Yaşadığın Anı, Ömrünün Son Anı Olarak Bil!

Yaşadığın anı, ömrünün son anı olarak bil. Nasıl ölmek istersen, öyle yaşa ve nasıl dirilmek istersen, öyle öl.

Öldüğümüz hal üzere dirilecek olmanın gerçeğini bir an bile hatırdan çıkarmayarak sırat-el müstakim üzere bir hayat yaşamanın gayretiyle son nefesimize hazırlık yapmalıyız. Büyük pişmanlıklar yaşatacak bir son nefes mi olsun, yoksa sonsuz saadet yurduna kanat çırpmamıza vesile olacak bir davetiye hükmüne mi geçsin son nefesimiz? Bunun tercih hakkı elimizde olduğu ve nasıllığına kendimiz karar verdiğimiz halde, nedense son nefesimizi hep pişmanlıklar içinde zorlayarak vermenin yanlışlığına düşüyoruz. Bu, hiç de yabancı olmadığımız, acı bir gerçektir ne yazık ki!..

Bize emaneten ve muvakkat bir süre için verilmiş olan ömür sermayemizi, sahibinin rızası doğrultusunda harcamamanın ziyanını daha ne zamana kadar yaşamamız gerekecek? Bu öyle bir zarar ki, telafisi yoktur. Öyle bir kaybediş ki, yeniden kazanma imkânı yoktur. Adım adım idam sehpasına yürüdüğümüz ve yolun sonunda boynumuza yağlı urganın geçirileceğini bildiğimiz halde, böylesine rahat oluşumuzun akılla bağdaşır bir yanı olmasa gerek. Çünkü ölüm çok yakınımızda… Soğuk nefeslerini her an ensemizde duyacak kadar bizimle birlikte dolaşmakta… Elini boynumuza atıp gittiğimiz her yere gitmekte, bizimle birlikte yiyip içmekte, uyumaktadır. Attığımız adımın, son adım olmayacağına hiçbir garantimiz yok. Ağzımızda çiğnediğimiz lokmayı yutabileceğimiz şüpheli… İçtiğimiz suyun sonunu getirebileceğimize kim kefil olabilir? Neden uykudan bir daha uyanamayabileceğimiz gerçeğini göz ardı ediyoruz hâlâ? “…Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı?..”(1) deyip korku, telaş ve pişmanlık içinde etrafımıza bakınacağımız günler çok mu uzak geliyor bize?

Bütün uzakların yakın olacağı gün, hiç şüphesiz gelecektir. Her can sahibine bir ecel verilmiştir ve “Her nefis ölümü tadıcıdır…”(2) Bundan asla kaçış olmadığına ve lezzetleri acılaştıran son, er ya da geç vuku bulacağına göre, akıllı bir insanın yapması gereken; daha yaşarken, daha vakit varken, daha henüz iş işten geçmemişken ölüm tercihini belirlemesidir.

Şurası bir gerçektir ki, ölüm meleği, tercih ettiğimiz ölüm üzere gelecektir ruhlarımızı kabzetmeye. Peygamberlerin, Allah dostlarının, salihlerin, şehidlerin ölüm hali üzere mi vermek istiyoruz emanetimizi, yoksa günahkârların, mücrimlerin, cebbarların, zalimlerin, tağutların, kâfir ve münafıkların ölüm hali üzerine mi vermek istiyoruz. Bunun nasıllığı elbette bizim elimizdedir. Çünkü nasıl yaşarsak, öyle öleceğiz ve nasıl ölürsek, öyle dirileceğiz.

İmanımız; ölümün bir yokluk olmadığına, aksine ölümün olmadığı yeni bir hayatın başlangıcı olduğuna, kalbimizde herhangi bir şüphe duymadan inanmayı gerektirir. İnanırız, ancak çoğu zaman gereğini yerine getirmeyiz ne yazık ki… Yeni bir hayat varsa, o hayata yatırım yapmanın zaruretini hiç kimse inkâr edemez. Yatırım yapılmadan hangi ticaret kâr getirmiş ki, sonsuz bir hayat, yatırım yapılmadan kazanılsın? Ahiret için ticaret yapmak, dünyevi menfaatler için ticaret yapmaktan çok daha akıllıca, çok daha ulvi, çok daha asil ve kulluğa yakışan bir davranıştır. Hele de Allah ile bir alış-veriş ve ticaret yapmak ne kadar büyük bir asalettir! Rabbimiz bu ticareti yapan kullarını ne de güzel övmüş ve taltif etmiştir!

“Hiç şüphesiz Allah, Mü`minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu, ) Tevrat`ta, İncil`de ve Kur`an`da O`nun üzerine gerçek olan bir va`ddir. Allah`tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk` budur.”(3)

Evet; ölüme hazırlığın en güzeli, mallarını ve canlarını sahibinin yoluna adamak ve O`nunla güzel bir alış-veriş içine girmektir. O`nun gösterdiği dosdoğru yolda; sağa-sola yalpalamadan, çizdiği sınırların dışına taşmadan, Güzel Elçisinin ardı sıra yürümek, ölümün olmadığı bir hayat için kârlı bir yatırım yapmaktır. Böyle bir hayatı yaşayanların kendileri güzel, hayatları güzel, ölümleri güzel olur. Çünkü onlar, yaşadıkları her günü, ömürlerinin son günü olarak bilmekte, aldıkları nefesin son nefes olabileceğinin korkusunu yaşamakta, tövbeye fırsat bulamadan, ölüm meleğinin selam verebileceği endişesiyle ya günahlara hiç tevessül etmemekte ya da her an tövbe halini yaşamaktadırlar. İşte bunlar Allah`ın kendilerini övdüğü güzel kullardır. Allah onlardan razı, onlar da Allah`tan razı olacaklardır. “Kim Allah`a ve Resul`e itaat ederse, işte onlar Allah`ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular (ve doğrulayanlar), şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar?”(4)

Bir de, tercihini, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayıp ölüme hazırlık yapmayı akıllarından geçirmemekten yana kullananlar vardır. Tercihini bu doğrultuda kullananların sayısı, ne yazık ki her dönemde çok daha fazla olmuştur. Zaten herkes tercihini hazırlık yapmaktan yana kullanmış olsaydı, ‘yakıtı insanlar ve taşlar olan` cehennem kimlerle dolacaktı? Bunların sayısının çokluğu sebebiyledir ki, cehennem doymak bilmez bir açgözlülük içinde; kendisine yöneltilen ‘Doldun mu?` sorusuna, “Daha fazlası var mı?”(5) Diyerek cevap verecektir. Vah cehennemin o açgözlülüğünü, iştahını, Rabbine karşı gelenlere karşı duyduğu kin ve düşmanlığını bildiği halde, ondan korunmak için hazırlık yapmayanlara! Veyl olsun; hiç ölmeyecekmiş gibi zevk-u sefa içinde yaşayıp günah bataklığında debelenen kimselere!

Ölüme hazırlık yapmamak; İslam`dan uzak sefil bir hayat yaşamanın diğer bir adıdır aslında. Allah`ın çizdiği sınırları ihlal eden, dosdoğru yol üzerinde oturan şeytanın aldatıcı vaadlerine kanan, Resulullah Aleyhisselatu Vesselam`ı değil, başkalarını taklid eden, hırslarının, şehvetlerinin, arzularının gemlerinden kurtulamayanlar, ölüme hazırlık yapmazlar. Esasında onlar öleceklerine bile ihtimal vermezler. Her gün aralarından birilerinin ölüyor olması bile onların akıllarını başlarına getirmez. Onlar, ölümü bir başlangıç değil, bir son olarak görmektedirler. Bu yüzdendir ki, ölen yakınlarını ‘Son yolculuklarına` alkışlarla uğurlamaktadırlar.

Onların akıllarını, ancak ölüm gerçeğiyle yüz yüze kaldıklarında, ölüm meleğinin korkunç sureti başlarına getirecektir. İşte o zaman pişmanlık acısı bir kor gibi yüreklerine oturacak ve dünyaya hiç gelmemiş olmalarını ya da toprak olmalarını arzulayacaklardır. Ama iş işten geçmiştir artık. Canları daha alındığı sırada, onlara cehennemin yakıcı azabı müjdelenecektir.

“Melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vurarak: “Yakıcı azabı tadın” diye o inkâr edenlerin canlarını alırken görmelisin.”(6)

Öyleyse cehennem azabından kurtulmanın, Rabbimizi razı etmenin ve cennet nimetlerine kavuşmanın yolunun güzel bir hazırlık yapmaktan geçtiğini unutmamalıyız. Bunu unutmamanın yolu, ‘Lezzetleri acılaştıran ölümü` çokça anmaktan geçmektedir.

O halde yaşadığımız anı, ömrümüzün son anı gibi görmeliyiz. Nasıl ölmek istiyorsak, öyle yaşamalı ve nasıl dirilmek istiyorsak, öyle ölmesini bilmeliyiz.

DİPNOTLAR

(1) Yasin Suresi: 52

(2) Al-i İmran Suresi: 185

(3) Tevbe Suresi: 111

(4) Nisa Suresi: 69

(5) Kaf Suresi: 30

(6) Enfal Suresi: 50

Kaynak İnzar Dergisi, Naşit TUTAR