Diyarbakır'da, 2014 yılının Kurban Bayramı'nda fakir ve muhtaç ailelere kurban eti dağıttıkları sırada PKK/HDP'lilerin saldırısına uğrayan Yasin Börü ve arkadaşlarının katledilişlerinin üzerinden tam 4 yıl geçti. HDP yöneticilerinin çağrısıyla sokaklara salınan PKK'liler, kurban eti dağıtan Börü ve arkadaşlarını hunharca katletmişlerdi.

Kobani bahaneli saldırılarda katledilen Hasan Gökgöz'ün babası Mehmet Gökgöz, kendisinin de çeşitli yerlerinden yaralanmasına sebep olan bu saldırıları İLKHA'ya anlattı.

6-8 Ekim'de görülmemiş bir vahşet ve kıyıma imza atıldığını belirten Gökgöz, o gün Allah'tan başka hiç kimsenin yardımını görmediklerini vurguladı.

Gökgöz, "O zaman Bağlar ilçesindeki bir sokakta yürüyordum. Bütün sokaklardan saldırı vardı. Bir sokaktan bana silah sıktılar ve sırtımdan yaralandım. Buradan Köy-Der'e gitmeye çalıştık ama gidemedik. Çünkü çok şiddetli bir çatışma vardı. Buralarda 3-4 kişi vardı fakat hiç kimse bize yardım etmedi. Onlara, 'Biz yaralıyız, gelin, yardım edin.' diye seslendim ama kimse yardım etmedi." dedi.

"Yaralı haldeydik, hastaneye gitmemize izin vermiyorlardı"

Kendilerine saldıran PKK/HDP'lilerin, hastaneye gitmelerine bile izin vermediklerini dile getiren Gökgöz, şunları söyledi:

"Göğsünden vurulan bir kardeşimizi taksiye bindirdik. Onlar da gidip, bu kardeşimizi yaralı halde indirdiler. Biz de hastaneye gidebilmek için araçları durdurmaya çalışıyorduk. Hiçbir araç durmuyordu. Sonra bir araç temin edip, hastaneye gitmeye çalıştık. Yolda saldırıya uğradık ve kendimizi kurtarmaya çalıştık. Öncesinde bir genç, önümüzü kesti ve 'Nereye gidiyorsunuz?' diye sordu. 'Bize silah sıkmışlar, hastaneye gitmemiz lazım.' dedik. Ne yaptıysak izin vermedi."

"Kaynattıkları sıcak suları üzerimize döküyorlardı"

Bir kadının çağrısıyla sokakta bulunan yaklaşık 300 kişilik kalabalığın üzerlerine geldiğini kaydeden Gökgöz, "Bu sırada buradaki bütün binalardan üzerimize büyük lavabo taşları, mermer parçaları, bardak, tencere ve demir parçaları atılıyordu. Hatta kaynattıkları sıcak suları bile üzerimize döküyorlardı. Hayber'in fethinde nasıl ki Müslümanların üzerine kızgın yağlar döküyordularsa bizim de başımıza aynı şekilde döktüler. Arabamızın ne sağlam bir camı ne de kapısı kaldı. Arabamızın arkasına bir şey düştü, amortisörleri patladı. Araba, jantın üzerinde gidiyordu. Çok zor bir şekilde kendimizi kurtarabildik. O gün Allah'ın yardımından başka hiç kimsenin yardımını görmedik." ifadelerini kullandı.

"Bu vahşet hiçbir zihniyette görülmedi"

Gökgöz, oğlu Hasan ve arkadaşlarının şehit edildiği andaki vahşeti aktararak, "Oğlum ve arkadaşları, et dağıtımı sırasında saldırıya uğrayınca bir binaya sığınıyorlar. Binanın dördüncü katından biri, elinde silahla kendini iple üçüncü kata bırakıyor ve onlara ateş ediyor. Kapı açılınca da onları pencerelerden ve balkondan aşağı atıyorlar. Onlar burada bu vahşeti görürken, biz de hemen yanı başlarındaki sokaktaydık. Birbirimizden haberimiz yoktu. Onları üçüncü kattan attıktan sonra yaktılar. Üzerlerinden arabayla geçtiler ve bu da yetmezmiş gibi demir sopa ve doğrayıcılarla vurdular. Yaralı olarak kurtulan Yusuf Er'i de sopa ve kesici aletlere vurarak, süründüre süründüre getiriyorlardı. Bir insan birine sığınıyor ve nasıl olur da bu kişi, bu insanları diğer canavarların eline teslim ediyor? Bu vahşet hiçbir zihniyette görülmedi. Zaten öldürdünüz, niçin cenazelere bu kadar vurup da yaktınız, arabalarla üzerlerinden geçtiniz?" şeklinde konuştu.

"Hiç kimse bu olayın unutulduğunu sanmasın"

Kendilerine reva görülen zulüm ve vahşeti unutmadıklarının altını çizen Gökgöz, sözlerine şöyle devam etti:

"Sen kimin hesabına çalışıyorsun? Biz senin kimin hesabına çalıştığını biliyoruz. Hendek kazdın, adam öldürdün, kaç yıldır yaktın, balkonlardan attın. Kimin hakkını savunuyorsun? Torunum, babası şehit edildikten bir ay sonra dünyaya geldi. O da dünya var oldukça bu vahşeti unutmayacak. Hiç kimse bu olayın bittiğini ve unutulduğunu sanmasın. Hayatta ne bunu unutacağız ne de unutturacağız. Biz bunu hak edecek ne yapmıştık ki? Allah hakkımızı onlara bırakmasın ve bırakmadı da."

"Sanki aramıza perde çekilmişti"  

"Bizim arabamızı yaktılar ve biz bir yere sığındık. Etrafımız sarıldı ve etrafımızda bulunan lavaboları taradılar. Fakat bizim içinde olduğumuz yeri görmediler." ifadelerini kullanan Gökgöz, "Hatta birisi, bulunduğumuz yerdeki kapıyı açtı ve 'Kan kokusu geliyor.' diye seslendi ama Allah'ın yardımıyla bizi görmediler. Sanki Allah-u Teâla tarafından bir perde çekilmişti. Dışarıda öyle bir kalabalığın sesi geliyordu ki biz orada öleceğimizi sanıyorduk. O arada oğlum Hasan beni aradı. 'Baba neredesin?' dedi. Ben, 'Yaralanmışım, şehit olacağım, hakkını hela et.' dedim. 'Yok yok, merak etme. Sana hiçbir şey olmaz.' dedi. O anda Hasan'ın sesi kesildi ve ben Hasan'ın şehit olduğunu anladım. Arkadaşım, 'Belki şarjı bitmiştir.' dedi. Ne kadar dediyse de içimden Hasan'ın şehit olduğunu hissettim. Oradan çıkacağımı söyledim ama arkadaşım, 'Sen de şehit olursun.' deyip bırakmadı." dedi.

"Polisi aradım, cevap vermedi"

Defalarca polisi aradığını ancak kendilerine cevap verilmediğini anlatan Gökgöz, "Dışarıda silah sesleri geliyordu. Etrafımız sarılmıştı ama bizi görmüyorlardı. Polisi aradım, cevap vermiyormedi. Hastaneyi aradım, 'Can güvenliğimiz yok, gelemeyiz.' dediler. Akşam olunca polisler geldiler, bizi alıp karakola götürdüler. Oradan da hastaneye götürdüler. Eğer o gün Allah'ın yardımı olmasaydı kesinlikle kurtuluşumuz yoktu. Bulunduğumuz yere girdiğimizi bir çocuk gördü. Silahı kafasına dayadılar ve ona, 'Nereye gittiler?' diye sordular. Çocuk da 'Yerlerini bilmiyorum. İsterseniz beni öldürün.' dedi. Ondan sonra bırakıp gittiler. Nasıl ki 15 Temmuz ve 12 Eylül tarihi bir günse 6-8 Ekim de tarihi bir gündür. Allah, böylesi bir zulmü bir daha hiç kimsenin başına getirmesin." şeklinde konuştu. (Hamza Adiyaman, Muhammed Said Aksoy - İLKHA)