Abdulkadir Turun / Analiz

1946’da Türkiye’de yayımlanan sağ eğilimli bir dergi, Fransa’da Dö Gol’un istifasını büyük bir felaket olarak aktarıyor; Doğu Avrupa’ya hükmetmeye başlayan Sovyet Rusya’nın Fransa’yı ele geçirip Batı Avrupa’ya da hükmetme tehlikesini okuyucusuna "kuvvetle muhtemel” bir facia olarak duyuruyordu.(1)

Ondan sadece birkaç yıl sonra, üstelik, Güney Asya’dan Afrika’ya, Afrika’dan Güney Amerika’ya dünya hızla sosyalistleşirken, Şehid Seyyid Kutup, sosyalistleşme geçici bir eğilimdir; asıl tehlike Amerika’nın “demokrasi” iddiasıyla dünyanın tek gücü haline gelmesidir, diyor; bu tek kutuplu dünyanın yol açacağı tehlikeyi haber veriyordu.

Şehid’in sözlerinin üzerinden 40 yıl geçmeden sosyalizm çöktü; onun herkesten önce duyurduğu Amerikan merkezli tek kutuplu dünya kuruldu, İslam’ın kadim topraklarında “demokrasi” iddiasıyla Amerikan tankları görüldü; Amerikan askerleri insanlara insan haklarını vermek üzere insan katletti.

Batı, güçlenmenin yolunu başkalarının gücünü yutmakta bilir; müreffeh bir hayat yaşamak için kapısına köle ister, ekmeğini hep dışarda arar; başkalarının kendi öz imkânlarıyla ekmek sahibi olmasını kendi refahı için tehdit görür. Buhran yaşadıkça dışarıya açılır; ya ham madde için ya pazar için savaşır, hem askeri hem bilimsel gücünü sömürgeler edinmek için kullanır.
Teknik bir ilerlemenin neticesi olan ilk keşiflerden hemen sonra ilk sömürgeler geldi. Buharlı gemiler, köle taşımak için uygun bir araç oldu. Batı, hammadde için Çin’den Güney Amerika’ya nice ülkenin zenginliklerine el koydu, dünyayı onlar için zindana çevirdi. I. Dünya Savaşı da malum olduğu üzere pazar arayışının bir neticesiydi. O arayış uğruna milyonlarca insanın canına kıyıldı.

Batı, çalarak ve köleleştirerek ulaştığı zenginliği büyük bir israfla tüketti; şimdi yine bir buhran eşiğindedir ve çıkışı yine dışarda aramaktadır.

1990’lardan bu yana Amerika’nın İslam dünyasına yönelik hareketliliğinde, Yahudi kindarlığının yanında bu vardır; gerisi yalandır. Kapitalizmin ideolojisi yoktur; kapitalist Batı’nın tutumlarının tek belirleyeni menfaattir, dolayısıyla insana, tabiata, mala korkunç bir hırsla hükmetme isteğidir. Bundan başkası aldatmacadır.

DÖRT YANILGI

Amerika’nın İslam dünyasına yönelik projelerinden şu dört neticeden birini veya birkaçını bekleyen ve bundan bir çıkar elde etmeyi umanlar var:

İslam dünyasında insan haklarının daha çok önemsenmesi

Yeni bir Osmanlı

Dengeyi sağlayacak bölgesel güç veya güçler

Mezhepsel bir zafer

Bu projeyle ilgili görüş ileri sürenlerden (eğer görüşlerinde samimi iseler) en çok mahçup olacak olanlar, eğer lobici iseler (ki çoğu öyledir) en çok lanetlenecek olanlar; onun hedefleri arasında insan haklarından, halkların yönetime katılma isteğine karşılık vermekten, bireyi ekonomik ve hukuk bakımından güçlendirmekten söz edenler olacaktır. Yok öyle bir şey. Bu, bir palavradır; “Demokrasi, insan hakları, bireyin güçlendirilmesi” iddiaları, sömürgeleştirme projesinin etrafına sarılmış bir paravandır. Bir aldatmacadır, yalandır.

İspat mı?

Amerika’nın bugünkü amaçlarıyla sömürgeci Batı’nın dünkü amaçları arasındaki benzerlik

Bugün insan hakları konusunda yaşanan çelişkiler

Bunun yalan olduğunun ispatı için yeterli değil midir?

Dünün kapitalist, sömürgeci, şirketçi İngiltere’si Hindistan’ın zenginliklerini çaldı da bugünün Amerika’sı Irak’ın zenginliklerini Iraklılara mı bırakıyor?

İngiliz, Fransız hakimiyetinden geçmiş hangi İslam ülkesinde bugün insan hakları vardır? Bugün müdahale gerekçesi yapılan Irak, eski İngiliz; Suriye de eski Fransız sömürgesi değil miydi? Keşke bu ülkelerdeki zindan sayısı sömürge öncesi ve sömürge sonrası olarak bilinse...

İslam dünyasında hangi diktatör Amerika’nın desteğini görmedi? CIA, hangi İslam ülkesine işkence tekniklerini öğretmedi? İngiltere, Fransa, hangi diktatöre silah satmadı?

BU SAVAŞTAN OSMANLI ÇIKMAZ
Bu savaşın baş aktörü Amerika değil mi? Amerika bir zamanlar; Papalık merkezi Roma’ya; Avrupa’nın kalbi Viyana’ya dayanan bir Osmanlı’yı neden diriltmek istesin?

Osmanlı’nın kuruluşu; iç unsurlar açısından, kurucularının samimiyeti ve onların yönlerini karışıklık içindeki Selçuklu beyliklerine çevirmektense Bizans’a çevirmesinde; dış unsurlar açısından da Bizans’ın zayıflamasına ve Moğolların yol açtığı kargaşaya karşı huzur arayışına dayanır.

Bizans ve Moğolların katil atlılarını İslam köylerine ulaştırmak isteyenler, onlara rehberlik edecek olanlar, hangi Osmanlı’nın kurucusu olabilir? Amerika, bu coğrafyada bir Osmanlı’nın değil, olsa olsa bir sömürge vekili devlet idaresi kurmak ister.

BÖLGESEL GÜÇ HAYALİ
Bu, bir gücü etkin kılma savaşı değil; bölgedeki bütün güçleri bir sıra içinde etkisizleştirme savaşıdır.

Ahmet Davutoğlu’nun Batı-İslam ülkeleri ilişkileri tezi şuydu: Batı, Türkiye, Mısır, İran kartları üzerine oynar. Birini kendisine bağlar, birini zayıf tutar, diğerine düşmanlık ederek o düşmanlık üzerinden bölgesel politikalarını yürütür.

İran’a düşmanlık malum; Mısır şu anda bitkisel hayatta, ya Türkiye?

Bu savaşta Türkiye’ye öncü bir rol biçenlerin bir iddiası ve bir de önerisi var.

İddia şu: Türkiye ile Amerika arasındaki 60 yıllık hiyerarşik bağ (emir-komuta ilişkisi) son buldu; onun yerini “model ortaklık” aldı.

Öneri de şu: Türkiye, Irak konusunda tankların önünde durdu, kaybetti. Bu sefer tankların önünde durmaktansa zırhlının şoför mahaline otursun, kârlı çıkar.

Bu iddia da öneri de yersizdir. Ortaklık, amaç ve güçleri birbirine yakın yapılar arasında olur. Türkiye ile Amerika arasında hangi “yakın amaç”tan söz edilebilir, varsa böyle bir amaç neden açıklanmıyor? Güç yakınlığının olmadığı ise ortada... Güç dengesizliğinin olduğu yerde küçük ortağın büyük ortağın hedefleri için bir araca dönüştüğü de bilinen bir gerçek...

Körfez Savaşları sırasında Türkiye, zırhlının önüne geçmedi; bizzat zırhlıya yol verdi ve kaybetti. Bu savaşta da öne geçen kaybeder. Savaşların şaşaası geçtiğinde acıları hatırlanır. Türkiye’nin Arap dünyası konusunda saldırgan bir tutum izlemesi, İslam dünyasında I. Dünya Savaşı ve israilin kuruluşunun yol açtığı ve henüz yeterince kabuk bile tutmayan yaraların deşilmesine yol açar. Amerika ve israilin istediği bunun ta kendisi değil midir?

Türkiye gibi Suudi Arabistan’a “bölgesel güç” rolü verilmiş değil, şu anda Suudi; Yemen ve Bahreyn’e doğru (Artık savaşmak yerine yerel güçleri savaştıran Amerika adına) açılmışsa bile yarın bir bölünme sorunuyla karşı karşıyadır. Çünkü hedef, büyük bir güç oluşturmak değil, olan güçleri de çatıştırarak, bölerek tüketmektir.

Türkiye’nin alanı daraltıldı, Suudi’nin alanı daraltılıyor; iş bırakıla bırakıla Katar kolonisine bırakıldı.

Bu koloni uzun bir süredir, medya üzerinden ve bazı alimlerin oraya sığınmasıyla onun ekonomik gücü, sosyal bir güçle desteklenip bir siyasi iktidara dönüştürülmek isteniyor.

Neden Katar gibi etkisiz bir yapı? Düşünülmeye değmez mi?

MEZHEPSEL ZAFER HEZEYANI

Dün Sünnilik adına (gizli veya açıkca) Saddam’ı savunanlarla bugün Suriye politikasına Şia meselesini alet edenler hemen hemen aynı kişilerdir.

Saddam da Esed ailesi de İslam coğrafyasının temeline konmuş birer dinamittir. Onların hikâyesi, İslam dünyasındaki bütün ulusalcı liderlerin hikâyesidir.

Keşke imkân olsaydı da Saddam’ın lime lime ederek şehit ettiği Ehl-i Sünnet alimlerinin hayat hikâyesini size aktarabilseydim. (O konudaki araştırmam ne yazık ki yarım kaldı.)

Ya Esed? Bunlar, Mişel Eflak’ın evlatları değil mi? Bir ulusal sosyalist, (Saddam) Sünniliği nasıl temsil edebilir? Diğeri de ulusal sosyalist ve Şii de değil Nusayri kökenli, Şiiliği nasıl temsil eder? Bu savaştan Sünni veya Şii bir zafer bekleyenler, fikirlerinde isabetsizliğe doymamışlarsa bir daha isabetsizliği tadacaklar.

İşgal güçlerini bu topraklara her ne sebeple olursa olsun davet eden, onlara yol veren hiç kimse tarihin hiçbir aşamasında ölümünden sonra iyilikle anılmadı. Bu faciaya yol açanları gönül rahatlığıyla savunmaya hiçbir dilin gücü, hiçbir kalemin mürekkebi yetmedi.

Küçük noktalara odaklanıp büyük resmi kaçıranlar kazanmak isterken hep kaybeder. Kurtuluş için tek yol İslam’dır; ona hizmet eden hiç kimse zelil olmadı, ona düşmanlık eden hiç kimse aziz olmadı. Kurtuluş, sadece İslam’ın yanında yer almaktır, uzak ve yakın bütün zalimlerden uzak durmaktır. Bu, üçüncü yol değil, asıl yoldur, gerisi sapmadır.

Dipnot:
(1)Dö Gol (Charles De Gaulle), II. Dünya Savaşı’ndan sonra Fransa’yı toparlayan savaş adamı ve Fransız Cumhurbaşkanıdır.