ÇOCUĞUMUZU NİÇİN EĞİTİYORUZ?
...
Şüphesiz ki göz önünde tutulacak ilk şey, konunun hükmi boyutudur. Çünkü çocuk eğitimi ve yetiştirilmesi ilahi bir teklif, yani Allah'ın farzlarından bir tanesidir. Allah-u Teala çocukların İslami esaslara göre eğitilmek suretiyle yakıtı taşlar ve insanlar olan cehennem ateşinden korunmasını emretmiştir. Bu farziyet sünnet ile de kaimdir. Allah'ın Resulü nübüvvetin hiçbir aşamasında çocukları ihmal etmemiş, mütemadiyen ve programlı bir şekilde bu çalışmayı gözetiminde tutmuş ve sahabeleri de sürekli buna teşvik etmiştir.
İkinci olarak; Evladın ebeveyn üzerinde birtakım hakları mevcuttur. Bunların en önemlisi de tüm alemlerin Rabbi olan Allah'ı tanıtması, İslami bir terbiye ile eğitmesi, helali-haramı tanıyacak ilme erdirmesi, iyi-kötü ayrımını yapacak muhakemeye kavuşturmasıdır. İslâmi hassasiyet üzerine kurulu bir dengeye nail olma, ancak çocukluk döneminde hasıl olacak bir edinim olduğundan ve çocuk da bu kazanıma ulaşacak yetilere sahip olmadığından sorumluluk, evlada ait bir hak olarak ebeveyn üzerinde bir “deyn” dir.
Toplumsal maslahat itibarıyla aile eğitimi, özellikle de çocuk yetiştirmek büyük bir öneme haizdir. Bu konunun toplumun akibetine yönelik bir endişe olarak algılanmasıyla beraber aynı zamanda emr-i bil maruf, nehy-i anil münker farziyeti kapsamında algılanması, tüm Müslümanlar açısından bir zorunluluktur. Bir Müslüman'ın toplumsal endişelere bigane kalması, imanın ilkeleri ile bağdaşmaz.
Çocuk sahibi olmak, alelâde vakalardan değildir. Aynı şekilde çocuk da küçük cüssesi ve olaylara yargı koyamayan gayr-ı reşit yapısıyla münhasır değildir. Çocuğun “çocuk” olarak kaldığı zaman itibarıyla toplumsal sürece etkisi olmayan bir kemiyet olarak algılanması belki doğru olabilir; ancak zaman durağan değildir. Üstad Bediüzzaman'ın deyimiyle: “Bütün gelecekler yakındır.” Çocuk, ancak “gelecek” olarak algılanırsa doğru tanınmış olur. Çocuk, en açık ifadeyle “umut” tur. Müslümanlar açısından zaman istikbalin yani ahiretin güzergahıdır. Çünkü Eşref-ül Mahlukat, hayatı ahiretin tarlası olarak tarif etmiştir. Dolayısıyla istikbali sağlam bina etmek isteyen Müslümanların çocuğa bakış açıları farklı olmalıdır.
Batılı bir filozof da çocuğu “insanlığın babası” olarak tanıtmaktadır. Çünkü çocuk, yarını inşa edecek olan mühendistir. Hatta bundan da öte sonraki nesilleri de kendileri yola koyacaklarından yarından sonrasının da sahipleridir. Bu nedenle yarını ve yarından sonrasını nasıl görmek, nasıl bir miras bırakmak istiyorsak çocuklarımız olan yeni nesli de buna göre yola koymak durumundayız.
Bugün toplum olarak günü yaşıyoruz. İstikbale ve ahirete yönelik bir endişe taşımayan gençlik kesiminde yürek yakan bir debelenme mevcuttur. Kendine ve mukaddesatına yabancı, yaşantısıyla; kimliğini, inancını inkar eden, böylelikle de ufkunu kapatmış bir kitle ile karşı karşıyayız. Bu vakayı doğru okumak, bizim için çok önemlidir. Zira bu gemiyi yeni nesil değil, bir önceki kuşak karaya oturtmuştur. Dolayısıyla sinekleri kovmaktan ziyade bataklığı kurutmak amacında olmalıyız. Yani yarın da aynı akibetle yüzleşmemek için istikbale maya atmak, İslamı özümseyerek benimseyen bir nesli hazırlamak zorundayız.
İşte bu noktada hassasiyetle üzerinde durmamız gereken iki realite ile karşı karşıyayız:
a−Bugünkü öncelikli temel sorun inanç yoksunluğudur. Bu yoksunluk kişileri değişik anlayış ve yanlışlıklara sürüklemektedir. Yani sağlam ve güvenilir bir kaynaktan beslenmek yerine kulaktan duyma ifadelerle sorumluluklar yerine getirilmeye çalışılmaktadır. İşte bu kıt veya yanlış bilgilendirme Allah'ın hudutlarının pervasızca ihlaline yol açmaktadır. Bu ihlallerin tabi ki temelinde nefsi istek ve arzulara göre hareket etme anlayışı vardır. Durum bu olunca İslama dair öğrenilen nefsi istek ve arzulara mutabık (!) hükümlerle amel edenler bir taraftan, toplumu kendi kişisel çıkar ve menfaatleri doğrultusunda saptırmak için çaba sarfedenler de bir yandan toplumu ifsad etmede önemli roller alırlar.
Dolayısıyla çocuklarımızı eğitirken tüm bunları göz önünde tutarak eğitmemiz, inanç esaslarını, eğitimimizin temeline yerleştirmemiz bir zorunluluktur. Çocuğumuzun ifsat olmuş statükoya mukavemetinin kaim olması, onun ruhuna yerleştireceğimiz Allah sevgisi ile mümkün olur. Allah sevgisi, beraberinde in san sevgisini de getirecektir.
b−Hastalık tespit edilmiştir. O halde bunun çareleri aranmalıdır. Bizce geçerli en iyi reçete; tüm bilinç ve şuurda mesafe katetmiş kardeşlerin çok sıkı bir diyaloğ ve bilgi alışverişi içinde olmalarıdır. Böylece hem kendilerini gelen her türlü tazyik ve erezyondan korur hem de çocuklarının da kendi aralarında sıcak bir diyaloğ kurmalarına vesile olurlar. O halde her nerede olursa olsun arıyı çeken bir bal damlası gibi kardeşler de birbirlerine gidip gelmeli bu konuda üretkenlik arzetmelidirler. Tabi bu gidiş gelişler zamanla yeni arayışlar getirecektir. Sonuçta halka güngeçtikçe genişleyecek ve toplumun tabanına inip, ağır hasta olan toplumun şifasına sebeb olunabilecektir. Anladık ki bu hastalığa hep beraber, birlik ve ihlas ruhuyla karşı koyabiliriz.
Hepimiz, çocuklarımızın Allah sevgisi ile yetiştirilmesini hayatımızın projesi olarak kabul etmek, bu hedef için gereken fedakarlık ve külfete hazır olmak durumundayız. Allah'ı sevmek tabiiki O'nun bize vaz ettiği düsturları kabullenmeyi gerektirecektir. Allah Resulü (sav)'nün hayatını bu yönden incelediğimizde çocukların eğitimine ne kadar önem verdiğini, çocukların Onun için ne kadar değer arz ettiğini anlarız.
Rabbimizden dileğimiz o ki, bu ahir zamanda varolan her türlü fitne ve fesattan bizi ve ehlimizi muhafaza etsin, O'na gönülden bağlı nesiller yetiştirmemiz için bize güç ve takat versin (amin).
Kaynak İnzar Dergisi, Şehzade DEMİR