SALZBURG - FERİD HAFIZ
2006'dan bu yana sıkça düzenlenen Alman İslam Konferansı'nın (Deutsche Islamkonferenz - DIK) dördüncüsü, Müslümanların dini hizmetlerini gören Müslüman teşkilatların desteğinden mahrum bir kurumu sadece daha büyük bir mercek altına yatırmaya yarayan bir medya malzemesi olmaktan öteye gidemedi.
2006 senesinde o zamanki İçişleri Bakanı Wolfgang Schäuble 'Alman İslam Konferansı'nın startını verdiğinde, Müslüman dini derneklerden pek çok temsilci, kilise ve diğer dini cemaat mensuplarının sahip olduğu hakları, Müslümanlara da tanıma amacı taşıyan bir diyaloğun parçası olmayı umuyordu. Almanya'da yasal olarak tanınan kiliselerin devlet tarafından finanse edilen bir şekilde devlet okullarında dini dersler organize etme ayrıcalığı olduğu gibi, eğitim, sosyal yardımlaşma ve hayırseverlik alanlarında da benzer ayrıcalıkları var. Ancak Müslümanlar çok geçmeden yeni oluşturulan kurumla gelen zorlukları anladılar. Alman İslam Konferansı'nın, Müslümanların diğer dini topluluklarla eşit seviyede tanınmak için 1950'lerden beri ortaya koyduğu temel teşebbüse bir katkısı olamamış oldu.
Sosyal bilimci Luis Manuel Hernández Aguilar'ın, Alman İslam Konferansı'na dair yazdığı bir analizde ortaya koyduğu gibi, bu organizasyonun ilan edilen amacı, Almanya'da yaşayan Müslümanların Alman toplumuna sözüm ona 'entegre' edilmesi, aynı zamanda da İslam'ın kurumsal olarak entegrasyonuydu. Aguilar şunu ileri sürüyor: "İslami kurumları Almanya'daki mevcut kurumsal yapılara entegre etme hedefi, Müslüman örgütleri, [kendilerine verilen] haklardan muzdarip olma gibi bir paradoksa mahkum ediyor. Bir yandan, İslam'ın kurumsal düzeyde entegrasyonuyla gelecek fazladan hakların reddedilmesini zor buluyorlar, fakat öte yandan, entegrasyon bir kontrol ve düzenleme alanı olarak konuşlandırılmış bulunuyor.” Aguilar'ın Alman İslam Konferansına yönelik bu kritik değerlendirmesi, kendisine, bu organizasyonu, "Müslümanların bir problem ve Alman ulusuna yönelik içeriden gelen bir tehlike gibi ve ırk temelli olarak kurgulanmasına dayalı" bir hükümet tekniği şeklinde kavramsallaştırmasına imkan tanıyor.
Alman İslam Konferansı'nın son raundu bu değerlendirmeyi kâmilen teyit etmiş oldu. Konferansın başlamasından kısa bir süre önce "Seküler İslam Girişimi" [1] adında yeni bir inisiyatif, Almanya'da kamu düzeyinde süregiden İslam tartışmalarının önemli aktörlerinden birçok meşhur şahsiyeti bir araya getiren yeni bir platform olarak kuruldu. Bu kişilerin arasında Seyran Ateş, Avrupa Demokrasi Vakfı'nın [2] üst düzey politika danışmanı da olan Ahmed Mansur ve Necla Kelek gibi İslamofobiklar var. Berlin'deki Free University'den Schirin Amir-Moazami bu girişimi, kendi İslam anlayışlarını benimseyenleri iyi, diğer bütün Müslümanlarıysa geri kalmış olarak tanımlandıktan sonra "kötü Müslümanlara karşı iyi Müslümanlar" gibi bir şablon benimsediği için eleştirdi.
Hristiyan Demokrat Birliği'nin (CDU) düşünce kuruluşu olarak faaliyet gösteren Hristiyan-Demokrat Konrad Adenauer Vakfı tarafından kurulan Almanya Müslüman Forumu gibi diğer benzer platformlar da bu arada bayağı pasif kalarak anlamlarını yitirdiler.
Sembolik olarak, dördüncü Alman İslam Konferansı'nın zor bir başlangıç noktası oldu. Konferans, Hristiyan Sosyal Birliği'nin (CSU) sağcı muhafazakar İçişleri Bakanı Horst Seehofer tarafından açıldı. Seehofer yemin töreninden kısa bir süre sonra yaptığı "İslam, Almanya'nın bir parçası değildir" açıklamasıyla, konferanstan aylar önce manşetlere geçmişti. Bu ifadesini konferansın başında, Türkiye gibi ülkelerin Alman camilerine imam göndermemesi gerektiğini savunarak yeniden vurgulamış oldu. Şansölye Angela Merkel ise, bu açıklamasından sonra Seehofer'le aynı görüşte olmadığını ifade ederek, dört milyon Müslümanın Almanya'nın parçası olduğundan hareketle, onların dininin de Almanya'ya ait olduğunu savundu. Fakat Seehofer, Müslümanların Almanya'nın bir parçası olduğunu inkar etmediğini söylemesine rağmen, tarihsel açıdan bakılacak olursa, İslam'ın Alman kültürünün oluşmasında hiçbir dahli olmadığını ısrarla ifade etmek suretiyle onu, Alman kimliğinin inşasına dair tartışmalardan sembolik olarak tecrit etmiş oldu. Tartışmaların iç yüzüne vakıf olan kişilere göre [3] eski Şansölye Merkel, Seehofer'e, eğer İslam konferansını o organize etmezse kendisinin yapacağını söylemiş. Bu en azından ileriye doğru atılmış bir adım olurdu, zira İslam ve Müslümanların yaşantısı konusunu, güvenlik ve tehdit çağrışımlarıyla dolu İçişleri Bakanlığının uhdesinden alarak nispeten daha tarafsız olan Federal Şansölyelik bünyesine taşımış olurdu.
Genel bir kayıtsızlık görüntüsü veren Bakan Seehofer, dördüncü konferansın açılışından sonra, 'Blutwurst-gate' olarak meşhur olan skandalın fişeğini ateşledi. 'Blutwurst' domuz kanı, domuz derisi, domuz pastırması, domuz eti ve baharatlardan yapılan, pişmiş bir sosis türüne verilen ad. Alman İslam Konferansı'nda Blutwurst ikramı yapıldı ve böylece Alman siyasetçilerin Müslümanların yeme-içme konusunda riayet ettiği kuralları ya bilmediğini ya da -daha kötüsü- umursamadığını açıkça göstermiş oldu. Pek fark edilmeden geçip giden bu ayrıntı, Türk kökenli bir Alman gazeteci tarafından kamuoyuna ifşa edilerek dine yapılmış bir saygısızlık olarak nitelendi. Ancak bu skandal, Alman İslam Konferansı'nın bizatihi taşıdığı çelişkileri de açıkça ortaya koymuş oldu. Konferans, diğer topluluklarla eş bir düzleme yerleştirmek istediği bir dini azınlığa yönelik belli bir entegrasyon siyaseti uygulama amacı güdüyor. Fakat bu azınlığın bizatihi kendisi, başarısız olmuş bir entegrasyon siyasetinin tezahürü. Entegrasyon, bir yerde asimilasyon anlamı taşır ve bu nedenle 'gerçek eşitlik' dışında her şeydir. Daha gidecek çok yol var.
Kaynak, Anadolu Ajansı/ Ferid Hafız
........
[1] https://bridge.georgetown.edu/research/new-german-initiative-unites-islamophobes-and-cultural-muslims/
[2] https://bridge.georgetown.edu/research/the-global-muslim-brotherhood- conspiracy-theory/
[3] https://www.zeit.de/gesellschaft/zeitgeschehen/2018-11/deutsche-islam-konferenz-islamverbaende-dtip-zentralrat-muslime/seite-2