İyi ki Ahiret Var

Dünya kime kaldı ki?... Nice Firavunlar, Nemrudlar, tiranlar, yenilmeyeceğini sanan krallar, imparatorlar neredeler? Bütün kan emicilerden, saltanatlarını mazlum ve mustaz`afların kanları ve canları üzerine inşa eden despotlardan geriye kimler kaldı? Geriye dönüp baktığımızda; tarihe adını kanlı harflerle yazdıran bütün zalim ve cebbarların kendilerine biçilen rolü oynadıktan, muvakkat ömürlerini tükettikten, sayılı nefeslerini verdikten sonra bir lanet sembolü olarak tarihteki yerlerini aldıklarını ibretle görürüz. Kendi acizliklerine bakmadan, kendilerini pohpohlayan sallabaşların dolduruşları, şeytanın rehberliği ve nefsin doymak bilmeyen tahrikleri neticesinde kendilerine ilahlık payesi biçen ölümlülerden eser yok şimdi…

Bu, böyledir… Yüce Allah`ın eşyaya koyduğu kanun budur. Kendisinden başka ilah olmayan, Ezeli ve Ebedi olan Allah, her şeye bir ecel biçmiştir. Bu nedenle ölüm; hiç kimsenin, kendisine biçtiği sıfata aldırmadan, anında geliverir. Sayılı nefesler tükendikten sonra, tek bir nefesin dahi alınışına izin verilmez. Çünkü ömür, insana emanet olarak muvakkat bir süre için verilmiştir. Bu muvakkat süre içinde, kimin ne yaptığına, emaneti nasıl değerlendirdiğine bakılacak; sonsuzluk yurdu olan ahirette ona göre muamele görecektir.

Üzerine oturdukları rahat ve lüks koltuklarında, Müslümanlara ve inançlı insanlara nasıl zulmedeceklerini düşünen, bu yolda planlar kuran, inançlı insanları düşman algılamasında birinci sıraya oturtan, akıllarından bir an dahi ölümü geçirmeyen kişilerin bu yaptıklarının yanlarına kâr kalmayacağını aklı başında olan herkes bilmektedir. Bunlar; inanmadıkları veya inandıkları halde varlığından şüphe duydukları, hatta ‘dogma` diyerek hezeyanlarda bulundukları İslamî hakikatlere ve ahiretin varlığına karşı yürüttükleri düşmanlığın semerelerini, hazırlanmış olan ‘elim bir azaptan` tadarak göreceklerdir. Bunlar; Müslümanların isimlerini taşımış olsalar da, durum değişmeyecektir. Zira Kahhar olan Allah`ın gazabı isimleri değil, amelleri esas almaktadır. O halde, yaptıklarından dolayı hemen azaba uğratılmamaları bizi üzmemeli ve umutsuzluğa sevk etmemelidir. Çünkü Yüce Allah, zulmettikleri Müslümanların hakkını almak için onları “…Yalnızca gözlerin dehşetle belireceği bir güne ertelemektedir.” (1)

Daha düne kadar, yeryüzünde hiç ölmeyecekmiş gibi kalacağını sanan, Müslümanlara kin kusmaktan geri kalmayan, çeşitli yasal ve kanuni engeller çıkararak Müslümanlara hayatı zindan eden kişilerin esamisinin okunmadığını görmek, insana bir ferahlık veriyor elbette. Aynı ferahlığı, onların ahirette görecekleri azap için de hissetmeliyiz. Asıl olan dünya değil, ahirettir. Dünyada bize ‘haddimizi bildiren` kişilere, ahirette hadlerinin öğretildiğine hiç kuşkumuz yoktur. Hem imanımız, hem ahiretin varlığı, hem adalet-i mahza böyle olmasını gerekli kılıyor. Müslümanlara zulmedenler; ölümü gördükleri anda, dünyaya hiç gelmemiş olmalarını diliyorlar mıdır bilemeyiz ama öldükten sonra yaptıklarının karşılığını gördüklerine dair en küçük bir şüphemiz yoktur.

Bu, bütün zalimler için böyledir. Bu zalimlerin; zulümlerini niçin yaptıkları, neyi korumaya yönelik endişe taşıdıkları, ‘kalplerinin temiz olup olmaması`, ‘babalarının hacca deveyle gitmiş olması` veya ‘ninesinin de başörtülü` olup olmaması, onların ahirette karşılaşacakları ilahi azabı değiştirmeyecektir. Çünkü “…Onlar için alçaltıcı bir azab vardır.” (2)

Aynen ömür gibi, makamlar da gelip geçicidir. Makamların kendilerine vermiş olduğu geçici güç ve iktidarı kendi düşmanlıkları için bir silah gibi kullanan kişiler, bir süre sonra zulmettikleri insanların ayakları altında paspas olmaya mahkûm olacaklardır. Dün böyleydi, bugün böyledir, yarın da böyle olacaktır. Bu, Sünnetullah`tan gelen bir realitedir ve yaşamın doğal kanunudur. Hiç kimse dünyada ebedi bir ömür süremeyeceği gibi, makamların kendilerine sağladığı güç ve iktidarın sefasını da, zevali yokmuşçasına diledikleri gibi süremeyeceklerdir. Ya Azrail Aleyhisselam`ın pençesiyle ya da Yüce Allah`ın bir başka zalimi kılıç gibi kullanmasıyla onlardan intikam alınacak ve hak ettikleri karşılığı göreceklerdir. Müslümanlara zulmettikleri anda, Yüce Allah`ın onlara azap etmemesi, hâşâ ihmal etmesinden değil, onlara mühlet vermesindendir. “Allah ihmal etmez, imhal eder” gerçeğini unutmadan sabır silahını kuşanmak lazımdır.

“Sakın Allah`ı, zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma; onları gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne kadar ertelemektedir.” (3) İşte o gün geldiğinde; sırf inançlarından dolayı dışlanan, takibatlara uğrayan, ikinci sınıf insan muamelesi gören Müslüman kadın ve erkeklerin intikamı çok şiddetli bir şekilde alınacaktır. Evet; o gün, ‘En büyük benim. Kurallar, kanunlar benden yana…` düşüncesiyle kükreyen zavallıların korkudan gözleri dışarı fırlayacaktır. “…Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılâba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.” (4) Evet; onlar bunu bilip anladıkları anda, mazlum ve mustaz`af Müslümanlar da gönül hoşluğu içinde Rablerine hamd ederek “İyi ki ahiret var” diyecekler.

Allah`a ve O`nun Yüce Resulü Aleyhisselatu Vesselam`a karşı düşmanlık edenlerin, tarihin hiçbir döneminde emellerine ulaşamamış olmaları, gönlümüze ve ruhumuza umut tohumları serpmektedir. Mademki Müslümanlar her çağ ve dönemde ‘zor`un adamı olmuşlardır, mademki İslam`a ve Müslümanlara düşmanlık edenler hiçbir zaman o çok arzuladıkları küfür rejimini tamamıyla hâkim kılamamışlardır ve mademki her dönemde Müslümanlar adeta küllerinden yeniden doğmuşlardır, o halde üzülmeye gerek yoktur. Geçici saltanat sahiplerinin, geçici bir müddet yapacakları zulüm, hak tanımazlık, dışlama vb. gibi faaliyetlerini görüp yılmak, ‘zor`un adamı olan Müslümanların yapacağı işlerden değildir. Bilal (ra)`in kızgın kumlarda akıttığı terler ve ciğerinden kopup şirkin suratına çarpan ‘Ehed` haykırışları, Ümeyye`yi nasıl Bedir kuyularına, Mekke şirk düzenini de nasıl tarihin çöplüğüne atmışsa; hiç kuşku yok ki, bugün de inançlarından dolayı zulme uğrayanların feryatları, aynı şeyin gerçekleşmesi için vesile olacaktır. Şüphesiz zulüm ilelebet devam etmeyecektir. Zira “Küfür devam eder, ama zulüm devam etmez”

……………

(1) İbrahim Suresi: 42

(2) Mücadele Suresi: 16

(3) İbrahim Suresi: 42

(4) Şuara Suresi: 227

Kaynak, İnzar Dergisi, Yıl 2007, Naşit TUTAR