ABDULBAKİ BAL /  DOĞRUHABER

Suriye`de 2011`den bu yana iç savaş yaşanıyor, yüzbinlerce kişi hayatını kaybetti. Milyonlarca Suriyeli, mülteci durumuna düştü. Yemen`de 2014`den bu yana yaşanan siyasi istikrarsızlık nedeniyle çıkan çatışmalarda binlerce kişi hayatını kaybetti. 14 Milyon Yemenli açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıyayken, 22.2 milyon Yemenli de insani yardıma muhtaç duruma düştü. Ülkede yaklaşık dört yıldır devam eden çatışmalar nedeniyle 8 milyon Yemenli geçim kaynağını kaybetti. Libya`da çatışmalar sürüyor. Mısır`da darbeci yönetim Müslümanlara kan kusturuyor. Filistin`de tarihinin en büyük işgali yaşanıyor. Kudüs hiç olmadığı kadar işgalin perçinleştiği bir dönemde, siyonist pençelerin altında inliyor. Bunlara rağmen Müslümanlar birlik olamıyor. İhtilaflar Müslümanları böldükçe bölüyor.

İslam dünyasının içinde bulunduğu durum ve Müslümanların ihtilafları nedeniyle birlik olamama durumunu gazetemize değerlendiren Dünya Müslüman Alimler Birliği Genel Sekreteri Prof. Dr. Ali Muhyiddin Karadaği, önemli açıklamalarda bulundu. Karadaği, İslam âleminin mevcut sorunlarından, bu konuda âlimlere düşen görevlere, Müslümanlar üzerinde oynanan oyunlardan, İslam âleminin terakkisine yönelik çözüm önerilerinde bulundu.  

Sayın Karadaği öncelikle bize bu fırsatı verdiğiniz için Doğruhaber Gazetesi olarak sizlere teşekkür ediyoruz. İslam âleminin genel durumunu biliyorsunuz. Filistin`deki işgal ve Suriye savaşı buna örnek. Sorumuz şu; İslam âleminin içinde bulunduğu bu duruma karşı neden ümmet birlikte hareket edemiyor ve bu sorunları çözmede başarısız oluyor? Bu konuda sizin değerlendirmeniz nedir? Müslümanların birlikte hareket edebilmesinin yolu nedir?

Bismillahirrahmanirrahim. Ben de teşekkür ederim. Sorunuza şöyle başlamak istiyorum. Cevap olarak, İslam âleminde bugün birlik olmak ve birlikte hareket etmek için her türlü şart mevcuttur. İtikadi, siyasi anlamda da, çıkar anlamında da İslam ümmetinin birlikte hareket etmesi için, birlik olması için her şey mevcuttur. Çünkü bu ümmetin inancı bir, kıblesi, kitabı bir, Kur`an`ı bir, bu konuda İslam ümmetinin arasında bir ihtilaf yoktur. Herkes bu konuda aynı itikada sahiptir. Dolayısıyla İslam Ümmetinin itikadi birliğinin önünde, hiçbir engel yoktur. Aksine bütün şartlar bunu gerektiriyor. Öte yandan çıkarlar da birdir. İslam Ümmetinin kendi arasında ortak çıkarları ve maslahatı vardır. Dolayısıyla bu manada da birlikte hareket etmesinin önünde hiçbir engel yoktur. Böyleyken, yani İslam Ümmeti hem itikadi, hem maslahat gereği birlikte hareket etmesi gerekirken maalesef bunu sağlayamıyor. Buna rağmen İslam Ümmeti bir araya gelemiyor ve üstelik şu anda dünya çapında aralarında en fazla bölünmüşlük dağılmışlık olan ümmet, İslam ümmetidir. Bir taraftan ekonomik sorunlar, fakirlik, bir taraftan geri kalmışlık.

“İSLAM ÜMMETİNE KARŞI SÜREKLİ TEYAKKUZDA OLAN BİR DÜŞMAN VAR”

İslam ümmetinin içinde bulunduğu bu duruma sebep olan nedir?

Dünya İslam Âlimleri Birliği`nin ve benim şahsi görüşüm şudur; Bunun iki sebebi var: Biri iç kaynaklı sebepler, diğeri dış kaynaklı diye ikiye ayırabiliriz. Dış sebepler aslında bilinen sebepler. Çünkü İslam Ümmetinin düşmanları doğal olarak Ümmetin zayıf kalmasını istiyor, onun kaynaklarına sahip olmak istiyor. İslam Ümmetinin egemenliğine, onuruna kastediyorlar. Dolayısıyla dış sebepler İslam Ümmeti açısından açıktır. Çünkü dışarıda İslam Ümmetine karşı sürekli teyakkuzda olan bir düşman var. İslam Ümmetinin servetlerini, egemenliğini hedef alan bir düşman var. Bunun için de, bunlar daima İslam Ümmetinin içini karıştırıyor. Bu gayet doğal, nitekim Amerikan eski dışişleri bakanlarından (Henry) Kissinger şunu açıkça ifade etmiştir; “Amerikan`ın İslam âlemini kontrol edebilmesi için mutlaka Müslümanlar içinde iç çatışmanın, tefrikanın, ayrılığın olması gerekiyor. Ve bu iç çatışmaların ipinin de Amerika`da olması gerekiyor. Kontrollü olması gerekiyor. Bazen bu tarafı, bazen diğer tarafı güçlendirmek suretiyle ya da zayıflatmak suretiyle, bunun kontrolünün de Amerikan`ın elinde bulundurması gerekiyor ki, İslam âlemi kontrol altında tutulsun. Aksi takdirde İslam âlemini kontrol etmek mümkün değildir.” Ve biz de bugün aynen bunu müşahede ediyoruz. Amerikan`ın İslam âleminin içindeki bu oyununu görüyoruz.

“BAŞIMIZA GELEN MUSİBET, BİZDEN KAYNAKLANIYOR”

Diğer sebep ise bizim iç sorunlarımızdan kaynaklanıyor. Kur`an-ı Kerim, dış sebeplere karşı bizi uyarıyor. Ama asıl olan iç kaynaklı sebeplerdir. Çünkü Allah (c.c.) birçok ayette başımıza gelen musibetin, bizden kaynaklandığını buyuruyor. “Başınıza bir şey geldiğinde bakın, bu sizin nefsinizden kaynaklanıyor.” diye buyuran ayetler var. Dolayısıyla bizim dışardan ziyade içe yönelmemiz, iç sebepler üzerine yoğunlaşmamız gerekiyor. Allah (c.c.) başka bir ayette de şöyle buyuruyor; “Onların başına bir fitne geldiği zaman, bir sorun geldiği zaman, tövbe etmez ve düşünmezler.” Bu ayete göre iç sebepler de ortaya çıkmış oluyor. Demek ki iç sebeplerin bir kısmı, manevi olarak tövbe etmektir. Manevi olarak kendimizi ıslah etmektir. Diğeriyse aklımızı kullanmaktır. Nitekim Avrupa`ya baktığımız zaman akıllarını kullanmakla dünyevi anlamda birçok başarı elde etmişler. Demek ki Müslümanların muhtaç olduğu şey bu ikisinin birlikte olmasıdır. Hem manevi anlamda nakli olarak ellerindeki kaynakları kullanacaklar, hem de akıllarını kullanacaklar. Bu şekilde sorunlarını çözecek ve içinde bulundukları durumdan umulur ki kurtulacaklar.

“ÜMMET AYRILIK, GAYRILIK İÇİNDE”

Fakat baktığımızda Müslümanlar manevi ve akli anlamda gereğini yapmıyor. Tam olarak doğru bir ölçüye sahip değiller. Oysa baktığımızda herkes kendine göre Kur`an`dan delil getiriyor. Şii`ler böyle, Sünni`ler böyle, gruplar, cemaatler, herkesin delili Kur`an`dan, ama herkes ayrılık ve gayrılık içinde. Neden böyle oluyor? Çünkü İnsanların standartları farklı, ölçüleri farklı. Oysa Allah (c.c.) Kur`an`da şöyle buyuruyor; “Biz kitabı ve mizanı indirdik.” buyuruyor. Demek ki kitap ve mizan birlikte olmalı. Kitap hüküm ise, mizan onun ölçüsü standardı ve akılcı bir şekilde uygulanmasıdır. Çünkü ölçü birimleri farklıdır. Su için farklı, elektik için farklı, kütle için farklı bir standart vardır. Her şeyin ölçü birimi farklı olduğuna göre, hepsini aynı ölçüyle ölçemeyiz. Dolayısıyla ‘mizan` bunu ifade ediyor.

Baktığımız zaman, mesela sadece İslam`ın cihadını fiili anlamda güç kullanımını esas alan güçler, yapılar ya da bu akımlar, sadece o ayetleri esas alıyor. Sanki Kur`an`da başka bir şey yokmuş gibi davranıyor. Onu ölçü alıyor. Oysa Kur`an`da aynı şekilde tebliğ de vardır. Öğüt de, İrşat da vardır. Elbette her ayetin kendi standardına göre değerlendirilmesi gerekiyor. Yani Kur`an`da Allah-u Teâla`nın buyurduğu “Kâfirlere karşı şiddetli olmak, sert olmak”, bu ayetlerin kendi atmosferinde ve kendi ölçüsünde değerlendirilmesi gerekiyor. Öte taraftan hoşgörüyü, tebliği, esas alan ayetlerde hoşgörü, müsamaha yumuşak bir dil kullanmak gerekiyor. Ama biz bazılarının iddia ettiği gibi “artık İslam`da savaş yoktur.” diyemeyiz. Aynı şekilde “İslam`da hiç yumuşak dille tebliğ yoktur” diyemeyiz. Her bir hükmün kendi dairesi içinde ve atmosferinde bir yansıması ve uygulaması vardır. Her şey buna göre değerlendirilmelidir.

Müslümanlar bu ölçüye sahip oldukları zaman, birbirlerini anlayacak ve birlikte hareket edebileceklerdir. Aksi takdirde herkes kendi ölçüsünü esas alacak ve diğer ölçüleri reddedecektir. Üstelik bunu yaparken de Kur`an`dan hareket ettiğini söyleyecektir. Nitekim bugün baktığımızda işte bu durumu müşahede ediyoruz. Bütün gruplar, bütün yapılar, Libya`dan, Suriye`ye İslam âleminin tamamına bakıyorsunuz bu sorun ciddi bir şekilde karşımıza çıkıyor. Bende bu konuda aslında 30 yıllık bir deneyime dayanarak 500 sayfalık bir kitap yazdım. Ama bunu kısaltarak 300 sayfaya indirdim ve şuanda bu kitap basım aşamasında. Ve inşallah bunun faydalı olacağına inanıyorum.  

“MÜSLÜMANLAR BİRBİRLERİNİ ÖTEKİLEŞTİRMEMELİ”

-Sayın Karadaği, bir de şöyle bir soru yöneltmek istiyoruz; bahsettiğiniz bu bölük pörçük durum içinde, acaba Müslüman âlimlere ne gibi bir rol düşüyor?

Bu soruya cevap vermeden önce, Müslümanların anlayışının da değişmesi gerektiğini söylemek istiyorum. Çünkü bugün genel olarak Müslümanların aklı, gerginliğin aklıdır. Yani onların fikriyatında, bir gerginlik anlayışı var. Mesela A cemaati, B Cemaati, şu, bu devlet düzeyinde olsun, herkes kendisi dışında kimseyi kabul etmiyor. Çoğulculuğa inanmıyor. Herkes, kendisinden başkasını kabul etmiyor. Diğerlerine, kendisini kabul ettirmek istiyor. Bu da Müslümanlar arasında bir gerginliğe sebep oluyor. İşte mezhebi olur, ırki bir durum olur, kavmiyetçilik anlamında olur, kabilecilik anlamında olur, kimse bunu bir yayılma aracı olarak, bir tahakküm aracı, üstünlük taslama aracı olarak kullanmamalı, ötekileştirmemeli. Müslümanlar birbirlerine bu konuda tahammül etmeli ve çoğulculuğa inanmalı. Aksi takdirde herkes sahip olduğu noktada başkasını ötekileştirirse, bu gerginliğe ve parçalanmaya yol açar.

“ÂLİMLER PEYGAMBER VARİSİ OLDUKLARININ FARKINA VARMALI”

Âlimlerin rolüne gelince; Âlimler toplumun terbiye edilmesinde, yetiştirilmesinde, ıslah edilmesinde değişim ve gelişim kaydetmesinde rolü vardır. Ama bunun için önce kendi konumlarının, Peygamber varisi olduklarının farkına varmaları gerekiyor. Sadece ibadet yönüyle, sadece hutbe okuyan, namaz kıldıran pozisyonda olmamaları gerekir. Bunun yanında âlimlerin ciddi bir role sahip olmaları gerekir. Maalesef bir dönem, âlimlerin rolü çok dar bir alana hasredildi ve sanki sadece belli vecibeleri yerine getirmekle mükellef, birkaç ayet, hadis bilen kimseler olarak bilindi. Siyasetten, sosyal hayattan, ekonomiden anlamayan bir konuma itildiler. Bu da onların bir merci olmalarını, bir konum sahibi olmalarını engellemiştir.

 

Son zamanlarda Dünya İslam Âlimleri Birliği olarak bizim de bu yönde çalışmalarımız oldu. Elhamdülillah, güzel gelişmeler kaydettik. Âlimlerin artık bir merci olduklarının anlaşılması gerekiyor. Çünkü Allah Teâla, Kur`an-ı Kerim`de “istinbat yapmanın, çıkarım yapmanın, ancak ilim ehli kimselerin yapabileceği bir şey” olduğunu buyuruyor. O halde âlimlerin meselelerin çözümüne yönelik hükümler ortaya koymaları gerekir. Ayrıca birbirlerine değer vermeleri, güzel bir anlayışa ve diyaloğa sahip olmaları gerekir. O zaman kendileri hem itibarlarını elde edecek, hem de insanlar onlara daha fazla itibar edecek, onların sözlerini dinleyerek, olumlu veya vasat bir çizgiye geleceklerdir, diye düşünüyoruz.

-Sayın Karadaği verdiğiniz bu güzel bilgiler ve bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Ben teşekkür ediyorum.