsız tuhaf davranış ve değişik konuşmalarıyla ilgi odağı olma ya da dikkat çekme peşindeler göreceksiniz. Ya çevresindeki popüler grubun ya karşı cinsin dikkatini çekme ya da sırf aykırı takılmak adına yaptıkları daha nice mantıksız eylemleri gözlediğinizde hayretinizi celbedecektir. Karakter oluşumu gerçekleşmediğinden kişi ve mekân farklılıklarına göre değişim göstermekte ve her yerde başka birine dönüşebilecektir. Bazen tam aksine dış dünyaya tamamen kapılarını kapatıp, asosyal ve garip ruh halinden kendilerini kurtaramamaktadırlar. Ve devamında arzu ettiği teveccühü arkadaş çevresi veyahut aile efradından göremediğinde; istediği özel muameleye tabii tutulmadığında psikolojik buhranları inkişaf edecektir.
Ve yine çok mühim mevzuların başında gelen ahlak, inanç ve eğitim yoksunluğundan ötürü, kişisel gelişimlerini tamamlayamamalarıdır. Bu durum, maalesef bir ömür süregelecek sıkıntı ve sorunların ön ayaklarıdır. Ancak çocuğunun manevi gelişiminden ziyade maddi çıkarlarını düşünmekte olan ebeveynler, tüm bu menfi gidişatın ilk müsebbipleridirler. İkinci sıradaki müsebbibi ise sadece dünyalık kazanç için eğitimi sektör olarak değersizleştirenlerdir.
Genç nesle önem vermiş ve onların faydası uğruna zaman harcamış dergi, gazete ve kitaplar ile faydalanılacak eserler oluşturan ilim ehline de; maalesef ne yetişkin ne de muhatapları tarafından, yeteri kadar alaka gösterilmemesi, hatta imtina edilmesi hayâ gerektiren vahim bir tablodur. Toplumun okumaktan ne kadar uzak olduğu, bilgi birikimlerinin ve kelime dağarcıklarının kıtlığı ile gözlemlenebilir. Her şeyde laf ebesi, ilim ve bilimde cehaletten ancak gaf ebesi olmaları bundan mütevellittir.
Hele ki merdiven üstü gençlik, ağzını yayarak bütün vücudunu hareket ettirirken bir taraftan da ne dediği anlaşılmayan garip bir üslup ile ancak yabancı dil misali bir kaç yüz kelime ezberleyip ana dilini tuhaf lisan-ı hal ve kal ile sergilemektedir. Kendilerine ithaf edilen kitapları okumaktan dahi aciz, zavallı bir gençlik mevcut maalesef… Ki kendi üzerlerine alınmayacak kadar kibir ve lakaytlık yüklüler. Saygı ve hürmetin, literatürlerinde yer almaması da ciddiyetini koruyan mevzulardandır. Önem arzeden hiçbir şeyi algılamaya uğraşmayacak ya da elinin tersiyle itecek kadar saygısız ve biraz daha ileride belki de değerli kavramların karşısında durarak toplumda bozgunculuk yaratacaklardır.
Nitekim yozlaşma ve ifsada yönelişin hayra alamet olmadığı dahi algılanamayacak bir ortam oluşmuş; herkes sanki çok huzurlu bir toplum bizi bekliyormuşçasına, deyim yerindeyse arkasına yaslanmış, nefsinin arzularıyla iştigal edecek kadar pervasız hareket etmekte.
Önce kendimizin sonra eş, evlat ve arkadaşlarımızın hayatı ve nihayeti bizim için bu kadar üzerinden atlayıp geçilebilecek basitlik de olmamalıydı. Her koyun kendi bacağından asılmıyor işte! Asılsa dahi etrafı kokutabiliyor ve toplumu rahatsız ya da hasta edebiliyor.
Bütün insani (akraba, aile ve dostluk) bağlarımız, aynı zamanda birer zincir hükmünde bizi sorumluluklarımız nispetinde birbirine bağlamaktadır. Misal: Suya düşerken onları kurtarmadan tek başımıza kurtulamayız. Çünkü bağlıyız!
Bizim hiçbirşeyimizi israf edecek lüksümüz yokken, en önemlisi olan zaman ve yeni neslimizi bol keseden harcamak gibi bir durum sonumuz olur. Ki oluyor da! Kimsenin kılının kıpırdamaması rahatlığı, nefes kesici, can alıcı bir durum! Herkesin bu gidişata normal bakması, ses çıkarmaması dehşet verici!
Herkesin üç günlük dünyada biraz daha rahat etmek namına bu kadar çırpınmasının aksine, evladının torununun yarınlarının bu kadar kaidesiz, disiplinsiz inançsızlıkla birlikte; huzurdan, Haktan, hukuktan bihaber “saldım çayıra mevlam kayıra” mantığı ile bırakılması korkunç ötesinde uykuları kaçırmaya vesiledir. Musibetler, vesile ve sebepler bize imtihanımızı hatırlatmıyorsa vicdanımızı yoklamalıyız. Nerede unuttuğumuza bakmalı onu yerine takmalıyız.
Ahh! Görmeyi, duymayı, hissi, hisseyi,
Anlamakla dinlemeyi
Aramakla bulmayı idrak edememiş henüz,
Eski ve yeni neslimiz!
Ne olacak halimiz?
Bazı seyrüsefer, bazı keyfe-keder,
Haylisüfli sefahat
Gayri garip hal-i pürmelâlimiz!
Dünde kalan izlerimiz?
Yarınımız, sonumuz?
Sonsuzluktaki baki mevkimiz?
Kim bilir biz kimiz?
Neye hizmet ederiz?
Hakikati iyi bilir, arkasından güleriz!
Hakkı hak bilip, batıldan ırak kaçmayı zor zanaat sayarız.
Değil mi ki en zoru ecel terini silmemiz!
Ey gençlik!
Merdiven üstünde heba olmamanız,
Selamete sadık kalmanız temennisiyle…
Kaynak, Nisanur Dergisi, Şükran Eslem