Araf

Araftayız efendim, doğrulamayışlarımız hep ondan. Kolay mı? Omuzlarımızda iki yurdun yükü var. İnsanoğlu değil miyiz; severiz biz, boş olanı dolu olana tercih etmeyi. Etmesek de, severiz ikisini aynı anda gönlümüze sıkıştırıp, idare etmeyi ve edebilme çabasını. Başarılı oluyor muyuz; orası tartışılır elbet. Bir girilse o mevzuya, çıkabilene aşk olsun. Ama yaşamak yükü ve ağrısının, bizi düşünmeye ve sonra müspet bir sonuç elde etmeye sevk etmeyip, bunda yetersiz kaldığı aşikar.

Araftayız. Ne dünyaya sırt çevirebilecek kadar cesaretimiz var, ne de sadece ahirete yönelebilecek kadar teslimiyetimiz. Tutunamayıp arada kaybolacağımıza dair endişeler de bırakmıyor yakamızı. İkisini aynı anda idare etme gayreti, iki sevgiyi eşit oranda içimizde muhafaza etmeye dair çabalarımız yoruyor bizi. Düşünce yapılarımız neye göre şekil alacağını bilmiyor, arafta bocalıyor tabiri caizse. Konuşmalar ağır aksak. Lisana zuhur eden cümlelerimiz karmakarışık. Birbiri içine girmiş, birbirinden ayırt edilemeyecek duruma gelmiş olan iki yurdun o ağır yükü, bizi saflık ve duruluktan uzak, saffetten ve güzellikten hali olmuş bireylere çeviriyor.

Bunları görebilecek basirete sahipken bile, gözümüzün önünde sayısız emsaliyle bire bir muhatap olurken, aynı çukura tekrar tekrar düşüyor oluşumuzu, bu kısır döngüden bir türlü çıkamayışımızı, insin lisanında tarife yetecek sözcüklerimiz yok maalesef. Zira bu; iki yoldan aynı anda yürümeye çalışmak kadar, iki şeyi aynı anda düşünmek kadar, hem oturup hem de yürümeyi istemek kadar gülünç, bir o kadar beyhude.

Araftayız. Var olduğumuz bu ahval, dünyaya, İslam âlemine tehlike saçıyor. Bu bizi korkunç, insanlık âleminde şu asra kadar benzeri görülmemiş bir bataklığın içerisine sürüklüyor. İkiye böldüğümüz kalbimiz, gün gelecek bizi terk edecek farkında bile değiliz. Zamanla mutlaka bir sevgi diğerine galip gelecek, bir diğeri mağlubiyeti yaşayacak. Ne dünya ahiretle aynı kalbi paylaşmak isteyecek, ne de ahiret dünyayla aynı ortamı paylaşmayı kabullenecek. Biz istediğimiz kadar mücadelesini verelim. Allah`ın ve Resulünün razı olmadığı, bu ikisini aynı anda memnun etme çabaları boşa çıkacak.

Acıdır; yorulmuşluğumuz, yitirmişliklerimiz, takatten düşmüş bedenimiz, kirlenmiş iç dünyamızla baş başa kalacağız. Bu, dünyanın fani insanına intizam ile konulmuş kanunu. Kaçışımız yok, amenna. Ama kurtuluş mümkün, alternatif çok, selamete çıkan kapılar ise sonuna kadar açık…

Oysaki yürüyüp gidiyoruz. O yolun sonunu her nefis gibi bizde göreceğiz, şüphe yok. Saatin tik tak sesleri hiç durmadan, ömrümüzden dakikalarımızı, yitirilmiş yıllara çeviriyor. Dünya rengârenk sabahlarını yitiriyor usul usul. Yapraklar bir gelişin, gidişinin de olduğunu fısıldar gibi birer birer düşüyorlar toprağa. Âlem tek lisan ile öldüğünü, yeni bir doğumun gerçekleştiğinin sinyalini veriyor bize. Her anına tanıklık ediyoruz bu âli mucizenin. Bu yok oluşlarıyla meşhur kâinatın içerisinde, bir gün yok olacağımızın bilinci her zerremize zuhur ederse, birçok şeye, birçok açıdan, kuşkusuz daha net bakacağız. En azından fani olan ile baki olanı aynı seviyede tutamayacağımızın idrakine erişeceğiz.

Dönelim kendimize ve dünya üzerinde aldığımız yaralara bakalım önce. İmtihan yurdu ile baki âlemi, bir kalbe yerleştirmekten soyutlanalım. Yükümüzden kurtulalım. Ağırlığımızı atalım. Kendimizi kandırmaktan vazgeçmekle başlayalım işe. Biraz gerçekçi olalım mesela. Gözümüzün önünde cereyan eden maddi manevi her ne varsa, bizi düşünmeye sevk etsin. Dünyanın ahirete değil de, ahiretin dünyaya galip gelmesinin, biz Müslümanlar`ın bu dar-ı fanideki en mühim meselesi olduğunu unutmayalım bir an bile. O zaman kuşlar kadar hafif ve hür olacağız inşallah. O omuzlarımızdaki fazlalıktan kurtulacağız. Gönlümüzde ahirete olan iştiyak ağır bastığında, dünya onun birazda olsa gerisinde kaldığında, tadından yenmeyecek o manevi nimetlerle içimizde çiçekler açacak. Çok değil, az biraz ahiret dünyanın önüne geçsin, dünya nazarımızda, tüm sıkıntılara rağmen huzur ile cennetten bir bahçe olacak. Buna inancımız sonsuz.

Peki ya az biraz değil de, kalbimiz dünyadan tamamen soyutlanıp, ahiret içimize zerre zerre nakşolsa? Gelin biraz da onun hayata yön veren, bize iki dünyaya da ilhak edeceği saadeti düşünelim. Hayal edelim. Yegâne temennimiz o olsun. Ve sonra, o hayali huzur ile katıştırıp gerçeğe çevirelim.

Selametle kalın efendim…

Kaynak, Nisanur Dergisi, Amine Baran