Emrah Tel / Adem Çiçek - doğruhaber
28 Şubat darbesinde en çok onlar konuşuldu. Gazete manşetlerinde, haber programlarında, tartışma oturumlarında hep onlar vardı. Giyim tarzları, zikirleri ve taşıdıkları asa ile dikkat çeken Aczmendiler darbenin yapılmasında sebep olarak gösterildi. Şeriat geliyor naraları atıldı.
 
Kendilerini ifade etmeye çalıştılar, dinleyen olmadı. 28 Şubat darbesi oldu ve bir anda gündemden düştüler. Peki, Aczimendiler neden kayboldu? Bu süreç içerisinde neler yaptılar? 28 Şubat öncesi ve sonrası ile ilgili neler dediler? Merak edilen tüm soruları Aczimendi hareketi lideri Müslim Gündüz’e sorduk.

28 Şubat sürecinde çok büyük mağduriyetler yaşandı ve süreçte en çok Aczmendiler konuşuldu? 28 Şubat sürecini kısaca anlatabilir misiniz?

Aslında 28 Şubat darbesi gecikmiş bir darbedir. Sebebi ise Türkiye, 1922’den başlayarak, bu güne kadar darbelerle geldi. İlk darbe 1922’de Sultan Vahdettin’e yönelik oldu. Her on yılda bir yapılan darbeler Türkiye’de bir âdet haline geldi. Son darbe 90’da olması gerekirdi. Sonradan öğreniyoruz ki bu darbenin hazırlıkları 92–93’te başlamış.
 
Biraz gecikmeli de olsa âdeti bozmadılar. Türkiye’de darbeler daima irtica geliyor söylemiyle, Kemalizm korunsun diye yapılıyor. Darbe dönemlerinde irtica adı altında İslami hareketlere karşı vatanı kurtarma(!) hareketleri yapılıyor.

DARBENİN TEMELİNE ACZMENDİLERİ KOYDULAR

Türkiye’de darbelerin dış bağlantılı olduğunu düşünüyor musunuz?

28 Şubat hadisesinde evvela bunu bilmek lazım ki o dönemlerde ordu dizginini kurtarmış değildi. Ümit ediyoruz ki inşaallah bundan sonra böyle darbeler olmaz ve buna inanıyorum ki ordu, dizginini kurtaracaktır. Darbe, katiyetle dış emir ve desteğiyle oldu. Daha doğrusu Amerika desteklemeden o dönemlerde Türkiye ordusu emin olun ki karavana bile yiyemezdi.

Ve darbe oldu mağduriyetler yaşandı. Peki, neden Aczmendi’ler ön plana çıktı?

İşin bir tarafı güya irtica. Bizim dergâhlarımız herkese açık. Biz burada zikir yapıyoruz. Adam geliyor zikir çekiyor. Bütün haberler de veriyor. Herkes de zannediyor ki Türkiye’nin her tarafında bu zikir yapılıyor. Sabah akşam ara vermeden tüm haberlerde bizim arkadaşların zikirlerini, zikirdeki hallerini verdiler.
 
“Şeriat geliyor, hepinizin evi yıkılacak. Perişan olacaksınız” dediler. Tabi millet şeriatın ne olduğunu, mahiyetini bilmiyor. Şeriattan uzaklaştırılmış. 1924’ten itibaren tüm dini tedrisat yasaklanmış, Kur’ân-ı Kerim’in bir harfini dahi öğrenmek yasaklanmış. Ezan yasak, namaz yasak, camileri ahır yapmışlar. Bu şekilde üç nesil yetişti. Bu haberleri izleyenler onların dediğine inandılar.
 
Darbenin bir de görünmeyen asıl tarafı var. 1909’da Sultan Abdulhamit Han hazretlerinin tahttan düşürülüp ittihat ve terakkicilerin iktidara geldiği günden sonra idare tamamen bu zihniyetin eline geçmiştir. O günden itibaren Türkiye’nin bütün gelirini yaklaşık beş yüz aile ile her bir ailenin yaklaşık on tane yardakçısı bölüşmüşlerdir. Bütün millet çalışıyor bunlar yiyor. 28 Şubat’tan biraz evvel Necmettin Erbakan (Allah taksiratını affetsin) iktidara geldi. Yeşil sermaye geliyor dediler ve kebapçıyı köfteciyi, sıraya dizdiler. Yani bir köftecinin kazandığı parayı rejime tehlikeli göstermeye çalıştılar. Darbenin aslında bu var. Ama bunu bu şekliyle açıklayamazlardı.
 
Gizlemek için de “İrtica geliyor, Şeriat geliyor” dediler ve temeline de Aczimendi hareketini koydular.

Bu durumu bildiğiniz halde kendinizi neden sakındırmadınız?

Biz bu işi aynen böyle biliyorduk. Biz de kendi hesabımızda onları oyuna getirdik. Onlar kendi küçük kafalarıyla bizi afişe etmekle, basına taşımakla şeriat geliyor korkusu vermek istediler. Biz de bunu cana minnet bildik, Risale-i Nur’un Aczmendi anlayışını cemiyete mal etmek için basını ve onların o korku damarını yakaladık ve o yolda yürümeye devam ettik.
 
Biz Allah’ın izniyle kendi davamız için bilerek ve şuurlu bir şekilde bu meseleyi kullandık. Onlar zannettiler ki bizi kullanıyorlar. Şimdi ise Allah’ın izniyle onların hepsini figür diye cezaevine koydular. Biz ise şimdi işimize devam ediyoruz.

Aynı dönemde Kocatepe Camii’nden çıkan Aczmendi’lerin görüntüsü var ve her fırsatta bu görüntüler veriliyor. Darbe sonrasında ise medya Aczmendi’lere hiç yer vermedi ve kimi çevreler “Onlar 28 Şubat sürecinde kullanıldılar. 28 Şubat bitti sesleri kesildi” şeklinde iddialar ortaya attılar.
 
Peki, Aczmendi’ler nereye gitti?

Öncelikle Kocatepe’yi biraz anlatayım. Orada Hazreti Beziüzzaman için mevlit okutuluyordu. Bu mevlide herkes davetliydi. Arkadaşlarımız da oraya gittiler.
 
Bir kısmı dışarıda namaz kılarken bir kısmı da içeride namaz saflarından alınarak dışarıya toplatıldılar. Getirir getirmez de polisler hakarete başladı. Birinin saçını, ötekinin sakalını çekiştirdiler. Bir itiş kakış yaşandı. Hatta polis, köpeklerini Aczmendilerin üzerlerine kışkırttılar. Tabi hemen “Aczmendiler polise saldırdı” diye haberler yapıldı. O gün 127 kişiyi tutuklayarak Eskişehir cezaevine götürdüler.
 
İlginçtir ki 1936’da Üstad Bediüzzaman da 126 talebesiyle tutuklanarak Eskişehir cezaevine gönderilmişti. Risale-i Nur’da, bir devrin 60 yılda değiştiği ifade ediliyor ve tam 60 yıl sonra yine aynı sayıda talebe Eskişehir hapishanesine gönderildi. O günkü Adalet Bakanı Şevket Kazan’ı “Siz 28 Şubat’ta Aczmendi’lere hiçbir şey yapmadınız” diye sıkıştırıyorlar. O da iftiharla, “Hacı Bayram camiinde onları tutukladık ya, daha ne yapalım” diyor. Türkiye’de ihtilal sebebi olmuş bir hadisenin nerede cereyan ettiğini dahi bilmiyor.
 
Hadi diyelim Kocatepe’yi bilmiyor. Bir camiden adam toplayıp göndermeyi marifet kabul ediyor. Darbe sonrası en az yatan arkadaşımız iki yıl yattı. Ben tam olarak dört seneden 7 gün eksik hapis yattım. Hapishanede arkadaşlarımıza yönelik işkenceler oldu. Saçlarını, sakallarını kesmek istediler. Arkadaşlar direndiler, hadiseler çıktı. Ben de o zaman Metris cezaevindeydim. Bana fiziki işkence yapılmadı. Biz 127 kişiden oluşmuyorduk ama dışarıdakiler de hep onların ihtiyaçlarına koştular.

DARBEYİ ORDU DEĞİL BASIN YAPTI
Biz içerideyken de dışarı çıktıktan sonra da hiç kesintisiz hizmetlerimize devam ettik. En büyük güç olan basın, masonik çevrelerin elinde. Zahiren darbeyi ordu yaptı. Ama darbeyi aslında basın yaptı. Ondan sonraki devrede geriye gittikçe artan bir zafiyetle pasif duruma düştüler. O halde çare nedir? Küçük göstermek.
 
Küçük gösteriyorlar ki millet ona taraftar olmasın. Bugün bu devreyi yaşıyoruz. Mesela; geçen yıl bin kişiyle Barla Nahiyesi’ni ziyaret ettik. Bir tek gazetede tek satır çıkmadı. Kubbeyi habbe gösterme zamanına girdik. Masonik çevreler, vatansız grup daima bu taktiği tatbik eder. Bizim ortada görünmeme sebebimiz bizim ortada olmamamızdan değil onların oynadığı taktik sebebiyledir. Biz yine de derslerimizi her zaman yaparız. Her gün böyledir.

28 Şubat’ın askeri ayağına yönelik operasyonlarda darbede aktif rol alanlara yönelik tutuklamalar oldu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biz bütün hadiselere Risale-i Nur’un belirttiği düsturlar içerisinde bakıyoruz. Ak Parti kurulmadan hemen önce ben hapisten çıktıktan sonra Risale-i Nurdaki bazı işaretlerden çıkardığım şuydu ki Risale-i Nur hareketi içerisinde bir hâkimiyet devresi gelecek. Bunu o zaman arkadaşlara mesaj ile iletmiştim. Bu hâkimiyet devresi kanaatimizce Ak Parti ile tahakkuk etmiştir.
 
Bu hâkimiyeti, orduyu sınırlarına, yani kışlaya çekmek olarak yorumlayabiliriz. Türkiye’nin bütün derdi bu. 1909’dan bu yana Türkiye tüm belaları ordu sokakta olduğu için çekti.
 
Allah’ın izniyle Rabbim bunları muvaffak etti. Henüz tamamlanmadı ama başından beri istediğimiz askerin siyasete müdahil olmaması, memur olarak kendisine verilen vatanı müdafaa görevini icra etmesidir. Ayrıca yine şükürler olsun ki mekteplere Kur’ân-ı Kerim dersi yeniden yerleştiriliyor.

MÜDAHİL OLMAMIZI İSTEMİYORLAR

Soruşturmaya müdahil olmak için Ankara’ya gittiniz ancak engellemeler oldu. Sizce bu engelleme ne anlama geliyor?

Bir devlette zihniyet değişikliliği en az 25 sene ister. Yani yukarıdaki siyasi iktidar değişir. Ama aşağıdaki memur bildiğini yapar. Nitekim MİT ve polis arasındaki hadisede de bu açığa çıktı. Siyasetle yakından ilgilenmiyoruz. Ama işin mütehassıslarından duyduğumuz kadarıyla yaşananlar doğrudan doğruya bir darbe niteliğindeydi. Ama hükümet dik durdu.
 
Ve Allah’ın izniyle şimdilik bertaraf etti. Arkadaşlarımız kendi memleketlerinden Ankara’ya gelmek için evlerinden çıktıkları anda hadiseler başladı. Bazı emniyet mensupları “Bunları hareket ettirmeyeceksiniz” demiş. Nitekim Maraş’taki arkadaşlarımız otobüslerle anlaşmışlar, hareket saati gelmiş otobüs firmaları “Biz götüremeyiz” diyorlar. Hiçbir şirket kabul etmiyor. Arkadan da “Biz polisle boy ölçüşemeyiz” diyerek yaşananları itiraf etmişler. Kendi imkânlarıyla araba buldular Allah’ın izniyle hepsi geldi.
 
Yola çıktıktan sonra da Elazığ ekibi geliyor, Malatya’ya kadar dört yerde GBT kontrolü yapıyorlar. Robokoplar keleşlerle içeri giriyor, kimlikleri topluyor sonra kelle sayısını sayıyor gidip bir saat bekletiyorlar. Oradan 25–30 kilometre gidiyor yine aynı şey. 10 saatlik yolu 15 saatte zor geldiler. Tüm illerdeki arkadaşlarımız aynı şeyi yaşadı. Tabi bir kısım polisleri kastediyorum hepsini değil. Sonunda Ankara’ya geldik. Hacı Bayram’da, öğle namazını kıldık ve üç yüz kişi civarında kadın erkek çocuk bin bir müşkülatla orada toplandık. Tabi biz hadise çıkarmaya gelmedik. Hak hukuk tahakkukuna gittik.
 
Maksadımız bir haksızlık varsa o haksızlığı ortaya çıkarmaktı. Öğle namazını kıldık ve adliyeye doğru yürüdük. Önümüze barikat kurmuşlar. “Neden bırakmıyorsunuz” diye sordum. “Size toplu yürüyüş izni vermeyiz” dediler. “Tamam, haklısınız birer birer gidelim” dedim, “olmaz”, “Peki o zaman otobüsle gidelim”, “Hayır o da olmaz.” “Siz kendi otobüsünüzü getirin onunla götürün”, “O da olmaz” ne yaptıysak “Hayır” dediler.
 
Baktık ki, Hükümete rağmen aşağıda bir şeyler dönüyor, yukarıdaki siyaseti karalamak, “Ak Parti Hükümeti orada Müslümanları esir etmiş” diyerek faturayı Ak Parti’ye kesmek istiyorlar. Biz bunlara alet olmak istemedik ve arkadaşlara hitaben mevcut siyasetin bu işle alakası olmadığını söyledim ve dilekçemi yırttım, benden sonra diğer arkadaşlarım da yırttılar. Ama devlet, Emniyet’in bize müdahale etmeyeceği garantisini verirse o zaman gelir davaya müdahil oluruz.

ŞERİATIN OLMADIĞI BİR MAHKEMEDEN ADALET BEKLEMEYİZ

Soruşturma sonucunda hak ve adalet beklentiniz var mı?

Evvela şeriat nizamının dışında herhangi bir mahkemeden adalet istemek bizim dinimize ve imanımıza aykırıdır. Yani hâkimin kalkıp da “Allah namına hükmediyorum” sözünün kullanılmadığı bir mahkemede adalet bekleyemeyiz.
 
Hatta şeriatın vereceği hükmü bir hâkim TC adına kalkıp söylese bu zulümdür. Bizim itikadımız budur. Bundan dolayı adalet tahakkuku diye bir şey beklemiyoruz. Peki, Hak yerini bulur mu? Ne kadar bulsa o kadar yeter. Türkiye’de bunlar bile bizi fevkalade sevindiriyor. TC. kurulduğu günden bu yana hiçbir şey görmedik ki.
 
Türkiye’de devlet diye bir şey yoktu. Yiyici, öldürücü, ezici bir ağa grubu vardı. Bir de eyvallah diyen, ezilen, büzülen, kanını, canını veren, aç yatan, aç kalkan, çoluk çocuğu perişan bir grup vardı. Biz de bu ikinci gruptandık. Türkiye’nin kaderi bu güne kadar buydu.
 
Böyle küçük bir şey de görünce çocuk gibi sevindik. Elbette bu güne kadar olan şeylerden çok daha güzel şeyler oluyor diye düşündük.