Yargıtay 16'ncı Ceza Dairesi, FETÖ tarafından kurulan kumpas davasında HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcılarından Sait Şahin, M. Bahattin Temel ve Gazeteci Fikret Gültekin'e verilen 6 yıl 3 aylık hapis cezasını onadı.

HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı Sait Şahin, haklarında mahkûmiyet kararı veren İstanbul Anadolu 11. Ağır Ceza Mahkemesinde yaptığı savunmada, "Babalarımızdan, dedelerimizden biliyoruz ki devlet eliyle yapılan zulümlerin haddi hesabı yok. Ben kendim de akranlarım ile beraber bu zulmü yıllarca gördüm. Bunca zulüm yetmedi mi, bu ülke zulme doymadı mı? Devlet ne zaman ihdas ettiği manasız kutsallığa vatandaşlarını feda etmekten vazgeçip insanın kutsal olduğunu görüp 'insanı yaşat ki devlet yaşasın' yüce gayesi ile huzur bulup huzur verecek?" diye sormuştu.

Şahin, o dönem Mustazaf-Der Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Şube Başkanı'ydı

Sait Şahin, İstanbul Anadolu 11. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandığı dönemde Mustazaflar ile Dayanışma Derneği Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Şube Başkanı'ydı. Derneğin Türkiye genelinde 22 şubesi vardı.

Yaptığı faaliyetlerden dolayı derneğin şube ve temsilciliklerine yönelik sık sık PKK saldırıları gerçekleşiyordu. 2006 yılından itibaren ise başta bölge olmak üzere birçok ilde, İslami Sivil Toplum Kuruluşlarına yönelik PKK tarafından saldırılar gerçekleştirildi. Özellikle Akdeniz bölgesindeki Adana, Mersin ve Tarsus gibi illerde bu saldırılar yoğunluk kazandı. Mustazaf-Der şubeleri Hakkâri'den İstanbul'daki şubesine kadar saldırılara maruz kaldı. Bu saldırıların failleri hakkında şu ana kadar bir dava açılmadı. Hatta Mustazaf-Der Adana şubesine yapılan saldırıda, saldırganlar suç aletleriyle beraber yakalanmış, polise teslim edilmişlerdi ama adliyenin arka kapısından bırakıldıkları basına yansımıştı.

Derneğe ve müdavimlerine yönelik yapılan saldırı ve polis baskıları 2010 yılına kadar sürdü. Polis baskınları ile STK'lar tahakküm altına alınmaya çalışıldı. Bu operasyonlar ile 431 kişi yargılanıp çeşitli cezalara çarptırıldı. Bunların hepsi derneklerin yönetim kurulu ve derneğin yapmış olduğu etkinliklerde, tertip komitesi düzeyinde olan kişilerdi. Sanal ve sözde suçlamaların hepsi maddi hukuk açısından reddedilen suçlamalardı.

Mustazaflar ile Dayanışma Derneği 2012 yılında kapatıldı

4 Ocak 2008 tarihinde Mustazaf-Der Konya Şubesine yönelik bir operasyon gerçekleştirildi. Konya merkezli bu operasyon kapsamında Mustazaf-Der'in yönetim kurulu üyeleri başta olmak üzere toplam 53 kişilik bir dosya oluşturuldu. Soruşturma kapsamında Adana'daki mahkeme daha sonra özel yetkili mahkemeye çevrilerek yargılama yapıldı. Adana'daki savcılık, Mustazaf-Der'in açılan soruşturma nedeniyle feshine karar verilmesi için Diyarbakır'daki savcılığa talepte bulundu. Diyarbakır'daki savcılık da Ağustos ayı içerisinde iddianamesini hazırlayarak 2'nci Asliye Hukuk Mahkemesinde Mustazaf-Der'in kapatılması davasını bu şekilde açmış oldu.

Diyarbakır 2'nci Asliye Ceza Mahkemesinde derneğin kapatılmasına yönelik verilen kararın ardından dosya Yargıtay'a gönderildi. Mustazaflar ile Dayanışma Derneği'nin (Mustazaf-Der) kapatılması kararı 11 Mayıs 2012 tarihinde Yargıtay tarafından onandı.

Derneğin bini aşkın faaliyeti söz konusuydu. Bu faaliyetlerden bir tanesi dahi izinsiz yapılmış değildi. İzin verilen etkinler içerisinde şiddet içerikli hiçbir şey olmamış, herhangi bir örgütü andıran propaganda, resim, slogan ve buna benzer bir konuşma yapılmamıştı. Türkiye'de hukukun ayaklar altına alındığını ispatlayan en önemli delillerden birisi Mustazaf-Der Davası'ydı.

2012 yılında kapatılan Mustazaflar ile Dayanışma Derneği, yoluna Mustazaflar Hareketi ile devam etti. Ardından da HÜDA PAR'ı kuran hareket, faaliyet sahasını daha da genişletti.

Sait Şahin ve arkadaşlarının tutuklanması süreci nasıl başladı?

2011 yılı başında on yıllık tutukluluk süresi dolduğu için bazı şahıslar tahliye olmuştu. Bu şahısların yurt dışına çıkmalarına yardımcı olanları bildiren imzasız sözde ihbar maillerinin emniyet birimlerine gönderildiği iddia edilmişti. Emniyet içindeki bazı unsurlar tarafından tertip edilen bu isimsiz ihbar mailleri gerekçe gösterilerek, o dönem Mustazaflar ile Dayanışma Derneği Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Şube Başkanı olan HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcılarından Sait Şahin ve Mehmet Bahattin Temel ile Gazeteci Fikret Gültekin hakkında yapılan yargılama sonucunda yasadışı örgüte üye olmak suçunu işledikleri gerekçesiyle cezalandırılmalarına karar verildi. İstanbul Anadolu 11. Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği mahkûmiyet kararı daha sonra Yargıtay tarafından onandı.

Söz konusu şahıslar hakkındaki işlemleri yürüten kolluk görevlilerinin neredeyse tamamı FETÖ üyesi oldukları gerekçesiyle meslekten çıkarılmış, bazıları halen tutuklu olarak yargılanmaya devam ediyor. Örneğin iddianameyi hazırlayan savcı Hakan Karaali (sicil:34191) ve duruşma savcısı İsmail Tandoğan (sicil:39622) 15 Temmuz darbe girişiminden saatler sonra, 16 Temmuz günü ilk etapta açığa alınan savcılar arasındaydı. Adı geçen bu iki savcı ile beraber ceza veren mahkemenin başkanı Hadi Çağdır (sicil:37378), üyeler Mustafa Başer (Sicil:40054) ve Mesut Özcan (Sicil:40180) da HSYK`nın 24 Ağustos 2016 tarih ve 426 sayılı kararıyla meslekten çıkarıldı. Meslekten atılmalarının gerekçesi; terör örgütüyle üyelik, irtibat ve iltisaktı.

"Tutuklamada örgütsel ilişki, örgütün amacı doğrultusunda' gibi sihirli sözcükler kullanıldı"

O dönem ayrıca, Doğruhaber gazetesinde köşe yazarlığı da yapan Şahin'in, dernek üyeleri ve çalıştığı gazete mensupları ile ilişkileri, derneklerinin kapatılmasına yönelik basın açıklaması, başkanı olduğu derneğin faaliyetlerinin çalıştığı gazetede haber yapılıp yapılmadığını gazete yetkililerine sorması, haksızlıklara karşı hukuki eleştirileri, yasal toplantı ve basın açıklamalarında konuşmacı olması gibi her insanın yasal ve doğal hakları, önüne örgütsel terör suçu olarak çıkarıldı ve kendisi bu kapsamda tutuklandı.

İstanbul Anadolu 11. Ağır Ceza Mahkemesinde, 2011 yılında yaptığı savunmada, hukuk adına gerçekten bir tarafıyla facia, bir tarafıyla trajedi olacak türden iddialarla karşı karşıya olduklarını söyleyen Şahin, "Bırakın bir STK yöneticisi ve gazeteciyi, sıradan bir vatandaşın sahip olduğu normal ve toplumsal ilişkiler, paranoyak bir ruh hali ile örgütsel ilişkiler olanak sunuluyor. Kaldı ki ben bir dernek başkanı ve bir gazeteciyim. İster istemez dernek faaliyetlerine dair görüşmelerim ve ilişkilerim ile Türkiye'de yaşananlara yönelik değerlendirmelerim ve eleştiri ile tepkilerim olacak ki olmuştur. Bunlar insan olmanın gerekliliği ve yasaların bana tanıdığı haklardır. Şimdi kalkıp bunları suç olarak değerlendirip yargılamak, her şeyden önce hukuk adamları ve yargı mercileri eliyle kanunların çiğnenmesidir. Dosyanın genelinde, dikkat edilirse olayların asılları gizlenerek, art niyetli bir şekilde soyut suçlamalarda bulunulmuş, sihirli sözcükler kullanılmış, 'örgütsel ilişki, örgütün amacı doğrultusunda' gibi ifadeler kullanılmıştır. Hâlbuki hukuki bir delil olmazsa, her insanın en ufak insani ilişkileri dahi bu sihirli sözcüklerle suç kapsamına alınabilir." demişti.

"Şaibeli ve sabıkalı bir döneme ait arşivler delil olarak kullanılıyor"

"Türkiye'nin yakın geçmişinde, özellikle yargı alanında nelerin yaşandığını siz benden daha iyi biliyorsunuz." diyen Şahin, sözlerinin devamında "Bütün yargı erkanının askeri brifinglerle yönlendirildiği ve irtica paranoyası altında suçsuz insanların cezalandırıldığı, vali ve kaymakamların özellikle Doğu'da, küçük bir rütbeli karşısında selama durduğu, her bir rütbelinin kendi başına bir devlet olduğu ve istediği vatandaşı infaz ettirdiği, vatandaşları korku ve para ile ajanlaştırıp her istediğini yaptırdığı, emniyet birimlerinin mafya, çete ve suç örgütü kurduğu veya ilişki içinde olduğu, medyanın müthiş bir propaganda ile dezenformasyon aracı olarak kullanıldığı, İslam'a düşmanlık ile masum Müslümanlar hakkında asılsız iddialar ve suçlamalarla dosyalar hazırlandığı ve cezalandırıldıkları bugün ortaya çıkarılıyor. Gerçek manada ortaya çıkarılmasının belki uzun yıllar alacağı, şaibeli ve sabıkalı böyle bir döneme ait delillerin ve suçlamaların özellikle de Müslümanlar aleyhinde kullanılması ikinci bir cinayettir. Hukuk adına, hem o dönemin askeri, emniyet, yargı ve medya mensuplarını bu konuda suç işlemişler diye yargılayıp cezalandırmak hem de o dönemin arşivlerini miras olarak kullanmak, masumların hayatına kast eden büyük bir çelişkidir. Bugünkü yargı ve güvenlik güçleri o dönemin yargı ve güvenlik güçlerinin arşivleri konusunda redd-i mirasta bulunmadı. Hukuk ve adalet redd-i mirası gerektiriyor. İslam toplumunda yalan söylediği vaki olan birinin şahitliği ne kadar hayati olsa da kabul edilmezken, suç işledikleri sabit olan devlet yetkililerinin, düşmanlık ettikleri inanç sahipleri hakkındaki suçlamalarının, hukukta ve adalette bir hükmü olmasa gerek." ifadelerini kullanmıştı.

"Bu ülkede farklıklar halen hazmedilmiyor"

"Bu iddianame ve dava, bir kez daha gösterdi ki, maalesef bu ülkede halen farklıklar hazmedilmiyor, farklı görüşler, inançlar, düşünceler, tenkitler, talepler, kültürler dışlanıyor, yasal alandaki mücadeleler ve faaliyetler cezalandırılıyor." diyen Şahin, sözlerini şöyle sürdürmüştü:

"STK'ların kuruluş amacı; farklı talepleri dillendirmek, bunların mücadelesini vermek, hukuksuzluklara karşı durmak, tüzükleri çerçevesinde faaliyet ve etkinliklerde bulunmak değil midir? Devlet de STK'ları ve faaliyet alanlarını kanunlarla koruma altına almamış mıdır? Yoksa tek tipçi zihniyetin dışına çıkanları cezalandırmak için, STK'lar bir devlet tuzağı mıdır? Kanunların devlet kurumlarınca çiğnendiği, yasal alanlara kanunsuzlukla engel olunduğu zaman, devlet kendi eli ile vatandaşlarını illegal alanlara itmiş olur. Gerçekten yapılanları anlamak mümkün değil. Bir taraftan binlerce kişinin ölümüne sebep olmuş ve halen öldürmeye, etrafa bombalar bırakmaya devam eden, etrafı molotoflayan, çevreyi yakıp yıkanları yasal alanlara çekmek için, devlet tavizler içinde görüşmeler yapıyor, diğer taraftan da kurulduğu günden beri en ufak şiddete ve yasa dışılığa başvurmamış derneklere, yasal alanlar engelleniyor. Adeta, 'Sizi illegal alanda görmek istiyoruz, silahlı mücadele vermenizi istiyoruz.' denilmek isteniyor. Yoksa birileri kirli hesaplarına ve komplolarına bizi çekemedikleri için, dernek olarak bizleri cezalandırma yoluna mi gidiyor?"

"Bunca zulüm yetmedi mi, bu ülke zulme doymadı mı?"

"Türkiye hassas bir dönemden geçip normalleşirken, demek binalarımıza, yönetici üye ve gönüllülerimize ellinin üzerinde molotoflu, bıçaklı, silahlı saldırı düzenlendi." diyen Şahin "En son Yüksekova şubemizin yönetim kurulu üyesi bir kardeşimiz, demek binasının çatısı üzerinde silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Tüm bunlara karşı yıllarca sabrettik, şiddete ve silaha başvurmadık ve onu bir çözüm olarak görmedik. Öyle bir hesabımız da olmadı. Sonuçta insanın aklına gelmiyor değil; acaba şiddetin, çatışmanın ve silahın tarafı olmadığımız için mi cezalandırılıyoruz? Aksi durumda gösterdiğimiz peygamberi sabırdan dolayı kutlanmalı ve ödüllendirilmeliydik. Bugün siyasiler, hükümetiyle, muhalefetiyle bu ülkede devlet eliyle yapılan zulümlerden bahsediyorlar. Özellikle seçim dönemlerinde Dersim başta olmak üzere katledilen yüz binlerce insandan bahsediyorlar. Babalarımızdan, dedelerimizden biliyoruz ki devlet eliyle yapılan zulümlerin haddi hesabı yok. Ben kendim de akranlarım ile beraber bu zulmü yıllarca gördük. Şimdi çocuklarımız bu zulmü farklı boyutlarda yaşıyorlar. Bunca zulüm yetmedi mi, bu ülke zulme doymadı mı? Devlet ne zaman vatandaşlarına baba şefkati gösterecek. İhdas ettiği manasız kutsallığa vatandaşlarını feda etmekten vazgeçip insanın kutsal olduğunu görüp 'insanı yaşat ki devlet yaşasın' yüce gayesi ile huzur bulup huzur verecek? Bunları bilip gören bugünkü devlet kurumları farklılıklara daha sabırlı ve hoşgörülü yaklaşması gerekirken yasal çalışan vatandaşlarına komplolar kurup cezalandırma yoluna gidiyor. Vatandaşlarına komplo kuran devlet, halkı ile barışabilir mi veya hayatına, özgürlüğüne, varlığına komplolarla kast eden bir devlete vatandaş sevgi içinde 'benim devletim' diyebilir mi?" diye sormuştu.

"Allah'ın bana yüklediği sorumlulukları yerine getiriyorum"

"İnancım gereği yaptığım faaliyetleri, örgüt adına yapmışım gibi suçlanıyorum. Eğer illaki bir yerler adına faaliyet yaptığım bağlantısı oluşturulmaya çalışılıyorsa, açıkça ifade ediyorum ki, İslam adına, Allah için faaliyet yapıyorum. Allah'ın bana yüklediği sorumlulukları yerine getiriyorum." diyen Şahin, "Cehennemi, cenneti, ebedi hayatı olan bir Allah'a döneceğine inanan biri olarak, O'na karşı sorumluluklarımı nasıl yerine getirmeyeyim ki? Kaldı ki beni yoktan yaratmış, nimetlerle donatmış ve ölümle huzuruna varıp, hesap vereceğim. Allah Teâla benden kötü şeyler istemiyor ki… Kendisine ibadet etmemi, fakirlere yardım etmemi, yetimlere sahip çıkmamı, hırsızlık, zina yapmamamı, içki içmememi, güzel ahlak sahibi olup, çirkin ahlaktan uzak durmamı, iyiliği anlatıp kötülükten uzaklaştırmamı, kim yaparsa yapsın, kime yapılırsa yapılsın zulme karşı olmamı, sonu ölüm de olsa dininden dönmememi istiyor. Zannedersem beni ve aynı maç doğrultusunda, yasal alanlarda çalışan kardeşlerimi anlamanın yolu, inancımızı ve amacımızı anlamaya çalışmaktır. Yoksa masa başında ve ön yargılarla yaptıklarımızı anlamlandırmak ve soyut suçlamalarda bulunmak zulüm olur." demişti.

"Üç temel alanda mücadele ediyoruz; fakirlik, cehalet ve tefrika"

"Dernek faaliyetlerimizin tümü göz önünde bulundurulup, sağlıklı bir analiz yapıldığında görülecektir ki dernek olarak üç temel alanda mücadele ediyoruz; fakirlik, cehalet ve tefrika. Verdiğimiz seminerler, konferanslar, yaptığımız etkinlikler ve gerçekleştirdiğimiz yardım faaliyetleriyle bunların azalması ve ortadan kaldırılması için mücadele ediyoruz." ifadelerini kullanan Şahin, sözlerine şöyle devam etmişti:

"İnançlı ve güzel ahlaklı insanlar yetiştirmek, inancı ve güzel ahlakı toplum içinde yaymak için uğraşıyoruz. İnanç ve güzel ahlak hem dünyanın hem de ahiretin teminatıdır. Özellikle son yıllarda gittikçe artan suçlar, boşanmalar, cinayetler ve toplumsal huzursuzlukların temelinde, toplumun inanç ve ahlak yönünden yozlaşması vardır. Cennet ve cehennem gibi manevi polisini içinde taşıyan bir insan, Allah'a vereceği hesap korkusu ile yaşar ve kötülüklerden uzak, huzur içinde olur. Cennet ve cehennem polisini içinde taşımayan bir insanın başına bir değil, iki polis de koysanız bir yolunu bulup, yapacağını yapacaktır. Şiddete maruz kalan ve ölüm tehdidi altında olan kadınları, devlet polis koruması altında himaye etmeye çalışıyor. Bu gidişatla bütün emniyet mensupları bu işe tahsis edilse, yine altından kalkılmaz. Bataklık kurutulmadan sineklerle baş edilmez. Bataklığın kurutulmasının tek çaresi var; topluma inanç ve ahlak kazandırmak. Bunları gerçekleştirmek için İslam'ı ve en güzel ahlak sahibi Peygamberimizi (sallallahu aleyhi vesellem); Kur'an'ın yüce öğretilerini anlatıyoruz. Bu uğurda, dünyaya dair sahip olduklarımızı ve geleceğimizi feda ediyoruz. Faaliyetlerimiz arkasında başka amaçlar arayanlar, keşke son zamanlarda artan 'baba kızına yıllarca tecavüz etti' haberleri karsında, bizim gibi yürekleri kan ağlasaydı da toplumun bu inançsızlığı ve ahlaksızlığı karşısında harekete geçseydiler. Toplumun ıslahı için çalışan bizim gibi şahsiyetlerin ve STK'ların önünün açılması gerekirken, komplolar ile cezalandırılmaya çalışılmamız, inançsızlık ve ahlaksızlık içinde, toplumsal yapı ve huzurun çökmesine yardımcı olmaktır. Ben isterdim ki mahkeme heyeti, dernekler olarak bugüne kadar yaptığımız binlerce çalışmada -seminer, konferans, miting, basın açıklaması, sosyal etkinlikler - ele aldığımız konuları ve üzerinde durduğumuz hususları, katılımcılarımıza telkinleri görüp göz önünde bulundursalar. Dosyanın mahiyeti ve suçlamaların hakikati ortadadır. Dosyaya sun'i terör maskeleri giydirilerek yargı mercileri korkutulmaya ve aldatılmaya çalışılıyor. Eskiden çocukları korkutmak için, canavar maskeleri takılırdı yüzlere. Bu maskeler çıkarılınca canavar gibi korkunç gösterilen yüzlerin arkasında çok sevimli simalar olduğu görülürdü. Mahkeme heyeti, bu dosyaya masumları canavar, terörist gibi gösteren sun'i maskeleri düşürürse, arkasındaki gayet sevimli simaları, insani ilişkileri ve yasal faaliyetleri görecektir. Bütün bunlara rağmen mahkeme heyeti bu dosyayı ve iddianameyi bir terör yapılanması olarak değerlendirirse, bu çok iyi bilinmelidir ki bu terörün kurgusu ve senaryosu savcılık makamına ait, yapı malzemesi de güvenlik birimleri ile askeri istihbarata aittir. Zira güvenlik birimleri uyduruk e-mailler, meskenlere bıraktıkları suç unsurları ve çarpıtma suçlamalarla savcılığa malzeme oluşturmuş, savcılık da bunlara dair bir delil getirme gereği duymadan, farklı argümanlar da kullanarak, usta bir terör uzmanı gibi bir örgüt kurgusu oluşturmuştur."

"Bu terörü oluşturanlar güvenlik birimleri ile savcılık makamıdır"

Şahin, duruşmada son olarak şunları dile getirmişti:

"Tekrar ediyorum; dernek üyeleri ve çalıştığım gazete mensupları ile ilişkilerim, derneğimizin kapatılmasına yönelik basın açıklamam, başkanı olduğum derneğin faaliyetinin çalıştığım gazete de haber yapılıp yapılmadığını sormam, haksızlıklara karşı kanun ve hukuk eleştirilerim, hiç tanımadığım birinin bilgisayarında ismimin çıkması, yasal toplantı ve basın açıklamalarında konuşmacı olmam, önünüze örgütsel terör suçu olarak gelmişse, bu terörü oluşturan güvenlik birimleri ile savcılık makamıdır. Benim yerime onların yargılanması gerekirdi. Bir hukuk devletinde, kusura bakmayın ama hayretimi dile getireceğim bir husus da savcılık makamının ve emniyet birimlerinin böyle suçlamaları hangi cesaretle önünüze getirdiğidir. Maalesef sicili oldukça kabarık bir ülkede yaşayan biri olarak akli muhakemem sonucu vardığım netice, ya güvenlik birimleri, 'savcılık ve mahkeme heyeti bizdendir' düşüncesi ile ya da raflarda biriken dosyaların hacimlerinin çokluğundan dolayı 'mahkeme heyetinin önüne ne koysak detaylı inceleyemeyecekler' rahatlığı ile veya 'biz devletiz mahkeme heyeti ise devletin maaşına mahkûm çalışanlardır' gücü ile hareket ediyorlar. Dosyamızın halinden yola çıkarak şunu çok rahat ifade edebilirim ki emniyet birimleri ve savcılık makamları, mahkeme heyetlerini bu tip şişirilmiş dosyalarla boğup işlevsiz hale getirmek ve mahkemeleri de noter hükmüne geçirmek istiyorlar. Böylece kurgu ve komplolarını, ayrıntılarda boğup, mahkemelerin elini kolunu bağlayacaklar ve istedikleri yönde karar verdirmek zorunda bırakmaya çalışacaklar. Her şeye rağmen verdiğiniz kararlarla büyük sorumluluk ve vebal altındasınız. Bir masumun hukukunu ihlal etmemek ve bir mazlumun uğradığı zulme ortak olmamak hak ölçüsünce karar vermeniz gerekir. Bunun için size, bir bilginin, kadılara yaptığı tavsiyeyi hatırlatmakta fayda görüyorum. Bilgin şöyle diyor; 'Size gözü çıkmış biri gelip şikâyette bulunursa hemen karar vermeyin, karşı tarafı da dinleyin, olur ki onun da iki gözü çıkmış olsun.' Sağlam gözünü pansumanlayıp, size çıkmış gibi gösteren bu iddianame, dokuz aydır bizi cezaevinde tutmakla iki gözümüzü çıkarmayı yeterli görmeyip hayatımıza kast ediyor. Sonuç olarak umudum bu ülkede hala siyasi mülahazalardan ve siyasi yaklaşımlardan uzak, cüzdanı ile vicdanı arasına sıkışmamış hukuk adamlarının olduğu ve bu hukuk adamlarının zulme uğrayan mazlumlara haklarını iade edip hukuku ayakta tuttuğunu görmektir." (İLKHA)